Paris Notları

  • Paris’te ilk karşılaştığım olay, banliyö trenindeki 1.5 saatlik rötar oldu. Trenin içinde ağaç misali beklemek zorunda kaldık. Makinist açıklama yapsa da Fransızcam olmadığından anlayamıyordum. Ertesi gün, bir Parisli’ye durumu sorduğumda, trenlerin durumunun belirsiz olduğunu, kimi gün grev kimi günse teknik arıza nedeniyle rötar yaptığını anlattı.
  • Paris’e 3 yıl önce de geldiğimden bu sefer daha rahat olacağımı kestirebiliyordum. Çünkü Louvre, Orsay gibi tüm önemli müzeleri zaten gezmiştim. Sadece yürümek ve rahatlamak istiyordum ki amacıma az çok ulaştım.
  • Bu arada geliş sebebim aslında ESI Group’un düzenlediği VA One Users 2013 (VAUC 2013) konferansıydı. 2 gün boyunca süren konferans, ünlü Champ Eleyyse Bulvarı üzerinde Pavillon Ledoyen adlı küçük ama eski bir mekanda düzenlendi. Küçük konferansların ve davetlerin düzenlendiği şık bir mekandı. Öğle yemekleri de burada yenildi.

VAUC Conference 2013 049

Mekanın girişinde konferans katılımcılarının toplu fotoğrafı (soldan 3. kişi de bendeniz)

  • Yediğim öğle yemekleri için tek kelime söyleyecek olsam sadece klas derdim. İlk günkü menüde egzotik meyvelerden oluşan bir kokteyl tabağı (tek beğenmediğimdi), özel soslu ve kızartılmış cipsli tavuk, enfes bir limonlu tart vardı. Yanında beyaz şarap ve su ikram ediliyordu. Son olarak makaron ve küçük meyveli kekle kahve verdiler. İkinci gün ise kavun ve böğürtlenden oluşan karışık bir meyve tabağı, beşamel soslu bir balık (alabalık olabilir) ve krem şantili bir tür tatlı vardı.

VAUC Conference 2013 020

Konferansın başlangıcı (Acaba ben nerdeyim? 😀 )

  • İşin eğlence kısmını bırakırsak konferans az katılımlı ama son derece yüksek seviyeliydi. Airbus, Land Rover, BMW, Alström gibi firmaların NVH müdürleri gelmişti. Yapılan sunumlar ciddi olarak AR-GE’nin aslında ne olduğunu anlatıyordu. Türkiye’de bizim yaptığımız çalışmaların ne kadar kısa vadeli, az gelişmiş ve sıradan olduğunu görebiliyorduk. Türkiye’den tek katılanın bizim şirket olduğunu belirtmeme gerek yok herhalde. Zaten çoğu bizi önemsemedi açıkçası ne Hexagon Studio’yu ne de Karsan’ı duymuşlardı. Lakin bence bu tarz konferanslara katılmak, gelecek açısından önem teşkil ediyor.

VAUC Conference 2013 037

Konferansın açık ara en iyi sunumunda Dr. Arnaud Duval, Faurecia’nın yeni projesini anlattı

  • Yapılan sunumlar 10-15 yıllık hedefler çerçevesinde yapılan çalışmalardı. Hemen hepsini tek kişi sunsa da grup çalışmasıyla yapıldıkları özellikle belirtildi. Zaten hepsi de kendi sektörlerine yenilik getirecek olan akademik bazlı çalışmalardı. Mesela Airbus NVH Müdürü sunumunun sonlarına gelirken, anlattığı yeniliklerin 2050 civarında piyasaya çıkacağını belirtti. Kısa bir kıkırdama olsa da çok şaşılmadı. Çünkü geleceği tasarlıyordu orada bulunanlar.
  • İlk günün akşamı konferansa katılanlar için yemek verildi. Seine Nehri’nde turlayan bir tekne içinde yedik. Masamdaki en küçük, en deneyimsiz ve en bilgisiz kişiydim. Zaten en sona oturdum, solumda Airbus NVH Müdürü, karşımda yarı zamanlı profesör/ESI Group’un teknik müdürü oturuyordu. İkisi arasındaki konuşmalar gerçekten enterasandı. Gençlerin ne kadar maymun iştahlı olduğunu ve şirketlerin bilgiye/tekniğe ne kadar az değer verdiğini örnek vererek tartıştılar. Nasıl utandığımı anlatamam size, yaklaşık 5 senelik bir mühendisim ama onların yanında bir hiçtim resmen.

