Atina İzlenimleri

Athena’nın şehri Atina. Hani şehrin ünlü kuruluş mitine göre, şehre zeytin ağacını hediye ederek onun koruyucu tanrısı olan Athena’nın ismini verdiği kadim şehir. İklimi gereği, hâlâ zeytin ağaçlarıyla süslü olan Atina, Helenistik Dönem’deki kadar önemli bir şehir olmasa da o dönemde yaşamış bilim insanları ve filozoflarının günümüz medeniyetine katkıları sağ olsun dünyanın en fazla ziyaret edilen kentlerinden biri.

Atina’da her adımda eskiden kalma bir eser veya bina görmek mümkün

Biz neredeyse hiç plan yapmadan ve 10 gün öncesinde biletleri alarak 19 Ocak Cuma sabahı Atina’ya uçtuk eşimle. Ama bu sefer yalnız değildik, kadim seyahat arkadaşlarımdan Filiz de bize Atina Havaalanı’nda katıldı. Böylece üç kişi olarak, sabah saatlerinde Atina sokaklarına ayak bastık. Havaalanı merkezden bayağı uzak maalesef. Yarım saatte bir olan metro, pahalılığına rağmen (9 €) merkeze ulaşmanın en rahat yolu.

Önceden sadece oteli ayarlamıştık. Monastiraki meydanı yakınında bulunan ve üzerinde bulunduğu sokakla aynı adı taşıyan 18 Micon Str, çok güzel bir butik otel. Konumu çok merkezi, kendi sokağında bile bir sürü kafe ve bar var. Oda gayet temiz ve kullanışlıydı. Biz ikinci katta bulunduğumuzdan ses sorunu olmadı ama Filiz’in odası ilk kattaydı ve gece sokaktan gürültü geldiğini söyledi. Kahvaltısı, bir butik otele göre bayağı iyiydi. Hem çeşit boldu, hem de lezizdi yediklerimiz. Fiyat olarak da gayet makuldu.

Otele varınca önce karnımızı doyurmak istedik. Otele çok yakın olan Usurum Brunch’a gittik. Tam modern, yeni nesil kahvaltıcı. Başarılı bir Egg Benedict yedim ve leziz bir kahve içtim (üstteki resim). Kızlar da çok memnun kaldı. Önerilir.

Bahsetmeyi unuttum ama bu, benim Atina’ya üçüncü gelişim. İlki 2013’teydi, annemlerle otobüsle bir Yunanistan turuna katılmıştık. O turda Atina’da sadace 2 gece kalmıştık ve pek serbest gezememiştim. Akropolis’e ve ondan daha yüksek tek tepe olan Lycabettus’a çıkmıştım. Üç yıl sonra bir konferansta sunum yapmak üzere geldim ikinciye. O zaman, iki gün erken gelip merkezi bayağı dolaşmıştım ama temmuz sıcağında tek başına Atina sıkıcı oluyor, dostlar.

Daha fazlasını oku…
Kategoriler:gezi yazısı, hayat, mekan Etiketler:, , ,

Güzellik Yarışması

Ünlü ekonomist Keynes’in borsadaki eğilimler üzerine bir teorisi var. Adı da çok cafcaflı: Keynes’in Güzellik Yarışması (Keynesian Beauty Contest). Teori aslında bir kurguya dayanıyor:

Bir güzellik yarışması düzenlendiğini düşünün. Bu yarışmada en güzelin haricinde onu seçen (doğru kişiyi tahmin eden) kişilere de ödül veriliyor. Keynes diyor ki “Böyle bir durumda seçiciler, en güzel olduğunu düşündüğü kişiyi değil, başkalarının kimi seçeceğini düşünerek seçim yapar.” Yani kişi, genel eğilimin ne olacağını düşünür.

İkinci Dünya Savaşı’ndan 1970’lere kadar dünya ekonomisini yönlendiren kişilerden biri olan John Maynard Keynes (1883-1946)

Keynes bu düşünceye ‘birinci derece’ diyerek borsa ve benzeri finans pazarlarında ikinci ve hatta daha da yüksek derecelerde eğilimler olabileceğini söylüyor. İkinci derecede ise kişi, genelin, genel eğilimin ne olacağını tahmin edeceğini düşünüyor.

