Arşiv
Sevdiğim Yerli Ayrılık Şarkıları
Bu listeyi ve yazıyı hazırlama fikri yaklaşık bir yıl önceye tarihleniyor. Düğünde çalmak için Spotify listeleri hazırlarken sevdiğim aşk şarkıların çoğunun ayrılık üzerine olduğunu fark ettim. Lakin eşim, “Böyle bir günde ayrılık üzerine şarkılar çalamazsın.” gibi mantıklı bir sebep öne sürünce koyamadım hiçbirini. İçimde de kaldı hani. Sonraları bunun üzerine arada kafa yormaya başladım, belli bir amacı olmadan.
Ayrılık durumunun ‘âşık olma’ sürecindeki önemine aslında Louie (2010-2015) dizisinin 4. sezon 10. bölümündeki bir sahne ile ayırdına varmıştım. Kısaca deniliyordu ki aşk ilişki süresince değil, bittikten sonra başlar. Çünkü ancak o zaman birey durum hakkında düşünmeye başlar ve kafasının içinde aşkın dolambaçlı yollarında kaybolur. Nitekim dünya üzerinde sevilen, bilinen aşk hikâyelerinin hemen hepsinin ayrılık içermesi bir tesadüf olamaz. Leyla ile Mecnun‘dan Romeo ve Juliet‘e, Casablanca‘dan (1942) Paris, Texas‘a (1984)…
Böylece bu listedeki şarkıları kendi kendime dinlerken ayrılık süreci ve böyle bir eserin yaratılış sebeplerine kafa yormaya başladım giderek. Mart gibi de bu fikirlerden bir yazı hazırlama düşüncesi kafama düştü. O günden beri de bu yazıyı zihnimin derinliklerinde hazırlıyorum aslında. Liste, oluşurken bayağı da değişti. Süreç içinde şarkıları bu gözle dinlemeye başladığımdan yenileri eklenirken, ilk koyduklarımdan bazılarını çıkardım.
Doğal olarak bu liste çok kişisel. Tamamen kişisel zevklerimden peydahlandı, onlar üzerine düşüncelerim de bu yazıya dönüştü. Artık lafı fazla uzatmadan şarkılara geçelim:
Not: Sıralamayı rastgele yaptım, bir neden içermemektedir.
Not #2: Listeyi Spotify’den dinleyebilirsiniz. Alttaki listeye tıklamanız kâfi. Ayrıca Youtube videoları da koydum ki bazı şarkılar ayrı dinlenebilsin.
Hareket Vakti – Umay Umay (1994)
90’lardaki rock örneklerinin ilklerinden olan bu parçanın söz ve müziği, sonradan Teoman’ın da çıkışına yardım edecek Barlas’a ait. Umay Umay’ın en iyi iki şarkısından biri (diğeri “Düşmedim Daha”) olan eser, değişemeyeceği anlaşılan sevgiliye yazılmış bir veda mektubu olarak düşünülebilir. Birçok ayrılığın ana sebeplerinden biri üzerine olan yapıtın arka vokalinde ise birkaç sene sonra yıldızı parlayacak ünlü bir isim var.
Benden Şarkılar – Like a Rolling Stone (Bob Dylan)
Neden? Merak ettiğimiz bir şeyi sorgulamak istediğimizde ağzımızdan çıkan kelime, ‘neden’dir. İnsan bu, bilemez, aklına takılır ve sorar. Bazen başkalarına, bazen de kendisine.
Hiçbir zaman bir Bob Dylan hayranı olmadım. Büyük bir müzisyen olduğu aşikârdı lakin bana göre değildi. İçten içe de aklımı kemiriyordu, sesi pek de iyi olmayan birine nasıl bu kadar önem verildiği. Geçen yıl Nobel aldığında bu merağım daha da arttı. Onca harika müzisyen varken neden Bob Dylan Nobel Edebiyat Ödülü alıyordu?