VAUC Conference 2013 052

İlk günkü akşam yemeği. Kodamanlardan bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.

  • Bu arada Seine Nehri gezisi ve yemeği, Paris’i gezmek adına hiç şart değil. Onun yerine ayaklara kuvvet dolanmanız daha mantıklı olur. Yine de farklı bir aktivite tabii.
  • Bu sefer 2010’daki gezimde gidemediğim Versailles Sarayı’na gittim. Saray, Paris’in oldukça dışında, banliyö treninin son durağında. Sarayı görene kadar zamanında neden bu kadar dışarıya yapıldığını merak etmiştim. Meğerse zamanın kralı öyle bir saray yapmış ki Paris’in içine yapsa, kentin yarısı saray olacakmış.

DSC_0170

Hem Paris’te hem New York’ta olmak 😛

  • Versailles Sarayı uzaktan bakınca bile devasa ve şaşaalı bir yapı. Çevresinde de büyük ihtimal müştemillat binaları olan kacaman köşkler bulunmakta.
  • Biz girerken kapıdan upuzun bir kuyruk vardı ki oldukça tırstık açıkçası. Güneşin altında bu kadar beklemeye değer mi, diye. Neyse ki engelli olmamın avantajı yardımıyla ücretsiz ve yan kapıdan (sıra beklemeden) girdik. (Diğer türlü oldukça hayıflanırdım, sebebi sonraki maddede)
  • Versailles Sarayı sanırım Avrupa’da gördüğüm en gereksiz müze! Çünkü sarayın içi o kadar şatafatlı, şaşaalı ve rüküş ki 5 dakika içinde iğrenmeye başladım. O kadar ki kendinize şunu mecburen soruyorsunuz: “Bir insanoğlu bu kadar para harcayıp neden böyle bir evde oturma ihtiyacı hisseder?” Soruda oldukça ciddiyim. İsterseniz alemin kralı, dünyanın en zengini olun, yine de gereksiz! Hem de çok! Bu gereksizliğin sebebi de sonraki maddede:
  • Versailles’e yaptığım ziyaret tam Gezi Olayları’nın 1. haftasındaydı ve aklım tabii oradaydı. İster istemez gördüğünüz şeylere bakarken, o zaman zarfında aklınızda olan şeyin de etkisi hissedilir. Versailles’ı gördükten sonra düşündüğüm ve dillendirdiğim ilk cümle de şuydu: “Adam, resmen bana ihtilal yapın diye bağırmış!” Halkınız sefalet içinde yaşarken (bkz. 18. yüzyıl Fransa’sı) siz böyle bir kompleks (bina yada saray demek içimden gelmiyor) yaptırırsanız, bunun acısı er ya da geç çıkar. Nitekim, zamanın kralı sarayı Paris’ten olabildiğince uzağa da yaptırsa halkın garezinden kurtulamayıp tarihteki ilk ihtilali yaşayıp ölümle tanışmış.
  • Kompleksin tek gezilesi yeri bahçesi. Aslında buraya ‘bahçe’ demek haksızlık olur. 1 günde bile gezemeyeceğiniz, içinde birkaç tane koru, 2-3 gölet olan devasa bir parktan söz ediyorum.

DSC_0205

O muazzam parklardan biri (Gezi de böyle olmalı, insanlar orada nefes almalı)

