Arşiv
Yarışma ve Sonrası
Bu yazı yayınlandığında bir sürü kişi beni beyazcamda görmüş olacak ve herkesin kafasında farklı bir düşünce oluşacak. Bir önceki yazımda, yarışmaya kendim için katıldım derken ciddiydim. Yarışmayı yüz bin kişi izlediğini varsaysak (“Yetmiş milyon beni izliyor!” geyiği yapmayacağım) yüz bin farklı düşünce demektir bu. Oysa bunlardan kaçı benim önemlidir diye sorarsanız. Sıfır demem gerek.
Teoride kimsenin düşüncesinin benden daha önemli olmadığını bildiğim halde, zihin yine negatif düşünüyor. “Aman benim hakkımda ne derler?”, “Bana acırlar mı?”. “Acaba yanlış mı anlaşılırım?”, “Joker kullanmadığım için herkes üzerime çullanacak!”, … Peki ne kadarı doğru yada ne kadarını dikkate almalıyım? Bu düşünceler gerçekten beynimin düşünceleri mi yoksa zihnin ürettiği boş kaygılar mı?
Yayın saati yaklaştıkça kafamda düşünceler artıyor. Stüdyoya çıkarken bile aklıma gelmeyen sorular bunlar. Ama beynimim bir köşesi ısrarla direniyor: Başkalarının düşüncelerini dikkate alma, kendini birinci sıraya koy!
Bugün kafamda Andy Warhol’un ünlü sözü dolaşıp durdu: “Herkes 15 dakikalığına ünlü olacak!” Evet, bu gece çoğu kişi beni izleyecek ve ahkam kesecek. Yani? 1-2 hafta sonra kim hatırlayacak ki? Eminim, bir süre zarfında beni görenler bir sürü yorumda bulunacak. N’olmuş ki? Ben 10 gün önce olayı bitirmişim, çıkıp yarışmışım zaten. Kafamda muhasebesini yapıp bir kenara koymuşum.
Yine de buraya yazmam gerek: Neden hiç joker kullanmadığımı? (seyirci jokerini saymıyorum)
Benim borcum yok şükür, alacağım vereceğim de yok. O yüzden daha yarışmaya gitmeden, belli yere kadar risk alacağımı kafamda belirlemiştim. Benim için asıl önemli olan, orada heyecandan yoksun olarak kendim olarak yarışmaktı ve saçmalamamaktı. O yüzden çıkınca ve ilk 7 soru da kolay gelip hiç düşünmeden cevaplayınca ben rahatladım. Şu var, Kenan Işık’ın engelimi öne çıkarmak istemesini anlayınca rahatsız oldum biraz ve mevcut heyecanımı arttırdı ne yazık ki.* Ama soruları düşünmeme engel olmadı neyse ki.
Geldik 8. soruya: “Semerkant kitabı kimi anlatmaktadır?” Bana ters bir soru. Modern edebiyatı takip ettiğim söylenemez yazar adları dışında. Ama 2 şıkka indirmişken ve kaybedecek para ödülüm yokken risk almak istedim. Seyirci jokeri hataydı ama zaten hiç umursamadım. Sonuçta Semerkant’a Cengiz Han çok daha yakındı, Ömer Hayyam’dansa (yaşam yeri olarak). Son raddede yanlış cevaplayıp, 15000 TL’yi alıp çıktım. Allah bereket versin.
İçim oldukça rahat. Tek korkum gelecek saçma sapan yorumlar. Onların da bir çaresine bakacağım artık.
Benim için çok ilginç bir deneyim olduğunu söylemem gerek. Kendimle hesaplaşma adına ve bir nevi kendimi kanıtlama adına önemli bir adımdı.
Son olarak, herkes parayı ne zaman vereceklerini merak ediyor: Anlaşmaya göre yayından 90 gün sonra verecekler.
*: Bugün gördüm ki televizyonda, gazetelerde ve internette ‘engelli’ oluşum öne çıkarılıyor. Eminim ki yarışma sonrasında da bunu öne çıkaracaklardır. Kendini her zaman öncelikle ‘insan’ olarak tanımlayan biri olarak bu bakış açısı, bana çok ters gelse de; TV’nin bu pazarlama stratejisini çok da önemsemediğimi söylemem gerek. İsteyen istediği gibi düşünür, isyen beni aciz bir engelli olarak görür, isteyen bilgisini ve beynini kullanmaya çalışan bir insan. Size kalmış.