İki ay önce spotify’de ‘Rolling Stone’s 500 Greatest Songs of All Time’ listesini buldum. Rolling Stones, ABD’nin ünlü bir müzik dergisi ve 2004’te müzik otoritelerine sorarak böyle bir liste yapıyor. Listenin ilk sırasında da Bod Dylan’ın ‘Like a Rolling Stone’u var! Arka arkaya dinledim birkaç kere ama şarkıyı yine anlamadım. Dedim kendi kendime “Bu şarkı ilk sıradaysa kesin bir olayı var! Ben atlıyorum.” Bu sefer üşenmeyip araştırmaya başladım hem Bob Dylan’ı, hem de bu başyapıtını. Daha fazlasını oku…
Bir İnsan Hakkında: Amy
Hayat, keyifli ama aynı zamanda meşakkatli bir macera. Bireyin yolda önüne çıkan zorlukları iyi tahlil edip kendisini geliştirmesi gerekiyor ve bu süreç hiç sona ermiyor, doğumdan ölüme kadar. Bu yılın gözde belgesellerinden Amy‘nin (2015) esas anlatmak istediği bence bu, her ne kadar öyle gözükmese de.
2000’li yılların önemli ses sanatçılarından Amy Winehouse’un çıkış ve trajik iniş sürecini konu alan belgesel, Senna (2010) ile sürükleyici ve farklı bir belgesel çekilebileceğini kanıtlayan Asif Kapadia’ya ait. Amy‘nin de dramatik yapısı oldukça kuvvetli ve seyircisinin gözünü perdeden bir dakika bile ayırmasına izin vermiyor. Bunun ana sebeplerinden biri dakik kurgusunun yanında, gerçekçiliği ve ana odağı olan Amy Winehouse’u tarafsız ve içtenlikle anlatması.
Winehouse’un hayatından görüntüleri kronolojik olarak arka arkaya dizerken onu doğrudan etkileyen unsurlara hiçbir zaman odağını çevirmiyor: Ne aile fertleri, ne kocası, ne arkadaşları, ne yüzsüz medya, ne de şaşılası biçimde müziği. Kapadia’nın odağı hep sabit, yalnızca ve sadece Amy! Ama bir ünlü ya da harika bir ses olarak değil, bir insan olarak Amy! Zaten filmin adı da bunu yansıtıyor. Daha fazlasını oku…
Benden Şarkılar – If I Needed You (The Broken Circle Breakdown Band)
Dün akşam 2013’ün en güzel filmlerinden birini izledim, The Broken Circle Breakdown. Daha sonra filmi detaylı yazarım lakin filmin soundtrack’i efsane. Şöyle ki filmin yan unsurlarından biri de Belçikalı bir country (hatta detaya inersek, bluegrass) grubu. Filmden sonra şarkılar o kadar seviliyor ki grup turneye çıkıyor. (Tıpkı This is Spinal Tap ve Once gibi) Dünden beri de albümlerini dinliyorum durmadan. Aşağıda paylaşacağım şarkıya da resmen aşık oldum. Filmde duyar duymaz tutuldum, öylesi.
If I Needed You – Eğer Sana İhtiyacım Olursa (The Broken Circle Breakdown Band)
If I needed you, would you come to me / Eğer sana ihtiyacım olursa, bana gelir misin
Would come to me for to ease my pain? / Acımı dindirmek için bana gelir misin?
And if you needed me, I would come to you /Eğer senin bana ihtiyacın olursa, ben gelirim
I would swim the seas for to ease your pain / Acını dindirmek için denizleri yüzerim.
Well the night’s forlorn and the morning’s born / Gece ıssız ve gün doğmuşken
And the morning shines with the lights of love / Ve gün, aşkın ışıltısıyla parıldıyorken
And you will miss sunrise when you close your eyes / Ve sen gözlerini kapadığında şafağı özlersin
And that would break my heart in two / Ve bu, yüreğimi ortasından ikiye ayırır.
If I needed you, would you come to me / Eğer sana ihtiyacım olursa, bana gelir misin
Would come to me for to ease my pain? / Acımı dindirmek için bana gelir misin?
