Başlangıç > eğlence, gezi yazısı, mekan > Rusya Macerası – 3: St. Petersburg (2)

Rusya Macerası – 3: St. Petersburg (2)

Seyahatimizin üçüncü gününe tren bileti alma stresiyle başladık. Kahvaltıdan önce bilet işini halletmek istediğimizden, hostelden direkt merkezdeki bilet acentasına gittik (Bir gün önceden yerini öğrenmiştik). Acentaya girdiğimizde oldukça büyük bir hol ile karşılaştık. Bu holde karşılıklı olarak neredeyse 20 gişe vardı. Ama yabancı olduğumuzu anlayan gişe görevleri bizi almaya yanaşmadı. Bunların neredeyse hepsi de 40 yaşın üstündeki bayanlardı. En sonunda birisi halimize acıyıp ‘gelin’ işareti yaptı. Doğal olarak İngilizce bilmiyordu ve Rusça konuşmaya başladı. Ozan, bildiği 6-7 kelimelik Rusçası’yla anlaşmaya çalıştı, bunların yanına işaret dilini de ekleyerek 🙂 o çarşamba günü Moskova’ya gitmek istediğimizi anlatabildi. Sonrasında, bayan bize ekranını çevirdi ki herhalde 15 yıldır böyle bir ekranla karşılaşmamıştım. Gençler hatırlamaz 🙂 Windows 3.1 günlerinden kalma bir arayüz bizi selamladı.  Orada en ucuz bilete işaret etti ama saatlerden bu trenin 13 saat sürdüğünü anlamak zor değildi. Bir şekilde hızlı tren istediğimizi anlattık. Saat ve ücret konusunda da anlaşınca zor bölümü atlatmış olduk ki bu kısım bir 10 dakika sürdü herhalde. Ardından pasaportlarımızdan bilgilerimizi sisteme girdi, kredi kartımdan ücreti çekti ve biletleri bastırdı. “Bu kadar yapmışken Trans-Sibirya biletlerini de alalım.” dedik ve benim Türkiye’de bastırdığım e-bilet çıktılarını (bunlar, gerçek bilet olarak sayılmıyor) verdim. (E-bileti siteden nasıl aldığımı yazı dizisinin ilk kısmında aktarmıştım) Bunları görünce, hiç soru sormadan, gerçek Trans-Sibirya biletlerimizi de verdi.  Anladık ki Rusça bilmeden Rusya’da tren bileti almanın en güzel yolu, internetten alıp çıktısıyla gişeye gitmek.

Tabii artık bayağı acıkmıştık. Acentadan çıkınca kahvaltıya uygun en yakın yere kendimizi attık. Bushe, gayet şık bir fırın. Zaten sonradan Petersburg’taki en iyi kahvaltı mekanı olduğunu öğrendik. Ben o açlıkla iki sandviç ile portakal suyu aldım. Gayet de lezizdi, 500 ruble (30 TL) civarında bir miktar ödedim (sandviçler kocamandı). Karnımızı doyurunca artık güne başlama zamanı gelmişti.

Kanala giderek buradaki iskeleden (Hermitage’ın önünde iki tane var) Yazlık Saray’a gitmek için motora bindik. Bu motor, gidiş-geliş 1100 ruble ama öğrenciye 800 ruble (ben yine İTÜ Mezun Kartı’mı yedirdim :)) Hava o gün yine çok sıcaktı, motorun da her yeri kapalıydı, tabut gibi. Adamlarda sadece 10 gün sıcak olduğundan motoru da soğuğa göre tasarlamışlar lakin içeride resmen hava alınmıyordu. Hareket edince biraz hava geldi de serinledik, ardından sızmışım. 40 dakika sonra yolculuk bitince uyandım.