2012 Oscar Ödül Töreni Yorumları
Geçen yıl olduğu üzere, bu yıl da banttan izledim töreni. 2.5 saati biraz aşan töreni yaklaşık 10 dakika önce bitirdim. Çok sıcağı sıcağına bir yorum olsa da, iki unsurun öne çıktığını söylemem gerek:
- Çok-ulusluluk: Törende bolca Fransız, bir İranlı, bir Pakistanlı, bir İrlandalı, bir İtalyan, bol İngiliz ve Amerikan ödül aldı. Eminim başka uluslara ait ve benim bilmediğim kazananlar da vardır. Bilhassa A Seperation‘ın yönetmeni Ashgar Fahradi’nin konuşması bunu vurguluyordu. Dünyanın bilerek ve isteyerek kutuplaştığı günümüzde, dünyanın en kapitalist şovunda bunun üstüne durulması oldukça ilginç! Sanki kapitalizm, günah çıkarıyor. Politika arenalarında, sokaklarda, mitinglerde, gazetelerde dile getiremediğini eğlence dünyasına söyletti. Oscar’lara eğlence diye bakanlar, biraz da işin bu yönünü görebilmeli.
- Sinema nostaljisi: Malumunuz artık insanlar sinemaya çok gitmiyor. DVD’ler, Blu-ray’ler, iPadler derken o sihirli salonun kapısı unutulur oldu. Gidenler de alışveriş merkezlerinde abidik gubidik filmler izliyor. Eminim Hollywood’da kimse Emek Sineması’nı bilmiyordur ama sanki ona da bir saygı duruşu vardı. Sahnenin ana dekoru olsun, salonun genel düzeni olsun (Oscar’lar uzun zaman sonra Kodak Theatre dışında bir salonda yapıldı ve dikkat edenler yeni salonun eski devasa sinemalara benzediğini fark etmiştir), aralarda popcorn ve türevi film izleme atıştırmalıkları dağıtan kızlar olsun, aralara serpiştirilmiş Hollywood yıldızlarının sinemayı neden sevdiklerine dair videolar olsun; hepsi sinemanın altın çağını yad ediyordu. Zaten adaylar da bunun için seçilmişti sanki: Hugo sinemanın ilk dönemini anıyordu, The Artist sessiz fim dönemine saygı duruşuydu, Midnight in Paris 30’ların emtellektüel camiasının özlemi içindeydi, The Descendants adı üzerinde atalarının topraklarında hayata tutunmaya çalışan varisler üzerineydi.
Diğer unsurlara gelirsek:
- Billy Crystal, klasik ama zinde bir performans sundu. Galiba Altın Küre günümüzün nabzını Oscar’dan daha iyi tutuyyor. Billy Crystal her ne kadar harika gözükse de biraz demode, Ricky Gervais gibi zeki ve sivri bir sunucu gerek Oscar’a.
- The Artist 2-3 yıl sonra hatırlanacak mı merak ediyorum. Ama Hugo hatırlanacak.
- Gecenin en güzel anı, Cirque de Soleil’in şovuydu. Yine eski filmler üzerine çarpıcı bir gösteri yaptılar.
- Meryl Streep, kendiyle iyi dalga geçiyor. Zaten öyle olmasa hiç çekilmez. 17 adaylık ve 3 ödül her insanı sersemletir. Bu arada kadının makyajcısını her filme taşıdığını da öğrendik. Üstelik ona da ödül aldırttı, bir şey diyemiyorum.
- Christopher Plummer, ödülünü hak ederek alan nadide kazananlardandı. Konuşması da çok tatlıydı.