And if you needed me, I would come to you /Eğer senin bana ihtiyacın olursa, ben gelirim
I would swim the seas for to ease your pain / Acını dindirmek için denizleri yüzerim.
Lady’s with me now since I showed her how / Ben hanfendiye yolunu gösterdikçe benimledir
To lay her lilly hands in mine / Çiçek ellerini ellerime uzatmak için.
And who would not agree she’s a sight to see / Ve onun görme yetisi olduğuna kim karşı gelir ki,
And a treasure for the poor to find / Ve fukarayı bulmak için ödülendirildiğine?
If I needed you, would you come to me / Eğer sana ihtiyacım olursa, bana gelir misin
Would come to me for to ease my pain? / Acımı dindirmek için bana gelir misin?
And if you needed me, I would come to you /Eğer senin bana ihtiyacın olursa, ben gelirim
I would swim the seas for to ease your pain / Acını dindirmek için denizleri yüzerim.
Hayattan Notlar
- 2 ay önce Kürşat Başar’ın en popüler romanı olan Başucumda Müzik‘i bitirdim. Oldukça sürekleyici bir eser, bir çoksatanda olması gerektiği gibi. Başlarda kitabı çok beğeniyordum Kürşat Başar’ın bir erkek olarak bir kadının birincil sahış anlatımıyla yazabilmesi ve bunu kıvırabildiğini görebilmek (çünkü yazarken yapamadığım nadide şeylerdendir, kadın bakış açısını yansıtabilmek) bana büyük keyif verdi. Lakin sonlara doğru Başar’ın üslubunun monotonlaşması ve dolayısıyla sıkıcılaşması kitaptan beni soğuttu. Biraz edebiyat yapmak isteği, biraz da yazar kibriyle kahramanın düşüncelerine daha fazla yer verip romanı iyice ağdalaştırması romanın seviyesini düşürmüş. Ayrıca, roman ilerleyince Başar erkek aklının esiri olup yada romanı popülerleştirmek adına kahramanın seçimlerini, bir erkek bilinciyle yapmış (yada 28 yıllık şu kısa ömrümün bana öğrettiği kadın seçimleri yanlış). Ayrıca, bu kadar politik bir altyapıya sahipken ısrarla apolitik bir roman olması, açıkçası bana ters geldi. Lakin “Bir romans romanından bunu bekleyemezsin!” de diyebilirsiniz, siz de haklısınız.
- Kitapta geçen birkaç cümle beni çok düşündürdü. Ne yazık ki, okurken beğendiğim cümlelerin altını çizme gibi bir alışkanlığım yok. Olsa burada sizinle de paylaşırdım. Ama içlerinde en akılda kalıcı olan ve beni hala daha düşündüreni şu: “Eğer birini sevmek için bir neden bulamıyorsanız, onu gerçekten seviyorsunuzdur.”
- İlk önce saçma geldiğinin farkındayım. Çünkü herkesin, her şey için ufak da olsa bir nedeni vardır. Hele yaşadığımız çağ içinde. Ama sonra düşündüm, gerçek sevgiyi, koşulsuz sevgiyi düşündüm. İşte onun için bir nedene gerçekten gerek yok! Zaten kastettiğim tamamen mucizevi bir şey açıkçası. Çok olmayan bir şey, aşk da denilen şey. Daha fazlasını oku…
Hayattan Notlar
- Müzikle başlayalım. Biraz geç oldu lakin Julide Özçelik’in yeni albümü Jazz Istanbul – Volume 2 çıkmış. Geç dediğim benden kaynaklanıyor çünkü yılbaşında çıkmış. Neyse, albüm bir öncekisinin çizgisinde devam ediyor. İçine girebilmek için biraz daha dinlemem gerek.