IMG_6456Yazlık sarayın önündeki ana fıskıye

peterhofSaraydan iskeleye doğru bakış

Çar’ın Yazlık Sarayı yada diğer ismiyle Peterhof, St. Petersburg’u da kuran dönemin çarı Büyük Peter tarafından 1715’te inşasına başlanan bir yapı. Amacı, çarın limana geliş gidişlerinde kullanması ve dinlenmesi için bir yer olması. Tabii bu amacı sonradan hayli aşıyor çünkü Versay ile yarışan bir saray haline getirttiriliyor. Bahçesindeki görkemli havuzlar ve fıskıyeler bunun göstergesi. Bilhassa iskeleden saraya yürürken yanından geçtiğiniz havuzlar ve devamındaki altından heykellerle dolu kocaman fıskıyeler ‘görkem’ kelimesinin altını kalın çizgilerle çiziyor resmen. Biz biraz bahçede gezindikten sonra sahilde bir yere çöktük. Biraz dinlendikten sonra, Ozan ile Onur bahçeyi daha fazla gezmek istedi. Dedim “Ben buradayım, hiç dolanamayacağım.” Zaten ayakkabıyı ve çorabı çıkarıp rahatlamışım, karşımda Baltık Denizi, hafif de esiyor. Biraz daha uzandım, ardından not defterimi çıkarıp yazmaya başladım. Yazmak için harika bir yer ve zamandı.

IMG_6461Peterhof’un bahçesindeki bir havuz

IMG_6476Bahçenin başka bir köşesindeki ev

1 saat geçti, geçmedi benimkiler geldi. Toparlandım, iskeleye doğru yavaştan yürümeye başladık. Bindik yine tabutumsu motora. Kalkar kalkmaz yine uyumuşum, uyanırken yanaşmak üzereydi motor.  İnerken uyku sersemliğim üstümdeydi. Biraz içeri doğru yürüdükten sonra iyi bir yerlerde yemek yiyelim dedik.

peterhof2Sahilde yazarken bendeniz

Trip Advisor sayesinde yakınlarda Zoom Cafe diye bir mekan olduğunu öğrendik. Yorumlarda “Kapıda bekleyebilirsiniz ama inanın değecek!” gibi ifadeler vardı. Biraz yürüdükten sonra sorunsuz bulduk. İçeride yer vardı, gayet de güzel bir yere oturduk. Öncelikle insan dekorasyona bakıyor ki çok şirindi. Her yere ufak ufak oyuncaklar, kitaplar koymuşlar. Her masada da çeşitli boyama kalemleri var, böylece önünüzdeki servis kağıdına resim çizebiliyorsunuz. Mesela Onur, benim Mojito içerken ki halimi çizdi. 🙂 Menüsü de çok şirin, ilk sayfasında şöyle bir ifade var ki çok beğendim: “Biz de bayağı geziyoruz ve gittiğimiz yerlerdeki lokantaları gözlemliyoruz. Burada evinizden çok uzakta olabilirsiniz. Amacımız sizi rahat ettirmek ve en iyi hizmeti vermek.” Ben yemek olarak Borsch çorbası, dana straganof ve çilekli-kakaolu pasta aldım. Hepsi çok lezizdi. Bilhassa pasta muazzamdı, giderseniz mutlaka tatlı alın. İçecek olarak da 2 tane Alkolsüz Mojito aldım. Bunu bildiğimiz gazozun içine bol nane ve limon koyarak yapmışlar ki tadı çok hafif ve ferahlatıcı. Kısacası Zoom Cafe harika bir seçimdi, St. Petersburg’ta mutlaka uğranacak mekanlardan biri. (Hesap adam başı 1000 ruble civarında geldi)

mojitomojito2

Zoom Cafe’de biri gerçek, biri çizgi iki Artun

Ardından biraz da gece hayatına bakalım dedik ve Jimi Hendrix Blues Club’a gittik. Burası çok ufak bir yer ama ses sistemi çok iyi. Hele bizdeki mekanların leş ses sistemlerini düşününce farkı anlıyorsunuz. O gece Jam Sessions vardı, lokal sanatçı ve gruplar sırayla çıkıp kafalarına göre çalıyorlardı. Gayet de iyi çalıyorlardı, bilhassa mızıka ve gitarları gayet iyiydi. Çok eğlendik çünkü içlerinden gelen saf müziği yapıyorlardı, eğlendirme amaçlı değil. 2-3 saat kaldık herhalde mekanda. Hostele dönerken şöyle ilginç bir olay oldu: Gecede sadece 1 şarkı çalmak için gelen, gayet başarılı bir bas solo atıp giden 50’yi geçkin bir adam vardı. Hatta giderken Onur’a “Adam ne kadar meşgul ki sadece 1 şarkı çalabildi.” demiştim, düşüncem başka bir mekana gittiğiydi. Dönüş yolunda bir kilisenin yanından geçerken aynı adamı gördük, adam gitap çalıp para topluyordu kaldırımda. Bayağı şaşırdık.

