Başlangıç > aşk filmi, eleştiri, film eleştirisi, ilişki > Past Lives: 21. yüzyılda aşk hâlâ mümkün mü?

Past Lives: 21. yüzyılda aşk hâlâ mümkün mü?

Tarihte küreselliğin ve bireyselliğin en fazla arttığı çağda yaşıyoruz desem, eminim çoğunuz bana katılacaktır. Fizikî sınırların bazı açılardan anlamsızlaştığı bu çağda, bireyler de -daha önce hiç olmadığı kadar- kendi yaşamları üzerinde karar verme özgürlüğüne sahip. Yeterli paranız ve/veya eğitim altyapınız varsa istediğiniz ülkede, istediğiniz şekilde yaşayabilirsiniz (en azından teoride). Böyle bir dünyada birine bağlanarak diğer seçeneklerin tümünden vazgeçmek ne kadar olası sizce?

Kore asıllı Amerikalı Celine Song’un, kendi anısından yola çıkarak yazıp yönettiği Past Lives (2023), aslında doğrudan bu soru üzerine değil. 12 yaşında Kuzey Amerika’ya ailesiyle göç eden Koreli Nora’nın yıllar sonra, taşınmadan önce çıktığı çocuk olan Hae Sung’la ilişkisini konu alıyor film. Aradan 12 yıl geçince internet üzerinden uzun mesajlarla arayı kapamaya çalışan çift, Nora’nın ilişkiye de dönemeyen (çünkü paraları uçağa yetişmeyecek kadar öğrenci ve gençler) bu durumdan sıkılarak kariyerine odaklanmak istemesiyle bir 12 yıl daha kopuyor. Lakin artık Nora bir Amerikalı’yla evlidir ve New York’ludur. Hae Sung ise Nora’yı ilk günkü kadar sevmektedir ve sırf onu görmek için New York’a gelir.

Filmde iki ana çatışma unsuru var: İlki, her aşk hikâyesinde olduğu gibi kadın-erkek çatışması. İki cinsin de ilişkiden, hayattan, toplumdan beklentileri farklı. Bu, her zaman böyleydi zaten ama çağımızdaki farkı, bireysel haklarını elde etmeyi başaran kadının artık kendi isteklerini -eskisine göre daha özgürce- elde edebilmesi. Böylece kadın-erkek ilişkileri artık dengelendi diyebiliriz.

İkinci çatışma da kültürel farklar ki film, esas bunun üzerinde duruyor ama ilk çatışmanın buna eklemlenmesi kaçınılmaz. Nora; Kore’de doğsa da 12 yaşından beri Kuzey Amerika’da yetişmiş, kendi ayaklarının üzerinde duran, özgüveni yüksek, tam bir 21. yüzyıl modern kadını. Hae Sung ise -Nora’nın kocasına deyişiyle- ‘tipik bir Kore erkeği’. Evlenmediği için hâlâ ailesiyle yaşayan, evlenmek için para biriktiren, bu sebeple sevmediği bir işte çalışan, yetiştirildiği geleneklere uyan bir erkek. Bu gerçekler ışığında, aralarında fiziksel bir çekim olsa da Nora’nın her şeyi bırakıp Seul’de evinin kadını olma ihtimali var mı?

Filmin -beklentimin tersine- romantik olamaması da bu yüzden. Nora açısından olay o kadar net ki Hae Sung’ın tüm doğulu duygularına rağmen ikisi arasındaki ilişkide kıvılcımı hiç göremiyoruz (neyden bahsettiğimi merak edenler Fa Yeung Nin Wah’a (In the Mood for Love – 2000) bakabilir). Lakin Nora ile kocası Arthur arasındaki ilişki çok daha gerçekçi ve canalıcı. Bana dokunan sahneler de ikisi arasındakiler oldu. Arthur o kadar ‘an’da ve eşini o kadar iyi tanıyor ki bu ‘çocukluk aşkım hâlâ bana âşık’ olayına sadece bir hikâye gözüyle bakabiliyor ya da Nora’nın istediği an onu terk edebileceğinin ama bunun onun açısından mantıklı/elverişli olmadığının farkında. Mesela Nora, “Seni terk edip onunla gidersem ertesi günkü provamı kaçırmış olurum” derken Arthur’un yüzündeki gülümsemeyle karışık düşünceli ifade çok çarpıcı.

Past Lives çağımızın hızlı ve sorunlarla dolu yaşantısında ilişkilerin de bunlardan muaf olamayacağını gösteriyor. Oysaki partnerini tanımak zaman ve emek istiyor. Ayrıca birey zaten bir sürü sorunla eşzamanlı boğuşurken bir de partnerininkilerle uğraşmak istemiyor ya da en azından bunun asgari düzeyde kalmasını umut ediyor. Çevremizde veya magazin köşelerinde gördüğümüz yüzeysel ilişkiler veya boşanmayla/ayrılıkla biten senelik ilişkiler bunun göstergeleri. Çağımızda aşk tabii ki mümkün ama şartlarının çok değiştiğini de kabullenmeliyiz.

Çekildiği dönemi ve dinamiklerini hesaba katmayan filmler, bu yüzden unutulmaya mahkum oluyor. Yine aşk filmleri üzerinden gidersek akılda kalan filmlerin çekildiği dönemden taşıdığı izleri hemen fark ederseniz. Casablanca (1942) 2. Dünya Savaşı’nın tekinsizliğini yansıtır, The Way We Were (1973) Soğuk Savaş’ın iki kutupluğuyla kadının sosyal hayatta özgürleşmesini ilişki dinamiklerine izdüşürür, Bergman’ın başyapıtı mini dizisi Scener ur ett Aektenskap (1974 – Scenes from a Marriage) 70’lerdeki bireyselleşmenin sonuçlarını gösterir, Ömer Kavur’un Kırık Bir Aşk Hikâyesi‘nde (1981) 12 Eylül’ün gölgesi vardır, Nick and Norah’s Infinite Playlist (2008) 2000’li yıllarda genç olanların anlam arayışını ve sosyal medyanın yükselişini gösterir.

Liste daha çok uzar gider. Lakin İstanbul için Son Çağrı (2023) gibi teknik imkanlara sahip ama zihnen 20. yüzyıldan çıkamamış filmlerdeki aşk çok yapay geliyor bana. Oysa Past Lives‘ı gelecekte izleyen biri, 2020’li yıllarda aşkın nasıl yaşandığını görebilecek. Günümüzde izleyen birisi için ise içinde yaşadığı çağı sorgulamak ve dingin bir film izlemek adına iyi bir fırsat.

Yorum bırakın