- Orhan Gencebay’ın tribute (saygı) albümünü dinledim ve beğenmedim. Beğenmemekle kastım, albümün kolaya kaçılarak yapılması ve bir bütünlüğün olmayışıdır. Benim aklımdan geçen her şeyi zaten Radikal’de Elif Ekinci yazdığından sizi ona yönlendiriyorum: Tıklayınız
- Arabesk dinleyen biri olmamama rağmen sırf meraktan dinledim. Çünkü Orhan Gencebay’a saygı duysam da bana hitap etmeyen bir müzik türü. Bu, arabeski küçümsediğimden değil, zevkime uymadığı içindir. Ama albümü dinlerken sözlere bilhassa dikkat ettim. Arada birtakım farklar olsa da ana duyguların benzer olduğunu gözlemledim. Buradan şu sonucu çıkardım kendi adıma: Ayrılık acısı çeken biri veya evlenen birinin hissettiği duygular benzerdir ama zevkine ve dinlediği müzik türüne göre dinleyeceği şarkılar değişecektir.
- Müzik demişken geçen hafta uzun zamandır canlı dinlemek istediğim iki efsaneye gittim. İlki kendine has müziğini sessiz sedasız yaparak efsaneleşen Bülent Ortaçgil. Harbiye Açık Hava’daki konseri muazzamdı! Bir tarafta senfonik yaylılar, diğer tarafta ona destek veren ünlü müzisyenler: Baki Duyarlar, Gürol Ağırbaş, Erkan Oğur ve Birsen Tezer. Gerçekten efsane konserdi. Hele finalde ‘Çığlık Çığlığa’yı dinlemek beni tarumar etti.
- İkinci olarak da Yeni Türkü’yü dinledim. Hoş, yeni model Yeni Türkü demek daha gerçekçi. Konserden sonra küçük bir araştırma yaptım, Yeni Türkü’ye bir süre de olsa üye olan kişi sayısı 20’ye yaklaşmış! Bir tek Derya Köroğlu sabit! Ki buna Murathan Mungan gibi bir ara ciddi destek veren kimi sanatçılar dahil değil! Belki bilmeyenler vardır, ‘Hadi Yine İyisin’ Tayfun Duygulu bile bir ara üyeydi!
- Konser doğal olarak güzeldi. Sonuçta bu kadar güzel şarkıları olan bir grubu kaç kere dinleseniz de sıkılmazsınız. ‘Destina’, ‘Çember’, ‘Aşk Yeniden’, ‘Fırtına’ vb.’leri gibisi üretilemedi bu müzik piyasında. Bunları canlı dinlemek gerçekten çok özel!
- Konser, ilk defa gece açılan Jurassic Teras’taydı. Daha önce hiç gitmediğim Bayrampaşa’daki Forum’un üst katına bir nevi dinozor müzesi açmışlar, yanındaki açık havaya da sahne kurmuşlar. Önde masalar var oturarak izleyebiliyorsun, arkada ayakta takılıyorsun. Bence saçma olmuş, zaten gece mekanı için çok saçma bir yerde. Gece boyunca Derya Köroğlu “Bu dinozor bana bakıyor!” diye eğlendi kendi kendine. Bir daha gideceğimi zannetmiyorum, sahiplerinin yolu açık olsun.
- Mekanlardan devam edelim. Beyoğlu’nda 13 çeşit gazozu bulan bir kahve bulduk, daha doğrusu Engin buldu. Adı Avam Kahvesi, sapa bir sokakta ama Alman Hastahanesi ile Hayal Kahvesi arasında kalıyor. Hala Mantı’nın caddede olmayan şubesini bilenler için aynı sokakta olduğunu yazayım. Mekan 80’ler tarzında döşenmiş, oldukça şeker. Fiyatlar uygun, tam çocukluğumuzdaki yerler gibi. Tuvaletinde halis kolonya var!