Ben bu teoriyi geçen yıl Fularsız Entellik podcast’inin bir bölümünde duymuştum. O zamandan beri de teorinin sanata uygulanabilirliği üzerine düşünüyorum. Şahsi görüşüm gayet oturduğu.

Daha fazlasını oku…

Viyana İzlenimleri

Viyana denilince çoğu Türk’ün içinin burulması bana garip geliyor. Kaç yüzyıl önce iki kez kuşatıp alınamaması günümüz yurdum insanını neden ırgalıyor ki? Alsak, Osmanlı hiç çökmeyecek miydi ya da Viyana hâlâ Türklerin mi olacaktı? Ama şu bir gerçek ki Osmanlı tehdidi, Viyana kentini epey uğraştırmış. Viyana düşmese de o korkunun izleri şehrin tarihinde kalıcı izler bırakmış.

Ufak bir Roma garnizonu olarak kurulup Habsburglular sayesinde hafif serpilen Viyana, Osmanlı tehlikesi geçene (yani 18. yüzyılın başına) kadar hiç gelişmemiş. Ortaçağ biteli birkaç yüzyıl geçmesine rağmen, surlarının ötesine geçememiş. Bence günümüz Viyana’sını da etkileyen ana faktörlerden biri, bir imparatorluk başkenti olmasına rağmen günümüzdeki Ringstraße’lerin içinde kısıtlı kalması. Belki de Viyana’ya kendine has havasını veren, o kısıtlı alanda yaşamanın verdiği başka bir mimari hava veya şehri daha verimli kullanma ihtiyacı. Ama ilk kez gittiğim Viyana’nın, gördüğüm başka Avrupa kentlerine hiç benzemediğini rahatlıkla söyleyebilirim ki genelde ülkelerden bağımsız olarak Avrupa kentleri birbirine benzer.

St. Stephan Dom Kilisesi

Havaalanından şehre iniş ve otel

Eşimle 8 Kasım 2023 Çarşamba günü Viyana’ya uçtuk. Havaalanından doğrudan 5 günlük ulaşım bileti ile ikinci bölge için ayrı bir bilet aldık. Şöyle ki Viyana, ulaşım açısından iki bölgeye ayrılıyor. Gezilecek tüm yerler iç bölgede ve günlük biletler sadece burada geçerli. Ama havaalanı dış bölgede yer aldığından şehre inebilmek için ayrı bir bilet daha almanız gerekiyor. Bunu yapınca kırmızı trene binerek (yeşil olan aynı yere gitmesine rağmen 2 kat daha pahalı) 40-45 dakikada merkeze indik.

Otelimizi bilerek tam merkezde seçmiştik. Austria Trend Hotel Europa Wien, şehrin en merkezi caddesinin bir paralelinde konumlanan 4 yıldızlı bir otel. Verdikleri oda hem genişti, hem kullanışlı ve rahattı. Kahvaltısından çok memnun kaldık, içeriği çok çeşitli olmasa da gayet lezzetli ve yeterliydi. Tabii en önemli özelliği, harika konumu. Müzeye gidip geldikten biraz dinlenme imkanı veriyor. Ayrıca bu kadar merkezi bir konumda olmasına rağmen geceleri çok sessizdi.

Oteldeki kahvaltı

İlk gün: Sacher Torte, Cafe Demel, Nordsee

İlk gün odaya yerleşmemiz akşamüzerini bulduğundan plan yapmamıştık. Biraz dinlendikten sonra çıkıp Sacher Torte’yi ilk yapan mekân olan Sacher Hotel’e gittik. Sonradan okuduğuma göre bu “ilk olma” olayı biraz şüpheliymiş. Hatta 19. yüzyılın ilk yarısında büyük bir davaya konu olmuş Cafe Demel ile Sacher Hotel arasında ve Hotel kazanmış. Şu an Viyana’daki her kafede Sacher Torte’yi bulabilirsiniz ama orijinal yerinde yemek için biraz kuyruk beklemelisiniz. Biz en fazla 15 dakikalık bir bekleyişten sonra oturduk ve birer kahve ile ünlü Sacher Torte’den bir dilim söyledik. Benim gibi biraz gurmelik cahili olanlar için yazayım, içinde kayısı marmeladı olan değişik bir çikolatalı pastadan söz ediyorum. Tadı güzeldi ama aklımda yer ettiğini söyleyemem. Ama Viyana’ya gelmişken yapılacaklar arasında bence.