  • Bu bahçeleri gezmek gerçekten çok keyifli. Koşanlar, yürüyenler, çimenlerde uyuyanlar, yatıp kitap okuyanlar, bebek gezdirenler, piknik yapanlar (mangal yok tabii 🙂 ),… Doğayla iç içe, hayat dolu bir ortam!
  • O akşam Paris içinde gezinirken Lükemburg Bahçeleri’ne girdik. Burası da Paris’in göbeğinde devasa bir park. Ana göletin çevresine sayısız sandalye atılmış. Buralara oturup konuşabilir, dinlenebilir, güneşlenebilir, doğanın tadını çıkarabilirsiniz. Hayran kaldım. Zaten Paris’te en çok şehir planlamasına ve parklarına hayıflandım.
  • Parkın çıkışında, küçük bir sokak etkinliğine rastladık. Tanınmamış şair ve yazarların fanzin ve az sayfalı kitaplarının satıldığı küçük bir kitap fuarıydı. Oldukça şirin ve samimiydi.
  • Ertesi gün, Yılmaz Güney’in mezarını zirayet etmek için Pere Lachaise Mezarlığı’na gittim. Ama ne yazık ki bulamadım. Mezarlığın girişinde hangi ünlünün mezarının nerede olduğuna dair 2 harita veriyorlar lakin bu haritada sadece ada numaraları ve krokisi gösteriliyor. Adanın içinde mezarı bulmak size kalmış. İnanın Güney’i bulmak için 30 dakika uğraştım ve sonuçsuz kaldım. Keza Jim Morrison, George Melies ve Ahmet Kaya’nın mezarlarını da bulamadım. Sanırım bende sorun vardı.
  • Pere Lachaise Mezarlığı, dünyanın en popüler ve en turistik mezarlığı. Ben gittiğimde bir sürü turist yollarını aşındırıyordu. Önceki maddede saydığım isimler dışında şu isimler de aynı mezarlıkta uyuyorlar: Maria Callas, Chabrol, Chopin, Yves Montand, Max Ophüls, Edith Piaf, Balzac, Colette, La Fontaine (evet, o ünlü masalcı), Moliere, Marcel Proust, Oscar Wilde, …

DSC_0193

Eyfel’siz Paris olmaz!

  • Konferans sonrasında, yukarıda değindiğim Varsailles ve Pere Lachaise haricinde hiç belli bir rotamız olmadı. Arkadaşımla beraber ayaklarımızın bizi götürdüğü yerlerde bolca yürüdük, parklarda dinlendik, cafelerde oturduk. Daha çok bür yürüyüş tatili oldu desem yeridir.
  • Gittiğimiz cafelerde genelde bir kadeh viski ısmarlıyorduk. Şöyle ilginç bir gözlemim oldu: Viski bardağı (kalitesinden bahsediyorum) ve fiyatı, cafenin lokasyonuna göre değişiyordu.
  • Yemekler açsından pek iç açıcı konuşamayacağım. Kaliteli ve doyurucu bir yemek 40 eurodan başlıyor ve her bölgede bulunmuyor. Tavsiyem ya öğle vakti ya da 19.30 sonrası Centre Georges Pompidou çevresindeki küçük lokantaları denemeniz.
  • Saint Michel ve Saint Germain Bulvarları’nın kesişim bölgesindeki ara sokaklarda da farklı lezzetlere karşılaşabilirsiniz. Bu bölgede oturduğumuz bir mekanda hayatımda ilk defa ördek yedim. Gayet lezizdi.

20130609_120648

Strada Cafe’de pazar kahvaltısı

  • Son gün, uçaktan hemen önce kahvaltı etmek için Trip Advisor’ın tavsiyesiyle Centre Georges Pompidou’nun yakınındaki bir sokakta bulunan Strada Cafe’ye uğradık. Küçük ama çok samimi bir merkandı. Kruvasan, sıcak süt, taze portakal suyu, karışık (tavuk, buğday, domates, marul, vb.) kahvaltı kasesi, yumurta ve kekikli ekmek bulunan menüye 20 euro ödedim. Çok beğendim.
  • İş gezisi sebebiyle gittiğimden THY ile uçtum, şaşıracaksınız ama hayatımda ilk defa. Bilhassa yemek menüleri çok kaliteli.

Fotoğraflar: Şener YILMAZ – instagram: @yi1ma2sener (ilk üç tanesi hariç)

  1. hexo erdem
    05/07/2013, 22:35

    Artuncum monmareteye de uğrasydın, bi de mezarlıktaki görevliye türküm deyince yılmaz güneyin ve ahmet kayanın mezarını gösteriyor hatta bana zorla göstermişti. louvre’ı ben de begenmedim, st petersburga gitmek lazım saray görmek için…

  1. 28/01/2024, 16:22

Yorum bırakın