- Gazozlara gelirsek! Biz 5 tane deneyebildik! En iyisi Zafer gazozuydu! Gittikçe favorilerimi buraya yazarım. 😀
- Yakın arkadaşımlardan, kadim dost Burak Avcı’yı akademisyenlik uğruna Almanya’ya yolladık. Uğurlarken de güzel bir yemek düzenledik Sultanahmet’teki Balıkçı Sebahattin’de. Hepimizin ilk gidişiydi ama pek beğendik. Zaten New York Times’a bile çıkmış ünlü bir mekanmış. Hatta yeri bulmaya çalışırken birine sorduk, adam direkt “Rezervasyonunuz yoksa hiç gitmeyin bence.” dedi. Gerçekten çok kalabalıktı.
- Oldukça temiz bir mekan. Mezeleri de balıkları da gayet lezizdi. Müziksiz olması beni ayrıca cezbetti. Rakı içip sohbet etmenin keyfine varıyorsunuz. Hesap derseniz, içki dahil 70 TL civarı.
- Sultanahmet’ten dönerken şok geçirdim. Gecenin köründe inanılmaz bir trafik ve insan yoğunluğu vardı. Sanki tüm İstanbul dışarıya çıkmıştı. Taksim’deki Kadıköy minibüsü kuyruğu inanılmazdı. Çabucak erittiler nasılsa! Eve gitmem 1.5 saati geçti.
Biraz da Müzik!
Ne zamandır müzik hakkında yazmıyorum. Biraz da son zamanlarda dinlediğim türlerden, şarkıcılardan ve müzik olaylarından bahsedelim. Aralara da streamler koyup keyiflenelim.
- Gürol Ağırbaş adını duyanınız azdır. Kendisi bu ülkenin yetiştirdiği en iyi müzisyenlerdendir. Kaliteli albümlerin, şarkıcıların arkasında onun adını görebilirsiniz. Ağırbaş, son birkaç yıldır ilginç bir proje yürütüyor: Köprüler projesi, batının ünlü şarkılarını Türk ezgileriyle harmanlayıp enstrümantal olarak yorumluyor. Bu projenin 3. ayağı geçtiğimiz kasımda piyasaya çıktı. Ben de böylece haberdar oldum. ‘Köprüler 3 – Beyazperde’ albümü, dünyada sevilen 10 ünlü film müziğini Türk ezgileriyle birleştiriyor. Ortaya çıkan albüm, son derece ilginç, benzeri olmayan ve keyifli. Bazı şarkılar öne çıkıyor tabii. The Last of the Mohicans Theme ile The Scent of Woman‘ın ünlü tangosunu bir de bu albümde dinlemelisiniz.
- Bunun dışında Türk müziği hızlı şekilde çökmeye devam ediyor. 2011’de çıkan albümler arasında dinlemekten keyif aldıklarım bir elin parmaklarını geçmiyor: Model – Diğer Masallar, Peyk – İçimdeki İz, Nilüfer – Nilüfer’le 12 Düet, Melis Danişmend – Daha Az Renk ve Aşk Tesadüfleri Sever Film Müzikleri
- Bir de albümü olmayan bir gruptan bahsedelim. Alternatif müziği takip edenleri onları çok iyi biliyor zaten. Büyük Ev Ablukada, çok ilginç ve ‘alternatif’ kelimesinin hakkını sonuna kadar veren bir müzik yapıyor. Şu an sadece internetten dinleyip konsere gidebilirsiniz.
- Yabancılarda da yeni çıkanları pek takip etmiyorum aslında. Lady Gaga’nın son albümü gayet güzel. Adele’in son albümü de yine çok iyi, daha önce dinlememiş olanlar bu sese mutlaka kulak vermeli. Soundtrack albüm olaraksa Sucker Punch OST‘yi tavsiye ederim.
- Ayrıca Globus’u dinlemenizi tavsiye edeceğim. Kendilerim film fragmanları müzik/şarkı yapıyorlar. Bazıları çok iyi oluyor. Hatta ‘Preilator’ adlı şarkıları nefes kesen güzellikte.