Yarışma Günü
Öncelikle şunu belirtmem gerek: Ben ‘Kim Milyoner İster’e kendimi kanıtlamak için katıldım. Ama kanıtlama, ne seyircileri ne de başka bir kimseyi kapsıyor. Tamamen kendim için, o stüdyoya çıkıp kendimi o garip arenada kaybetmeden soruları cevaplamaktı hedefim. Şu kadar kazanmışım, şu soruyu bilmiyormuşum, kamerada şöyle gözüküyormuşum zerre kadar umurumda değil. Ben 27 yaşında bir insanım (engelli, erkek, Türk, faso fiso gibi sıfatlardan çok önce gelir insanlık) ve kendimi bulmaya çalışıyorum. İster buna geç kalmış ergenlik deyin, ister olgunlaşma. Hayatta nerede durduğumu anlamaya çalışıyorum ve bu yarışma da tamamen bu sürecin bir adımıdır. 10-15 dakikalığına olsun kameraların önünde olmak ve kendini, bilincini, kişiliğini kaybetmeden orada durabilmek. Televizyona her gün çıkan binlerce insan var, çoğu maskelerin ardına sığınıyor, bir kısmı kendi olarak çıkıyor. Ama gayet sade bir hayat yaşayan bendenizin o stüdyoda ne yapacağnı merak ettim ben. Tanrı’ya çok şükür ki kendime ihanet etmedim.
Yarışma sabahına dönersek, 9 buçuk olmadan stüdyodaydım. Emre zaten kapıda beni bekliyordu, Engin de ardı sıra geldi. 11’e kadar lobide öyle bekledik. Sonra prova için yarışmacıları stüdyoya aldılar.
Stüdyoya ilk girdiğimde, “Burası amma küçükmüş!” dedim. Bu, biraz bana güven kattı. Seyirci yerlerine oturttular bizi, 12 kişiydik o gün ilk defa katılacaklar olarak. Yapımcı ve yönetmen biraz konuştu. Programın formatını, bizden ne istediklerini anlattılar, tavsiyelerde bulundular. Ardından herkes getirdiği iki çift kıyafeti yönetmene gösterdi, o da uygun bir kombinasyon yapmaya çalıştı. Zaten göreceksiniz, ben lacivert kadife pantolon, baskılı gri bir T-shirt ve lacivert bir hırka ile katıldım. Sabah evden öyle çıkmıştım zaten, dokunmadılar bana.
Ardından her yarışmacının, iki soru cevaplayacağı bir deneme çekimi yapıldı. Bu çekim kaydedildi ki her yarışma için sıralama buna uygun belirleniyor. Oradaki haliniz, tavırlarınız, konuşmanıza dikkat ediyorlar. Bana bir sesli soru (Selvi Boylum Al Yazmalım’ın tema müziği) bir de Che’nin bir sözü çıktı. Oldukça rahattım. Tabii yapımcılar engelli olduğumdan daha dikkat ettiler. Yarışmada telefon jokeri kullanırsam soruyu Kenan Işık’ın soracağını söylediler. Ben umursamadığımı söyledim. Hatta sorulara cevap verirken cevabı söylemeyip, kafa sallabileceğimi belirttiler. O anda ne olacağını bilmediğimi ama açıkçası buna gerek olduğunu sanmadığımı belirttim. Zaten bu seçenek kullanılmadı.
Daha fazlasını oku…
Nasıl ‘Kim Milyoner Olmak İster?’e Katıldım?
Şimdi facebook hesabımdan kontrol ettim. 5 Ocak gecesi yakın arkadaşım Hilal, bana yarışma katılım formunun linkini göndermiş. O gece, ben laf olsun diye doldurdum formu. Kimseye de söylemedim, tamamen “Ya tutarsa?” durumuydu. Ama bala bakın, tuttu!
Yaklaşık 1 ay sonra, 10 Şubat’ta ofisteki masamda otururken, telefon çaldı. Bir bayan, atv’den aradığını söyledi ve önümüzdeki çarşamba (15 şubat) saat 13’te beni atv Yeni Bosna Stüdyoları’na mülakata çağırdı. Bir düşündüm, Yeni Bosna ta İstanbul’un diğer ucu, gitmek için tam gün izin almak gerek filan, kim uğraşacak ya, diye. Arkadaşlara da söyledim, ” Oğlum manyak mısın? Git işte!” dediler. Neyse, şeften izin aldım o çarşamba gününe işe gelmemek için.
Bu arada bir itirafta bulunayım, ben yarışmaya katılacağım kesinleşene kadar, herhalde 6-7 yıldır yarışmayı izlemiyordum. Yeni formattan tamamen bihaberdim. Zaten bilenler bilir, evimde televizyon yok, almayı da düşünmüyorum çünkü izlemiyorum. Tivibu’ya üyeyim mesela ama yılbaşı gecesinden beri açılmamıştır, o gece de ses olsun diye açıktı.
