Başlangıç > eleştiri, fikir, film eleştirisi, popüler > Spider-man: Across the Spider-verse: Kuşak çatışması üzerine konuşmamız gerek!

Spider-man: Across the Spider-verse: Kuşak çatışması üzerine konuşmamız gerek!

Filmekimi’nde (2013) o kadar kaliteli sinema eseri izledikten sonra neden bir süper kahraman filmi üzerine yazdığımı sorgulayanlar olabilir. Tavsiyem, önyargılarınızı bir kenara bırakmanız. Marvel sayesinde seri üretim, içi boş süper kahraman filmleri sinema salonlarını istila ettiğinden türün itibarı yerle bir olmuşsa da sonuçta bu da bir hikâye anlatım biçimi. Üstelik mitoloji sayesinde en eskilerinden biri.

Marvel’in Sony ile ortak tescile sahip olması yüzünden Örümcek Adam’ın beyazperde öyküsü, diğer süper kahramanlardan farklılaşıyor. Son 20 yılda, sıfırdan yapılan üç farklı film serisinin haricinde, bir de Sony Animations bünyesinde bir animasyon film serisi başlatıldı 2018’de (Disney’in Marvel’e sahip olması durumu daha da absürdleştiriyor). Hikâyenin peşinde koşan bir sinema manyağı olarak, bu yeni animasyon serisini çocuklara yönelik bir para tuzağı olarak düşünmüştüm. Ta ki senaryodaki Christopher Miller ve Phil Lord imzasını görene kadar!

The Lego Movie (2014) ile bir ticari markadan uyarlanan bir filmin de eleştirel ve kaliteli bir sinema eserine dönüşebileceğini kanıtlayan bu ikili, Örümcek Adam’ın animasyon serisinin başına geçmişlerdi. Üstelik Örümcek Adam’ları siyahiydi! Nitekim Spider-man: Into the Spider-verse (2018) herkesin süper kahraman olabileceğini ama bu yeteneği sevgi, empati ve vicdanla harmanlamadan bir manası olmadığını vurgulamasıyla (ve tabii sağlam senaryosu ile çizgi roman estetiğine yaslanan görselliğiyle de) açık ara en iyi Örümcek Adam filmi olmuştu.

Yaz başında gösterime giren devam filmi, hikâyeyi devam ettirmenin yanında onu bir yelpaze gibi daha da açıyor.  Artık paralel evrenlerin sadece birindeki Örümcek Adam olduğunun bilincine varmış olan Miles Morales; hem mahallenin süper kahramanı, hem okulda başarılı bir öğrenci, hem de ailesinin sorumlu çocuğu olmaya çalışmaktadır. Üstelik ergenliği sağ olsun, iletişim kuramadığı başka bir paralel evrendeki Örümcek Kadın Gwen Stacy rüyalarını süslemektedir. Tüm bunları beraber yürütmeye çabalamak onu zaten gererken üstüne evebyenleriyle sağlam bir kavga eder ve aynı anda Gwen camında belirir. Gwen’e göz kulak olayım derken de kimseye haber vermeden başka bir paralel evrene geçer.

Marvel’in Andrew Garfield ve Tom Holland’lı son iki Örümcek Adam serisi dümdüzdür. Sadece beyaz, eğitimli ve medeni bir ergenin maceralarını izleriz. Bırakın dünyadaki herhangi bir ciddi konuya dokunmayı, gençliğin sorunlarına bile değinmez. Animasyon serisinin ilk filmi ise ergenliğe girme ile başlayan kimliğini sorgulama sürecine “Bir süper kahraman ne yapar, sorumluluğu nerede başlar/biter?” sorularını ekleyerek 21. yüzyıl gençliğine hitap ediyordu.

Antik Yunan’dan beri kuşak çatışması üzerine düşünülmüş, yazılmış olmasına rağmen, yaklaşık 100 yıl önceye kadar bu çatışmanın dinamikleri az ya da çok aynıydı. Çünkü bir kuşakta teknolojik olarak ve diğer açılardan pek bir şey değişmiyordu, değişse de tek parametrenin ufak bir değişiminin ötesine geçmiyordu. Lakin son 100 yılda bir sürü değişiklik eşzamanlı yaşandı. Bir kuşağın büyüdüğü dünya ile çocuklarınınki arasında devasa farklar var artık. Hatta 10 yılda bile kullanılan aletlerden, dinlenilen müzik türlerine bir çocuğun algı dünyasına girenlerden, iş yaşamına bir süre şey değişiyor. Lakin insan türünün fizyolojisi, psikolojisi, sosyolojisi aynı hızda evrimleşmiyor. Bu da sıradan bir “Bu gençler de çok değişti artık!” serzenişinden çok daha öte bir çatışmaya işaret ediyor. Kısacası 1970’lerde doğan biriyle, 2000’lerdekinin dünyaya bakışı çok farklı ve bu fark 21. yüzyıla şu an umursandığından çok daha fazla etki edecek.

Spider-man: Across the Spider-verse’ün (2023) ilk yarısında neredeyse herkes Miles’a çocuk gibi davranıp ona ne yapması gerektiğini dikte etmeye çalışıyor. Bireyselleşmeye ve kişisel özgüvene yapılan aşırı övgü sayesinde çağımızda ilkokul çocukları bile söz dinlemezken, süper kahraman olduğunun bilincinde bir ergene sıradan bir çocukmuş gibi davranınca işler bir noktada çığrından çıkıyor ve Miles, herkesin dediği ne varsa tersini yapmaya başlıyor.

Film, bu aşamadan sonra bambaşka bir viraj alıp kendi içinde tekrar kırılırken tüm bunları toparlamayı 2024’te gösterime girecek üçlemenin son filmine bırakıyor. Bu açıdan bana fena hâlde Back to the Future serisinin (1985-1990) ikinci ve üçüncü filmi arasındaki bağlantıyı hatırlattı ki ne tesadüftür, bu popüler seri de kuşak çatışmasının teknolojik gelişmelerle katmerlenmesi hakkındadır.

21. yüzyılda yeni nesillerin topluma entegrasyonu, en az yapay zeka kadar önemli bir konu ama bırakın 50 yaş üstünü, kendi yaşıtlarımın bile bu konuyu çok küçümsediği kanaatindeyim. Buradaki kritik nokta da, filmin çok hoş bir şekilde görselleştirdiği üzere, yeni nesillerin eskilere uymasının tek mantıklı yol olduğu düşüncesinin artık bir kenara bırakılması gerektiği. Onların bize ayak uydurmaya çalışması kadar, belki de daha fazla, bizim onlara ayak uydurmamız gerek.

Yorum bırakın