- Son olarak Amy Winehouse’a değinelim. Bu kadar güzel bir sesin, bu kadar iyi bir söz ve müzik yazarının bu kadar genç ölmesi çok üzücü. Sebebi ne olursa olsun (son olarak uyuşturucu olmadığı anlaşıldı), böyle bir sanatçının arkasından mantıksız yorumlarda bulunmak çok küstahça. Yonca Evcimik neyse de, Sertab Erener’in “Daha zeki olmasını beklerdim.” demesi beni Sertab adına çok üzdü. Demek ki kendisi ‘zeki olma’yı piyasa işi yapmakla bir tutuyor. Valla şu anda ben Türkiye’de Amy gibi bir kadın sanatçı olduğunu düşünmüyorum. Kendini sadece sanata veren, diğer tüm piyasa oyunlarına karşı çıkan kaç kişi tanıyorsunuz? O yüzden bazı cümleleri kurarken insan kendisine bakmalı önce! Yazının son şarkısı da Amy’den gelsin, ilk albümden ‘Stronger Than Me’:
iPod ve Müfide
Sonunda ben de Ipod’lu oldum! Bir minicik, şirin, sade teknoloji harikasına ben de sahibim. Apple yapmış yani. Ötesi yok. Yalnız şu tavsiyeyi veririm. Türkiye’den almaktansa ABD’den almak ve ya getirtmek çok uyguna geliyor. Yarısından da ucuz, öylesi bir uygunluk.
Neyse, efendim. Ipod sayesinde ITunes kullanır olduk mecburen. Alete bir şey yüklemenin tek yolu bu program. İlk yükleyince şoke uğruyorsunuz. Alışılmış programlara benzemiyor. Anlayana kadar 2-3 saati geçirdim. Çünkü mp3’ü direkt yüklemiyorsunuz. Daha doğrusu en mantıklı yöntem mp3’lerinizi şarkı listelerine ayırarak yüklemek. Böylece ilk yüklemeden sonra düzene giriyorsunuz. Direkt yükleme seçeneğini seçerseniz her seferinde her şeyi yüklemek zorunda kalıyorsunuz (ya da bana öyle geldi) ki 4 GB’lık bir veriyi zırt pırt silip yüklemek zaman kaybı.
Ben şu an 7 şarkı listesi yaptım ve düzene girdim. Tabii bu minik alette şarkıları listeden dinleyebileceğiniz gibi, şarkıcı adından ve albüm adından da dinleyebiliyorsunuz. Tabii bunu için mp3’lerinizin içindeki bilgi kısmının düzgün olması gerek. Benimkilerin yarısı değilmiş, ITunes’a atınca öğrenmiş oldum. Tabii aleti tam olarak kullanabilmek için bir düzenleme harekatına giriştim. 1 hafta süren bu işlem sonucunda, şarkılar düzene girdi. Mesela Kenan Doğulu dinlemek istiyorsam ‘Artists’den ‘Kenan Doğulu’yu seçiyorum ve adamın tüm şarkılarını direkt dinliyorum.
Bu zamana kadar hep karışık listelerle mp3 player dinlediğimden, hiç albümün bütününü koymuyordum. Bunun bir sebebi de yer sorunuydu tabii. Şimdi bazı albümleri tamamen koydum. Böylece bazılarını yeniden keşfetme imkanım oldu. Mesela dünden beri Müfide İnselel’in kendi adını taşıyan ilk albümünü dinliyorum. Fena halde hoşuma gitti. Hem şarkı sözleri çok güzel, benim ruhuma çok uyuyor hem de müzikler sözlerle çok iyi bir uyum içinde. Bilhassa ‘Vasati 40 Çöp’ ve ‘Tükenmeden Alınız’ beni başka bir şekilde etkiledi. Benim Türk Müzik tarihinde dinlediğim en iyi albümlerden biri kesinlikle. Bir kere kendi içinde bir sound’u var ki Türk albümlerine nadir karşılaşılan bir olgu. Müfide gibi kimleri yeniden keşfedeceğim acaba.