Daha fazlasını oku…
2012 Oscar Adayları Yorumları
Ödül törenine sadece 2 hafta kala önce birer cümleyle adayların üzerinden geçelim, yıl içindeki yazılarıma da filmin üzerine tıklayarak erişebilirsiniz. Sonra bir tahmin listesi yapalım. Bana eşlik ederseniz sevinirim.
- The Artist: Bu şirinlik muskası film, herkesin gönlünü kazanarak ödüllerin en güçlü adayı. En İyi Film, Erkek ve Görüntü’yü kapacak sanırım.
- The Descendarts: Alexander Payne’in bu sımsıcak aile öyküsü, En İyi Uyarlama Senaryo ödülü ile yetenecek galiba.
- Extremely Loud & Icredibly Close: Stephen Daldry imzalı bu güçlü melodram, sürpriz adaylıklarıyla yetinecek.
- The Help: Senenin sıcak aile filmi kontejanından listeye dahil olan film, En İyi Yardımcı Kadın’ı alır ama Kadın Oyuncu ödülü zorda gözüküyor.
- Hugo: Benim bu seneki favori filmim, ne yazık ki sadece Scorsese’ye ikinci ödülünü kazandıracağa benziyor. Teknik dallarda da (mesela sanat yönetmenliği) 2-3 ödül alabilir. Gönül daha fazlasını isterdi.
- Midnight in Paris: Herkesi şaşırtan bir performansla buralara gelen son filmiyle Woody Allen, törene katılmasa da En İyi Özgün Senaryo’yu bir kere daha kazanabilir. Bu film, aklımda hep şu cümleyle hatırlanacak: “Hangi zaman diliminde yaşarsan yaşa, geçmişe hep özlem duyarsın!”
- Moneyball: Benim hiç beğenmediğim bu ekonomi-spor filmi, tören boyunca oturacağa benziyor (hakkı da bu).
- The Tree of Life: Malick’in tartışmalı filmi ödül alması zor. Böyle karmaşık ve felsefik bir film ödül alırsa çok şaşarım.
- War Horse: Spielberg’ün Yönetmen adayı bile olamamasıyla makus kaderi açık olan film, diğerleri ödülleri kaparken çerez olmakla yetinecek.
- A Better Life: Gönlüm Damien Bichir’in ödülü almasını çok istiyor ama alamayacak.
- Tinker Tailor Soldier Spy: Bu sıkı ajan filmi, sadece Müzik’te iddialı. O da belki.
- Albert Nobbs: Bu vasat altı film, 2 adaylığına şükretmeli.
- The Girl with the Dragon Tattoo: Hollywoodlaştırılan bu yeniden yapım, Kurgu’yu kazanabilir.
- The Iron Lady: Meryl Streep, Michell Williams’ın en büyük rakibi.
- My Week with Marilyn: Williams, bu sefer ödül alırsa herkes (ben de) sevinecek. Bence alacak da.
- Beginners: Filmin tek adayı olan Christopher Plummer, ödülüne kavuşacağa benziyor, hem de Oscar’ı alan en yaşlı kişi ünvanına sahip olarak.
- Warrior: Nick Nolte başka bir seferi bekleyecek, diğer adaylar ondan çok daha iyi çünkü.
- Bridesmaids: Yılın favori komedisi, adaylıklarıyla avunacak.
- Margin Call: Bu dört dörtlük ekonomi dramı, hak ettiği adaylığıyla bile herkesi şaşırttı.
- Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation): Yılın belki de en iyi filmi, Yabancı’yı kesin kapsa da hak ettiği Özgün Senaryo ödülünü alamayacak.
- The Ides of March: George Clooney’in son yönetmenlik deneyimi oldukça iyi ama ödül alacak kadar değil.