Ünlü Sacher Torte ile
Daha fazlasını oku…

Kaş ve Meis İzlenimleri

2019’da ilk defa Kaş’a gittiğimizde sakinliğini, denizini ve yemeklerini çok sevmiştik. Zaten son yıllarda Kaş beyaz yakalılar arasında pek popüler, o kadar ki yerliler sıkılmaya başlamış. Lakin ilçenin coğrafi özelliğinden dolayı büyüyecek yeri olmadığından çok da bozulamıyor. Bizim gibi temmuz ve ağustosta gitmezseniz Kaş’ın keyfini biraz daha fazla çıkarabilirsiniz. Duyduğumuza göre bu yüksek sezonda 1 saatlik trafik sıkışıklığı ile çarşıda insan kalabalığından adım atamama durumları gayet normalmiş.

Biz bu sefer eylül başını tercih ettik, çünkü mayıs sonundaki bazı sezon öncesi tadilatlarını bu sefer görmek istemedik. Yine bu sefer daha doğru bir tercihle, Dalaman Havalimanı üzerinden geldik. Havalimanı Kaş arası yine uzak olsa da Antalya’dan gelmek kadar uğraştırıcı değil. Çeşitli özel şirketler Dalaman Havalimanı ile Kaş arası doğrudan servis işletiyor ki Antalya Havalimanı’nda böyle bir seçenek yok. Metro ile 1 saatte otogara, oradan da 4-4.5 saatlik bir köy minibüsü yolculuğuyla Kaş’a varıyorsunuz ki 2.5 saatlik konforlu servis yolculuğuyla kıyaslanamaz bile.

Biz 9 Eylül 2023 Cumartesi sabahı 1.5 saatlik uçak yolculuğu üzerine 2.5 saatlik servis yolculuğuyla Kaş’a vardık. Lakin ilk iki günümüzü Meis’e ayırdığımız için akşamüstüne kadar çarşıda dolandık. 18.00 motoruyla da Meis Adası’na geçtik.

Meis Adası Hakkında

Meis adını artık sadece Türkler kullanıyor. Bu isim antik Yunancadaki ‘megistri’ (büyük) kelimesinin Anadolu Türkçesindeki bozulmuş hâlinden geliyor. Bu küçücük adaya zamanında ‘büyük’ denmesinin nedeni, çevresindeki adaların en büyüğü olması. Tıpkı Büyükada gibi.

Adanın resmi adı Kastellorizo. İtalyanca olmasına rağmen Yunanlılar da böyle kullanıyor. Ortaçağ’da Akdeniz’deki İtalyan kentlerinin ezici hakimiyeti ile iki dünya savaşı arasında adanın İtalya’ya bağlı kalması bu ismin kalıcılığının ana sebebi. Anlamı -tam olarak kanıtlanamasa da- ‘kızıl hisar’ demek ve Rodos Şövalyelerinin adanın kızıl taşlarını görünce (kanıtlanamayan, bu iddia ki taşlarda kırmızı pigment bulunmuyor) veya şövalyelerin kızıl bir kale inşa edince (ki bu da kanıtlanamıyor) adaya bu adı verdikleri düşünülüyor.

Daha fazlasını oku…

2023 Değerlendirmesi: Filmler, Diziler ve Kitaplar

Yıl sonları, sadece geçmişin muhasebesini yapmak için var bile diyebiliriz. Sonuçta insanlığın sanal bir şekilde oluşturduğu takvimin başı da sonu da sanal. Aralık ayı, sona ermekte olan yılı değerlendirmenin ve gelmekte olan yıla dair planların yapıldığı zamandır esas olarak. Kurumların, şirketlerin, derneklerin birkaç aya yayılabilen değerlendirmesini birey de kendi özelinde yapıyor.

Bir sinema manyağı olarak çoğu zaman sadece en beğendiğim filmlerin listesi yapmakla yetinsem de bu yıl biraz daha fazlasını yapacağım. Çünkü bu yıl ilk kez düzenli olarak izlediğim filmlerin, dizilerin ve okuduğum kitapların listesini tuttum. Bu yıla kadar sadece Imdb’ye yıldız olarak kaydediyordum izlediğim filmleri. 2023’te onları hem Letterboxd’a da kaydetmeye başladım, hem de bitirdiğim dizi sezonlarıyla beraber tarih ve yıldızlarını kişisel olarak tutmaya başladım. Yıl bitince de bunları birer excel listesine dönüştürüp saklayacağım. Bitirdiğim kitapları şimdilik sadece Goodreads’e kaydediyorum ama yıl içinde okuduğum kitap sayısı 20’yi bulmadığından excele dönüştürmek kolay olacaktır.

