Shame (Modern Toplumda Bireyin Yalnızlığı Üzerine)
Hafta sonu, uzun zamandır izlemek istediğim Shame‘e gittim. Steve McQueen’in ikinci filmi, ilk filmi Hunger gibi, oldukça provakatif ve modern toplumun açmazlarını deşen bir yapıda.
Filmin baş kişisi Brandon, New York-Manhattan’da oturan, yüksek maaşlı bir işe sahip biri. Yani dünyanın en hızlı kentinde yeterli maddi güce sahip. Ama o bir seks bağımlısı. Gece gündüz mastürbasyon yapan, (işteki de dahil) bilgisayarları porno içinde yüzen, fahişelere servet sayan biri. Brandon’un tek arkadaşı olarak patronunu görüyoruz ki onunla da ilişkisi maddiyata bağlı. Filmin başından beri onu ısrarla arayan kız kardeşini bile umursamıyor. Ta ki kendisi gelip onda zorla kalana dek. Böylece Brandon’un iş ve seks arasındaki çizgisel düzeni bozulmaya başlıyor.
Filmin ilk 20 dakikasında buraya geliyoruz. Aslında Türk seyircisi bu yapıya hiç yabancı dahil. Birkaç yıl önce gişeyi sallayan Çağan Irmak filmi Issız Adam da bu damardan besleniyordu. Ama Irmak, bu aşamada karakteri Alper’in hayatına bir sevgili sokuyor ve film, romantik film yörüngesine oturuyordu. Bundan sonra, Alper’in karanlık yönlerine değinse de filmin genel romantizmini bozmamak adına fazla derinlere inmiyordu. Finalde de Alper’in çok istese de ıssızlığından vazgeçemediğinin altını çiziyordu.
Brandon ise Alper’in durumundan çok daha kronik bir durumda. Bir kere New York’ta bir gökdeleninde çalışması, diğerinde ise oturması çok dikkat çekici özellikler. Alper, hayatını müzik ve yemek üzerine kurmuşken ve bunlar yoluyla biraz olsun hayatı içine çekebiliyorken, Brandon hayatla bağları çoktan koparmış.
McQueen, karakterini öyle bir kurmuş ki kapitalist sistem onda emecek hiçbir şey bırakmamış. Kapitalist hayatın tüm nimetlerinden yaralanan Brandon, bunun karşılığında tüm ruhunu da bu hayata harcıyor. Tüketim toplumunun en önde gelen bir neferi olarak, en iyi dairede kalıyor, onu minimal olarak döşüyor, en pahalı lokantalara gidiyor, gece hayatını da es geçmiyor ve önceden de değindiğim üzere seks sektörüne iyi para harcıyor. Tüm bunları yaparken de içinde insanlık namına bir şey kalmıyor. Kapitalist sistemin kanını tamamen emerek oluşturduğu insana benzeyen ama içinde duygu namına bir şey kalmayan bir bedene dönüşüyor. Nitekim, film ilerledikçe bunun sonuçlarını görüyoruz. Bu şaşaalı dünyanın ortasında, yapayalnız bir beden.
Belki, Brandon çok uç bir örnek. Hele Türkiye’den bakınca, bize çok uzakmış, bir fantezi ürünüymüş gibi geliyor. Oysa ki McQueen bize kapitalizmin başkentinden bir örnek göstererek geleceğe işaret ediyor. İşin ilginci de Türkiye’nin anbean o yöne doğru kaçınılmaz şekilde sürüklenişi. Bilerek veya bilmeyerek üç seçimdir kapitalist düzene oy veren Türk halkı, bunun emarelerini görmeye başladı aslında. Muhafazakarlık kılığı altında maneviyatı öne çıkarıp aba altında oldukça sistem yanlısı politika yürüten bir devletiz sonuçta. Ne kadar acıdır ki suçu hep bir zümreye (parti, cemaat, topluluk, ırk, vs.) atmaya çalışsak da hep beraber yürüdüğümüz bir yol bu.
Sonuçta kapitalist sistemin tek sonucu seks bağımlılığı değil. Maneviyattan nasibini almamış tüm eylemleri buraya sıralayabiliriz. Futbol holiganlığı, bilgisayar oyunu müptelalığı, hatta cep telefonsuz adım atamama bile bu sistemin bir sonucudur.
İşte Shame, tüm bunları önümüze sererek 21. yüzyılın sözde modern toplumunda yaşayan bir bireyi anlatıyor. McQueen’in masmavi planları, Michael Fassbender’in alkışlanılası performansı, Carey Mulligan’ın iç burkan ‘New York New York’ şarkısı ise bunlara eşlik ediyor. İzlemesi zor (oldukça erotik sahne barındırıyor), hazmetmesi daha da zor bir film. Yutkunarak salondan çıkmamak elde değil.
Son Yorumlar