ÖDÜL HAK EDEN KAZANACAK
Film Hugo The Artist
Yönetmen Martin Scorsese (Hugo) Martin Scorsese (Hugo)
Erkek Damien Bichir (A Better Life) Jean Dujardin (The Artist)
Yardımcı Erkek Christopher Plummer (Beginners) Christopher Plummer (Beginners)
Kadın Michelle Williams (My Week with Marilyn) Michelle Williams (My Week with Marilyn)
Yardımcı Kadın Octavia Spencer (The Help) Octavia Spencer (The Help)
Özgün Senaryo Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation) Midnight in Paris
Uyarlama Senaryo The Descendants The Descendants
Yabancı Film Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation) Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation)
Animasyon Rango Rango
Görüntü Yönetimi The Tree of Life The Artist
Kurgu The Girl with the Dragon Tattoo Moneyball
Sanat Yönetimi Hugo Hugo
Kostüm Jane Eyre Jane Eyre
Makyaj The Iron Lady The Iron Lady
Müzik Tinker Tailor Soldier Spy War Horse
Şarkı ?????? The Muppets
Görsel Efekt Rise of the Planet of the Apes Rise of the Planet of the Apes
NOT: Listenin antisimetriğinden dolayı özür dilerim. İleride daha düzgününü yapacağım.
Oscar 2011 Tahminlerim
Bu akşamüstü Oscar aday açıklandı. Sıcağı sıcağına birkaç yorum yapmak lazım:
Harry Potter and the Deathly Hallows Part I
Harry Potter, her ne kadar kapitalizmin en verimli ürünlerinden biri olsa da çocukluğumun son dönemlerindeki (orta okul yılları) fantazi tutkumun son hacimli serisi olması vesilesiyle hala takip ettiğim bir üründür. Film başlarken arkadaşım “Sanat için telefonları kapatalım.” dedi. Ben de “Sanat için mi?” diyerek onu düzelttim. Bu filmi asla sanatsal açlığımı gidermek uğruna izlemiyorum. Benim için güzel bir seyirlik olması yeterli.
Nicholas Sparks Uyarlamalarına Dair
Nicholas Sparks, bariz şekilde popcorn romantik romanlar yazan bir yazar. Benim pek kitapla aram yoktur ama kitap uyarlamalarını bolca izlerim.Bundan 5 yıl önce de The Notebook’u izlemiştim.
İsteyen burun kıvırabilir ama çok sevdiğim bir filmdir. Birkaç kere izlemişimdir, zaten orijinal DVD’si de arşivimde mevcuttur. Filme genelden bakarsanız gayet klişe bir yapıyı fark edersiniz. Çok genel olarak bir fakir oğlan-zengin kız aşkı anlatılır. Yeşilçam melodramları gibi yani. Allie yazlık malikanesine taşınan bir zenginin kızıdır. Kasabanın delikanlılarından Noah ile tutkulu bir aşk yaşarlar. Sonra yaz biter, kız döner. Oğlan her gün mektup yazar ama kızın annesi mektupların ulaşmasını engeller. Bir süre sonra kız başkasıyla nişanlanır, oğlan savaşa katılır döner. 3-4 yıl sonra oğlan kızın zamanında bayıldığı bir malikaneyi alıp restore etme başlar. Kız düğününden hemen önce bunu duyunca oraya gider ve kaldıkları yerden devam ederler.
Daha fazlasını oku…
2010 Oscar Töreni – Canlı Yorum
Evet! 2010 Oscar Ödül Töreni’ne benim saatime göre 19 dakika var. Bu yıl yorumlarımı tören devam ederken anında yazacağım. Tören biter bitmez de bloğa yükleyeceğim.
Her paragraf öncesi saati de not edeceğim. Saat, Türkiye Saati’dir, GMT +2 yani. Tahminlerimi şubat ayında yazmıştım. Değişen olmadı fikirlerimde. Belki yabancı filmde Un Prophete’yi görebiliriz, o da harika bence ama yine de Haneke alır diyorum. Göreceğiz. Bundan sonrası sadece gerçekler:
3.39 : Tören, Neil Patrick Harris, nam-ı değer Barney’in enfes şovuyla başladı. Harris son yılların aranılan şov takdimcisi olarak Oscar’a da adını yazdırdı. Ama bu hareketle Alec Baldwin ile Steve Martin’in dans edemeyeceği anlaşıldı. Bu arada ikilinin başlangıç esprileri çok klişeydi.
3.44 : En İyi Yardımcı Erkek açıklanıyor, Penelope Cruz tarafından…
3.48 : Evet! Christopher Waltz bekleneni gerçekleştirdi. Gecenin ilk ödülünü kaptı. Konuşması kısa ve özdü.