Killers of the Flower Moon

Bu sayede sizinle yılın yeni filmlerinin yanında başka listeler de paylaşabileceğim. Aslında tüm bu çabam kişisel tarihimi biraz daha sistematik olarak kayda alabilmek, böylece giderek daha fazla unutmaya başladığım hayatım hakkında gelecekteki kendime daha fazla veri bırakabilmek.

2023 veya 2022 yapımı olan ve 2023 yılı içerisinde izlediklerim arasında en beğendiğim filmler:

  1. Killers of the Flower Moon – Martin Scorsese (2023)
  2. Perfect Days – Wim Wenders (2023)
  3. The Holdovers – Alexander Payne (2023)
  4. Roter Himmel (Afire) – Christian Petzold (2023)
  5. Le Otto Montagne (Eight Mountains) – Felix van Groeningen, Charlotte Vandermeersch (2022)
  6. Kuolleet Lehdet (Fallen Leaves) – Aki Kaurismäki (2023)
  7. Aki wa Sonzai Shinai (Evil Does not Exist) – Ryusuke Hamaguchi (2023)
  8. Aşk, Mark ve Ölüm – Cem Kaya (2022)
  9. Past Lives – Celine Song (2023)
  10. Kavur – Fırat Özeler (2023)
  11. Das Lehrerzimmer (The Teachers’ Lounge) – İlker Çatak (2023)
  12. Ayna Ayna – Belmin Söylemez (2022)
  13. Kuru Otlar Üzerine – Nuri Bilge Ceylan (2023)
  14. Spider-Man: Across the Spider-verse – Joaquim Dos Santos, Kemp Powers, Justin K. Thompson (2023)
  15. Im Westen Nichts Neues (All Quiet on the Western Front) – Edward Berger (2022)
  16. Emily – Frances O’Connor (2022)
  17. Passages – Ira Sachs (2023)
  18. Dungeons and Dragons: Honor Among Thieves – John Frances Daley, Jonathan Goldstein (2023)
  19. 20000 Especies de Abejas (20000 Spieces of Bees) – Estibaliz Urresola Solaguren (2023)
  20. May December – Todd Haynes (2023)
Daha fazlasını oku…

Past Lives: 21. yüzyılda aşk hâlâ mümkün mü?

25/11/2023 1 yorum

Tarihte küreselliğin ve bireyselliğin en fazla arttığı çağda yaşıyoruz desem, eminim çoğunuz bana katılacaktır. Fizikî sınırların bazı açılardan anlamsızlaştığı bu çağda, bireyler de -daha önce hiç olmadığı kadar- kendi yaşamları üzerinde karar verme özgürlüğüne sahip. Yeterli paranız ve/veya eğitim altyapınız varsa istediğiniz ülkede, istediğiniz şekilde yaşayabilirsiniz (en azından teoride). Böyle bir dünyada birine bağlanarak diğer seçeneklerin tümünden vazgeçmek ne kadar olası sizce?

Kore asıllı Amerikalı Celine Song’un, kendi anısından yola çıkarak yazıp yönettiği Past Lives (2023), aslında doğrudan bu soru üzerine değil. 12 yaşında Kuzey Amerika’ya ailesiyle göç eden Koreli Nora’nın yıllar sonra, taşınmadan önce çıktığı çocuk olan Hae Sung’la ilişkisini konu alıyor film. Aradan 12 yıl geçince internet üzerinden uzun mesajlarla arayı kapamaya çalışan çift, Nora’nın ilişkiye de dönemeyen (çünkü paraları uçağa yetişmeyecek kadar öğrenci ve gençler) bu durumdan sıkılarak kariyerine odaklanmak istemesiyle bir 12 yıl daha kopuyor. Lakin artık Nora bir Amerikalı’yla evlidir ve New York’ludur. Hae Sung ise Nora’yı ilk günkü kadar sevmektedir ve sırf onu görmek için New York’a gelir.

Daha fazlasını oku…

Le Otto Montagne: 21. yüzyılda modern bir insan tamamen doğada yaşayabilir mi?