Richard Cheese ile Farklı Bir Müzik
Her yıl yaptığım yurtdışı kamplarında bir sürü yeni deneyimler edinip yeni şeyler ediniyorum. Yeni gruplar ve şarkılar da bunlar arasında. Bu yıl gittiğim Almanya’daki kampta da Richard Cheese’i böyle keşfettim. Sevgili Julie’nin CD’siyle kulağımı ziyaret etmeye başlayan bu şarkıcı, normal bir müzik yapmıyor. Nasıl yani?
Richard Cheese takma adını kullanan Mark Jonathan Davis aslında bir komedyen. Amerika’da her yerde bulunabilen bar stand-up’çılardan biri aslında kendisi. Ama farkı, Lounge Against the Machine adlı grubuyla modern pop, rock, rap parçalarının lounge versiyonlarını ya da amiyane tabirle kaplamalarını yapıyor. Yine mi anlamadınız? ‘Rape Me’nin Frank Sinatra tarafından söylenildiğini düşünün. Şimdi kafanızda bir şeyler canlanmaya başlamıştır eminim.
Richard Cheese’i sevmemin asıl nedeni iki türü de aynı zevkle dinliyor oluşum. Yani Frank Sinatra, Nat King Cole’u Nirvana, Gun’s N’Roses, U2 kadar zevkle dinliyorum ve Cheese bu iki türü harika biçimde birleştiriyor. Mesela Nirvana’nın ‘Rape Me’si ya da U2’nun ‘Sunday Bloody Sunday’ini nerdeyse orijinaliyle yarışacak şekilde yorumluyor. Daha bir sürü şarkıda harikalar yaratıyor ve o şarkıya yepyeni bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Bu arada şarkıları kısa tutmaya özen gösteriyor ve böylece abartıp baymıyor. Örneğin, Kelis’in ‘Milkshake’ini sadece 48 saniyede yorumluyor.
Ayrıca, komedyenlik yeteneğini konuşturup şarkılarla ve asıl yorumcularıyla dalgasını da geçiyor. Britney Spears’ın ‘Crazy’si bu yönden süper bence. İşte şarkıdaki monolog: “You know, ladies and gentlemen, Britney Spears is such a remarkable recording artist. She’s not a singer, she’s a writer, she’s a composer her own music, she produces her own albums, she directs, she pornographs, she is, a virtue industry called, an artist, she’s so multi-talanted, so… so… so… God, I’m wanna fuck her!” Fazla mı sizce? Bence çok yerinde. Eğer çok küfür sevmiyorsanız, dinlememeniz sizin için yararlı olacaktır. Çünkü çoğu şarkısında ‘Fuck’ kelimesi açık biçimde geçiyor. Aslında böyle olmasının asıl sebebi Amerikan müzik piyasasının aynı eğilim içinde olması ve bir komedyen olarak Cheese’in bunları kullanması. Başka bir detay da çoğu rock, rap şarkısında arada yuvarlanıp fazla işitilmeyen ‘Fuck’ kelimesinin lounge türünde aşikar olması.
Bu arada ‘Star Wars Catina’, ‘We are the World’ gibi çok eğlenceli parçaları da bulunmakta. Bahsedilmeye değer diğer önemli şarkılarıysa: The Clash-‘Rock The Casbah’, Pink Floyd-‘Another Brick in the Wall’, Madonna-‘Material Girl’, Radiohead-‘Creep’, Michael Jackson ft. Paul McCartney- ‘Girl is Mine’, Michael Jackson-‘Beat It’, Outkast-‘Hey Ya’, Blink 182-‘What’s My Age Again’, Frankie Goed to Hollywoord-‘Relax’, Oasis-‘Wonderwall’.
Richard Cheese’in farklı bir şey yaptığı açık. Belki herkese hitap etmiyor olabilir ama kendi yarattığı alanda çok güzel bir iş çıkarıyor. Düğünlere de çıktığını öğrendiğim Cheese, performansıyla bambaşka deneyimlere kapı açabilecek biri. Keşke Türkiye’ye gelse de, şöyle eğlencelisinden 2-3 saat geçirsek. Fena mı olur?
Son Yorumlar