3.58 : En İyi Animasyon ne yazık ki Up oldu. Tahminler doğru çıktı. Ama takdim videosu çok komikti, youtube’dan bakının derim.
4.03 : Çok ilginç, şarkı adayları performans olarak icra edilmedi. Zamanlama konusu herhalde. Ama ödül hak edene gitti. ‘The Weary Kind’ (Crazy Heart) yılın en iyisiydi. Filmi ben dün izleyebildim bu arada. Şarkıları çok iyi ama bu şarkı en iyisiydi.
4.15 : F*ck. İlk yanlış tahminim: Orijinal Senaryo’yu Mark Boal The Hurt Locker ile kaptı.
4.18 : John Hughes özel anma bölümü yapılıyor. İşte vefa budur. Takdimciler de Matthew Broderick ile Molly Ringwald’dı. Harika! Şimdi de özel konuşma yapılıyor, Culkin bile gelmiş. Hollywood Hughes’a bu kadar değer verir miydi?
4.30 : Şu anda kısa filminn önemini anlatan bir video yayınlandı. Çarpıcıydı. Galiba törene ödüller öncesi yayınlanacak videolar damgasını vuracak.
4.38 : Ben Stiller, Navi makyajıyla sahneye çıktı. Şimdiye kadarki en komik performansı gerçekleştirdi. Star Trek Makyaj dalını aldı. Hak etti mi? Yani.
4.49 : Yine yanlış tahmin: Uyarlama senaryo Precious ile Geoffrey Fletcher’in oldu. Up in the Air daha iyiydi kesinlikle.
4.59 : Mo’Nique En İyi Yardımcı Kadın’ı aldı. Çok acıklı bir konuşma yapıyor.
5.07 : Avatar ilk ödülünü aldı, Set Dizaynı dalında.
5.10 : The Young Victoria Kostüm dalnde hak edilmiş bir ödül aldı. Ödülü alan kadın, ödülünü yaptıkları iş pek görülmeyen bağımsız filmlerin kostümcülerine adadı. Şık hareket!
5.18 : Martin ile Baldwin’in ilk komik esprileri Paranormal Activity parodisi ile geldi.
5.25 : The Hurt Locker Ses Kurgusu dalını da kaptı.
5.26 : The Hurt Locker Ses’i de alarak ödül sayısını üçledi. Avatar hala birde.
5.35 : Ne demiştik? Avatar birde miydi? Görüntü’yü alarak iyi bir atak yaptı.
5.41 : Anma (tribute) bölümü yine iyi hazırlanmış. Acıklı oldu yine.
5.46 : Müzik adayları için hazırlanmış özel performanslar yapılıyor. Pandomim ve break dans ağırlıklı, seyri pek keyif vermeyen gösteriler.
5.52 : Müzik’i Up kaptı. Güzel ve sade bestelerle (score).
5.55 : Görsel efekt tabii ki Avatar‘ın.
6.01 : Belgesel adaylarını hiç izlemedim, açıkçası da izlemeyeceğim ama kazananı merak ediyorum. 2 dakika içinde belli olacak: The Cove, yunusları anlatan popüler belgesel.
6.07 : The Hurt Locker kurguyu da aldı. Yarış sürüyor.
6.09 : Ara yorum: Gördüğüm en sıkıcı törenlerden biri oluyor. Sunucu seçiminin yanlışlığı çok bariz. Barney ve Stiller hariç akılda yer eden an hiç yok. Senaryo dalları hariç sürpriz de olmadı. Küçük tanıtım videolarının devamını bekliyorum.
6.16: Ve Yabancı Film: F*ck! Bu ne be! Şaka bu: Arjantin’den The Secret in Their Eyes. İzlemedim ama Haneke ve Un Prophete‘den daha iyi olmadığına neredeyse eminim. 2 yıldır bu kategori sürprizlere gidiyor, şaşırtıcı.
6.24 : Geçen yılki gibi ana oyuncu kategorilerini 5’er büyük star takdim ediyor. Her oyuncuyu teker teker onurlandırarak: Michelle Pfeifer Bridges hakkında bayağı konuştu. Vera Fermiga da Clooney hakkında gülümsetti. Julianne Moore Firth’ü utandırmakla meşgul şu anda. Ay, Tim Robbins Shawshank‘taki kankası Freeman’ı anlatıyor. Colin Ferrell de Renner’i anlattı.