13/11/2023 1 yorum

Tüm hayatımızın teknolojiyle ve finans gibi türümüzün uydurduğu sanal (doğada karşılığı olmayan) kavramlarla çevrelendiği bir dünyada yaşıyoruz. Ayrıca türümüz ısrarla kendisinin doğadan üstün olduğunu kanıtlama peşinde ki küresel iklim kriziyle bunun nasıl saçma bir iddia olduğunu -en azından bir kısmımız- anladık. Peki bu yaşam şartları içinde İtalya gibi modern bir devletin vatandaşı olarak doğmuş ve büyümüş bir birey modern yaşamı bir kenarda bırakarak sadece doğada yaşayabilir mi?

Uzun zamandır eserlerini ilgiyle takip ettiğim Felix van Groeningen’in eşi Charlotte Vandermeersch ile beraber çektiği Le Otto Montagne (2022), iki erkeğin yıllara yayılan arkadaşlıklarını anlatıyor. İlk defa, ikisi de 12 yaşındayken Bruno’nun tek çocuk olduğu bir dağ köyüne Pietro’nun annesiyle yaz tatililni geçirmek için geldiğinde tanışıyorlar. Şehirli ve modern hayatın tüm konforuna sahip Pietro ile annesi olmayan, babası da yurt dışında inşaat işçiliği yaptığından amcası ve yengesiyle izole bir dağ köyünde yaşayan Bruno her anlamda zıt karakterler. Fakat çocukluk ve yalnızlık, bu iki sıra dışı kişiliği biraraya getiriyor. Sıkı fıkı geçen ve Pietro’nun babasıyla çıktıkları dağ yürüyüşleriyle farklılaşan o yazdan sonra; Pietro’nun işkolik, otoriter ama dağcılık tutkunu babasının vefatına kadar neredeyse hiç görüşmüyorlar. İki eski arkadaş, Pietro’ya miras kalan dağ kulübesini yeniden inşa ederlerken birbirlerini de yeniden tanımaya başlıyorlar.

Daha fazlasını oku…

Spider-man: Across the Spider-verse: Kuşak çatışması üzerine konuşmamız gerek!

25/10/2023 1 yorum

Filmekimi’nde (2013) o kadar kaliteli sinema eseri izledikten sonra neden bir süper kahraman filmi üzerine yazdığımı sorgulayanlar olabilir. Tavsiyem, önyargılarınızı bir kenara bırakmanız. Marvel sayesinde seri üretim, içi boş süper kahraman filmleri sinema salonlarını istila ettiğinden türün itibarı yerle bir olmuşsa da sonuçta bu da bir hikâye anlatım biçimi. Üstelik mitoloji sayesinde en eskilerinden biri.

Marvel’in Sony ile ortak tescile sahip olması yüzünden Örümcek Adam’ın beyazperde öyküsü, diğer süper kahramanlardan farklılaşıyor. Son 20 yılda, sıfırdan yapılan üç farklı film serisinin haricinde, bir de Sony Animations bünyesinde bir animasyon film serisi başlatıldı 2018’de (Disney’in Marvel’e sahip olması durumu daha da absürdleştiriyor). Hikâyenin peşinde koşan bir sinema manyağı olarak, bu yeni animasyon serisini çocuklara yönelik bir para tuzağı olarak düşünmüştüm. Ta ki senaryodaki Christopher Miller ve Phil Lord imzasını görene kadar!

The Lego Movie (2014) ile bir ticari markadan uyarlanan bir filmin de eleştirel ve kaliteli bir sinema eserine dönüşebileceğini kanıtlayan bu ikili, Örümcek Adam’ın animasyon serisinin başına geçmişlerdi. Üstelik Örümcek Adam’ları siyahiydi! Nitekim Spider-man: Into the Spider-verse (2018) herkesin süper kahraman olabileceğini ama bu yeteneği sevgi, empati ve vicdanla harmanlamadan bir manası olmadığını vurgulamasıyla (ve tabii sağlam senaryosu ile çizgi roman estetiğine yaslanan görselliğiyle de) açık ara en iyi Örümcek Adam filmi olmuştu.