jimi-hendrix-blues-clubJimi Hendrix Blues Club’ta Jam Sessions

Ertesi sabah güne yine Bushe’de kahvaltıyla başladık. Sonra yürüyerek kentin doğusunda bulunan Dostoyevski Müzesi’ne gittik. İçeride öğrendiğimize göre burası, Rusya’daki 7 Dostoyevski Müzesi’nden biri. Dostoyevski sıklıkla ev değiştirdiğinden galiba kaldığı her evi müze yapmışlar. İki sokağın keşişiminde bulunan bu 2 katlı evde, Dostoyevski ünlü başyapıtı Karamazof Kardeşler‘i yazmış. Eve bodrumdan giriyorsunuz. 100 rubleden az bir ücreti gişeye ödeyip yukarı çıkıyorsunuz. Çıktığınızda sağda kalan oda, küçük bir Dostoyevski sergisi. Oda karanlık, duvarlar tamamen camekan, camekanın içinde de çeşitli resimler, objerler ve kitap sayfaları var. Ne yazık ki hepsinin açıklamaları Rusça olduğundan sadece bakmakla yetiniyorsunuz.

dostoyevskiDostoyevski ve ben

IMG_6523Sergi odasından

Diğer odalar ise Dostoyevski ve ailesinin kullandığı şekilde muhafaza edilmiş mobilyalardan oluşuyor. Allah’tan buraya İngilizce yazı koymuşlar da biraz bilgileniyorsunuz. Dostoyevski’nin çalışma masasını gördüğünüzde üstünde dolu çay bardağı göze çarpıyor. Meğerse Dostoyevski yazarken -ki genelde geceleri yazarmış- durmadan çay içermiş. Diğer yazılardan da çocuklarına ne kadar düşkün olduğu, onlar hastalanınca ne kadar üzüldüğü gibi gündelik hayattan bilgiler vardı.

IMG_6552Dostoyevski’nin çalışma masası

Çıkışta metroyla merkeze döndük. Gezmediğimiz tek önemli turist mekanı olan St. Isaac Katedrali’ne gittik. Bu katedral, dünyanın en yüksek üçüncü kubbesine sahipmiş. Bana bir şey ifade etmediğinden 🙂 kapıda bekledim. Ozan içeri girdi, gayet görkemli olduğunu söyledi. Bu arada sadece burada biletler turistler için daha pahalı!

IMG_6565St. Isaac Katedrali’nden bir kare

Ardından Subway’e giderek öğlen yemeğini hallettik ve dinlenmek için Tavşan Adası’na gittik. İlk gün yaptığımız gibi sele serpe uzanarak biraz uyuduk, bolca dinlendik. Akşam vakti olunca, biraz uzatmalı olsa da (çünkü uzun süre nerede yemek yiyeceğimize karar veremedik) merkeze biraz uzak olan Brugge Belgian Gastronomic Pub’a gittik. Burası kaliteli bira sevenler için benzersiz bir mekan. Dekoru, Avrupa’daki klas publar şeklinde dizayn edilmiş. Bira menüsü gayet geniş. Ben bir draft bira aldım, ortaya patates kızartması söyledik. Sonradan bir Borsch Çorbası aldım. Lakin çorba denince öyle bizdeki küçük kaselerden geldiğini zannetmeyin. İçinde bakliyatı, nişastası, proteini ve parça parça eti olan koca bir kase geliyor, gayet doyuyorsunuz. Ana yemek yemememize rağmen adambaşı 1000 rubleyi geçkin hesap geldi, biraz tuzlu bir yer yani.

GELECEK YAZI: Moskova hızlı treni, Moskova metrosu, otelimiz, Belaruskaya, Uzay Müzesi, Sovyet Silah Müzesi, Kremlin, Kızıl Meydan,…

Fotoğraflar: Can Ozan Karakulak, Onur Son

Yorum bırakın