6.32 : Kate Winslett Erkek’i açıklıyor: Jeff Bridges! Hey Dude, you’ve earned it! Salon ayaklandı!
6.38 : Sadece 3 kategori kaldı. The Hurt Locker sayısal olarak önde ve öyle bitecek gibi.
6.40 : Ve En İyi Kadın: Forest Whitaker, Bullock’u tanıttı. The Queen‘den Michael Sheen Mirren’i anlatıyor.
6.43 : Rol arkadaşı Peter Sarsgaard, Mulligan hakkında saçmalıyor. Oprah, Gidibe’yi övüyor.
6.45 : Stanley Tucci de Streep’i anlatıyor. Bakalım kazanan kim olacak? Sean Penn açıklıyor:
6.48 : Komedi gerçekleşti: Dün En Kötü Aktris ödülünü kapan Bullock, Oscar’ı da kaptı. Hak etmediği bir ödül. Zaten şu an diğer adaylardan özür diliyor.
6.51 : Bullock şimdi de ağlıyor. İn o sahneden, yakışmıyorsun!
6.52 : Barbra Streisand Yönetmen’i açıklıyor (açıklarken adayları 3’e indirdi bile).
6.54 : Kazanan Bigelow! Doğru tahmin! 😀
6.58 : En İyi Film’i Tom Hanks açıkladı: The Hurt Locker. Ben ihtimal vermiyordum ve 2-3 aday daha iyiydi. Ama ilginç atmosferi ve yapısıyla hak ettiği de söylenebilir.
7.01 : Tören bitti: Sürprizleri ve birkaç anı dışında sıradandı. Billy Cristal’i özlüyorum. Daha yoğun bir yorum ilerleyen günlerde bu blogta olacak.
Hayalleri Gerçekleştiren Sivil Toplum Örgütü: YGA
Öyle bir sivil toplum örgütü düşünün ki dünyada en çok hata yapan kurum olmakla övünsün. Öyle bir sivil toplum örgütü düşünün ki yöneticileri hala (doktora/master) öğrencilik yapan gençlerden oluşsun. Öyle bir sivil toplum örgütü düşünün ki geleceğin liderlerini yetiştirirken onlara sosyal sorumluluk da aşılasın, hatta eğitimlerini sosyal sorumluluk üzerine kursun.
Hayal gibi geliyor ama Türkiye’de böyle bir sivil toplum örgütü var! Adı Young Guru Academy (YGA). Adı İngilizce lakin özde tamamen Türk, adlarını tüm dünyada isim yapmış bir örgüt olmayı hayal ettikleri için İngilizce seçmişler. Esas görevleri de hayal etmek. Ama onunla da kalmayıp bu hayali gerçekleştirmek.
Ben bu kurumu 1 ay önce bir arkadaşım sayesinde duydum. 21 Kasım’da konferansları varmış, bir araştır dedi arkadaşım. İlk önce yaşam koçluğu üzerine bir konferans zannettim. İnternette sitelerine (http://www.yga.org.tr/) girdim, ilginç geldi ve başvurdum. Çünkü her isteyen konferansa katılamıyor, seçme var yoğun ilgiden ötürü. 10 gün önce cevap geldi, katılacağıma dair. Bağış olarak da 10 TL aldılar ki Lütfü Kırdar’da yapılan böyle bir organizasyon için komik bir ücret ki o da tamamen kütüphane kurmak için harcanıyor.