Daha fazlasını oku…

Kuru Otlar Üzerine: Ülkemizde Kadının Önemi

18/10/2023 1 yorum

Son yıllarda ülkemizde gözlemlediğim bir olgu var ve ilginç olarak bu olgu; mekândan da, sınıftan da, yaştan da, statüden de bağımsız: Kişi hemen her konuda kendisini çok zeki ve çevresini çok salak sanıyor. Bu yüzden yaptığı eylemde veya savunduğu görüşte, kendisini mutlak haklı olarak görüyor. Karşısındakilere hiç empati göstermeyerek fikri ya da eylemi koşulsuz kabul edilsin istiyor. Kendisinin hatalı olabileceğine ihtimal vermediği için de en ufak bir karşıt görüşte sinirleniyor ve hatta fütursuzca saldırıya geçiyor.

Eminim bahsettiğim bu durumla, neredeyse her gün defalarca karşılaşıyorsunuzdur. Evde, işte, hastanede, trafikte, restoranda, okulda… Üstelik birkaç kişi de değil, tüm ülkede bu hastalıklı durum mevcut. Bazen kendimde bile görerek ne yaptığımı sorguluyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar bu durumu daha körüklüyor şüphesiz. Ama yetersiz eğitim altyapısıyla kapitalizmin pompaladığı tüketici bilinci birleşince böyle bir psikoloji belki de kaçınılmaz oluyor.

Diğer taraftan kişilerin bu hâlleri, çok eşsiz çatışmalara da sebebiyet veriyor. Zeki sanatçılar bunları görerek kullanıyor doğal olarak. Nuri Bilge Ceylan’ın filmleri de bu çatışmalardan besleniyor esasında. Ustanın son filmi, Kuru Otlar Üzerine (2023) de böyle.

Daha fazlasını oku…

Belçika İzlenimleri

Belçika ilginç bir ülke. Gezmek için akla ilk gelenlerden biri değil asla. Köklü bir geçmişe sahip de değil. Açıkçası bu gezi sırasında merak edip biraz araştırana kadar 19. yüzyılda kurulmuş sunî bir devlet gözüyle bakıyordum. Son yıllarda devlet ve ülke kavramlarına bakışım çok değişse de Belçika, düşündüğüm kadar da köksüz değilmiş. Mesela Sezar’ın bu bölgeye Belçika dediği biliniyor ama Belçikalı diye bir halk, kavim, klan var mı derseniz gayet tartışılır.

Günümüzdeki Belçika anayasasına göre ülkenin üç resmi dili (Flemekçe, Fransızca ve Almanca) var ve bu dillerin konuşulacağı bölgeler belli. 60’larda değiştirilen anayasayla bu yapı güvence altına alınmış. Yani Belçika, tipik bir ulus-devlet değil. Farklı dillere ve dolayısıyla kültürlere sahip insanların bir arada, -en azından görünürde- sorunsuz yaşadığı bir devlet. Aslında bir monarşi ama 2. Dünya Savaşı’ndan beri kral sembolik.

Brüksel tarihi meydanından bir kare

Bunlara bir de ülkenin başkenti Brüksel’in, Avrupa Birliği ve kurumlarının ile NATO’nun merkezi olduğunu da eklememiz gerek. Flemenkçe ve Fransızca’nın ortak resmi dil olduğu Brüksel ve çevresinde, üçüncü resmi dil de İngilizce aslında. Kısacası Belçika, insanların modern devlet şartlarına uygun olarak yaşadığı tam bir 21. yüzyıl ülkesi görünümünde.

Peki bir ülkeyi 5-6 günde anlayabilmek mümkün müdür? Tabii ki yok böyle bir şey. Bizim tek amacımız, kişisel yaşantımızdan birazcık uzaklaşıp kafamızı dinlemekti. O müzeden diğer kente koşturduğumuz aşırı planlı bir tatil de istemediğimizden gayet esnek planlı bir program oluşturduk kendimize.

Brüksel

25 Şubat 2023 Cumartesi günü Brüksel Havalimanı’na uçtuk. Buradan kente inmek 15 dakika bile tutmuyor trenle. Brüksel, zaten devasa büyüklükte bir şehir değil. Birkaç modern yapı dışında her şey merkezde veya biraz etrafında bulunuyor. Bu yüzden Brüksel (veya Belçika’nın diğer şehirlerinde) toplu taşıma kullanmanın turistler açısından bir manası pek yok. Merkez bölgenin tam ortasında ve iki ucunda birer gar yer alıyor ve havaalanı treni üçünde de duruyor.

Daha fazlasını oku…
Kategoriler:gezi yazısı Etiketler:, ,