Dün sabah 9’da Lütfü Kırdar’ın önündeydim. Kapıda kuyruk vardı, içerisi de inanılmaz kalabalıktı. Girerken elime bir kitap tutuşturdular: Sinan Yaman’ın İç’ten Lider kitabı. Kim olduğunu bile bilmiyordum ama o gün tam 2 saat hipnotize şekilde onu dinleyecektim. Bilenler bilir kalabalığı sevmem. Paltomu vestiyere bıraktım ve hemen salona girdim. Bir koltuğa kıvrıldım ve etrafı gözlemeye başladım. Orta okuldayken UFO Kongresi’ne gelmiştim buraya. Hala kocaman geldi bana. Balkonlarıyla 2500 kişi alır herhalde. Her yerde YGA logoları, sponsor yazıları, sahnede iki dev ekran ve bir kürsü. Kırmızı yelekli YGA çalışanları her yere koşturuyor. Sorun varsa hemen hallediyorlar. 5 dakika sonra sıkıldım ve elimdeki kitabı okumaya başladım. Kapaktaki ilk cümle bile başlı başına bir iddia: “Bu kitap okumanız için yazılmamıştır.” Nasıl ya?!? Kapağı çeviriyorsunuz: “Kendinizi farklı hissetmiyorsanız… Kendinize kurduğunuz bir iç dünyanız yoksa, lütfen bu kitaba başlamayın… Bu kitap, okumanız için yazılmamıştır. Bu kitap yazmanız için yazılmıştır. İlhamlandırır ümidiyle de, sol sayfalara sözcükler bırakılmıştır…” Kitaba şöyle bir göz attığınızda sağ sayfaların boş olduğunu görüyorsunuz. Solda da 4-5 cümle var. Ama öyle cümleler ki feleğiniz şaşıyor. Tek örnekle yetineceğim: “Dost dostun katalizörüdür… Ne cennete sokabilir ne de cehenneme; ama her ikisine de, daha çabuk varmamızı sağlar.”
10’a gelirken tüm ışıklar söndü, her iki kapıya da birer spot ışığı düştü. Bir kapıdan Merih Ermakastar trompetiyle, diğer kapıdan Gökhan (soyadını unuttum) saksafonuyla çıktı. Güzel bir dinletiden sonra sunucumuz çıktı. Önce sahneye YGA eş başkanları Gökhan Meriçliler ve Enis Güray çıktı. Bir güzel YGA’yı ve yaptıklarını anlattılar. Ardından sırayla Unilever CEO’su ile TÜRSAB Başkanı çıktı. Hayallerinden, yaptıklarından ve yapacaklarından bahsettiler.
Sonra uzun bir öğle molası verildi. Herkese bir sandviç ve içecekten oluşan menü verildi. Hava da süperdi, ben dışarı çıktım, sisin ardından hayal meyal görünen Boğaz’a bakarak yedim yemeğimi. Bir ara içeri girdim, birileriyle konuşayım dedim, ama o kalabalık içinde çekindim. Hürriyet bedava gazete dağıtıyordu, bir tane alıp tenha bir yerde okudum.
Öğle arasından sonra yine saksafon-trompet ikilisi çıktı, ama bu sefer 20 dakikalık bir şov yaptılar. 2000 küsur kişinin halini görecektiniz, harika bir gösteriydi. Arkasından Özyeğin Üniversitesi Rektörü çıktı sahneye. Enfes bir sunum da o yaptı. Türkiye’nin gerçekleri masaya yattı. Bu ciddi konuları dinlerken bol bol da kahkaha atıldı. Ardından çıkan Microsoft Genel Müdür Yardımcısı tempoyu biraz düşürse de bir liderde olması gereken özelliklere iyi değindi. Yine bir ara verildi bitince.
Aranın sonunda YGA’nın kurucusu çıktı sahneye, Sinan Yaman. Usul usul, acele etmeden bize YGA anılarını anlattı, ufak (2000 kişilik!) oyunlar oynattı. Gerçekten farklı bir konuşmaydı, baştan sıradan geliyor ama gittikçe sizi içine alıyor. Önceden dediğim üzere hipnotize edici bir konuşmaydı.
Kurum içi ödüllerin verilmesiyle de konferans sona erdi. Çıkarken yine bir mahşer kalabalığı vardı. Kapıdan zor adım attım. Ama sonra yürürken o gün dinlediğim idealler aklıma geldi bir bir. Ben de bir Hayal Ortağı (YGA üyelerine verilen ad) olmak istediğime karar verdim. İlk adımı atıp sitedeki başvuru formunu doldurdum. İnşallah beni de seçerler. Ben de edindiğim tüm teknik, kültürel donanımı paylaşmak istiyorum tüm insanlıkla. Ben de çift kanatlı olmak istiyorum.*
*: YGA’nın ideallerini ve benim bu konudaki düşüncelerimi başka bir yazıda sizlerle paylaşacağım.

Son Yorumlar