Yılın Filmlerine Dair – 2018
Gelenekleşen en iyi filmler listesinden biraz olsun sapmak istiyorum bu sefer. Yıl içinde izleyip aklımda kalan filmlerin beni neden etkilediklerini kısaca yazacağım esas olarak. Çünkü yaş aldıkça bir filme iyi veya kötü demek, birbirlerine göre kıyaslamak bana daha manasız gelmeye başladı.
İki tür filmini veya aynı yönetmenin filmlerini karşılaştırmak olabilir belki ama The Rider ile Paddington 2‘yi yan yana koymak bile saçma geliyor bana ki ikisini de severek izledim.
Yine de en sonda bir sıralama olacak lakin tamamen öylesine yapılmıştır ve sonradan sorarsanız filmlerin yanındaki sayılar ve filmler değişebilir.
Las Heraderas / The Heiresses / Mirasçılar (Marcelo Martinessi) :
#metoo hareketiyle daha da artan kadın haklarına yönelik bilince rağmen dünya sinema sektörünün ısrarla düzgün kadın filmleri çekememesi çok garibime gidiyor. Ataerkil yapımcıların sabotajından bile şüpheleniyorum. Ocean’s 8‘in o kadroya inat ibretlik kötülüğü aklıma bu tarz şüpheleri düşürdü. Daha fazlasını oku…
Engelli Olmak Üzerine Düşünceler
Baştan anlaşalım, bu bir acındırma yazısı değil. Anılarımı içeren bir yazı da değil. Çünkü amacım yaşadıklarımdan ziyade, bir engellinin toplumdaki yeri ve toplumun bakış açısını irdelemek. Bir sosyolog ya da psikolog olmasam da bir engelli olarak kendi bakış açımı sizlere aktarabilmek, dilim döndüğünce.
Önce kelimeden başlayalım. Engelli sözcüğü nispeten yeni bir sözcük. Genelde kullanılan özürlü ve sakat kelimelerine kıyasla pozitif bir anlam barındırarak bireyin azimle mevcut durumunu aşabileceğini veya en azından etkisini azaltabileceğini vurguluyor. Umudu her zaman yaşatmak mühim olduğundan engelli kelimesini kullanmak ve kullandırtmaya çalışmak önemli. Lakin keşke engellilerin tek sorunu kelimeler olsaydı. Kısa süre öncesine kadar çok takıldığım bu konuyu umursamamaya başladım artık. Çünkü zihniyet aynı kaldıktan sonra birey daha umutlu kelimeyi kullansa bile ne değişir ki?
Engellilerin en önemli sorunu, toplumun zihniyeti olmuştur ve bu, maalesef her zaman aynı kalacaktır. Fakat bu durumu salt engellilere yarım insan, hatta insan olamamış mahluk gözüyle bakan insanları eleştirerek değerlendirmemeliyiz. Konunun içeriği aslında çok daha geniş ve derin. Çünkü engellilere yapılan, ayrımcılığın sadece bir türü ve dünyada daha bir sürüsü var. Hepsini yazmayacağım ama bir engelliye yapılan insan dışı muamelenin bir kadına, bir Yezidi’ye, bir siyah tenliye, bir eşcinsele, bir mülteciye yapılan ayrımcılıktan farkı yok.
Sevdiğim Yerli Ayrılık Şarkıları
Bu listeyi ve yazıyı hazırlama fikri yaklaşık bir yıl önceye tarihleniyor. Düğünde çalmak için Spotify listeleri hazırlarken sevdiğim aşk şarkıların çoğunun ayrılık üzerine olduğunu fark ettim. Lakin eşim, “Böyle bir günde ayrılık üzerine şarkılar çalamazsın.” gibi mantıklı bir sebep öne sürünce koyamadım hiçbirini. İçimde de kaldı hani. Sonraları bunun üzerine arada kafa yormaya başladım, belli bir amacı olmadan.
Ayrılık durumunun ‘âşık olma’ sürecindeki önemine aslında Louie (2010-2015) dizisinin 4. sezon 10. bölümündeki bir sahne ile ayırdına varmıştım. Kısaca deniliyordu ki aşk ilişki süresince değil, bittikten sonra başlar. Çünkü ancak o zaman birey durum hakkında düşünmeye başlar ve kafasının içinde aşkın dolambaçlı yollarında kaybolur. Nitekim dünya üzerinde sevilen, bilinen aşk hikâyelerinin hemen hepsinin ayrılık içermesi bir tesadüf olamaz. Leyla ile Mecnun‘dan Romeo ve Juliet‘e, Casablanca‘dan (1942) Paris, Texas‘a (1984)…
Böylece bu listedeki şarkıları kendi kendime dinlerken ayrılık süreci ve böyle bir eserin yaratılış sebeplerine kafa yormaya başladım giderek. Mart gibi de bu fikirlerden bir yazı hazırlama düşüncesi kafama düştü. O günden beri de bu yazıyı zihnimin derinliklerinde hazırlıyorum aslında. Liste, oluşurken bayağı da değişti. Süreç içinde şarkıları bu gözle dinlemeye başladığımdan yenileri eklenirken, ilk koyduklarımdan bazılarını çıkardım.
Doğal olarak bu liste çok kişisel. Tamamen kişisel zevklerimden peydahlandı, onlar üzerine düşüncelerim de bu yazıya dönüştü. Artık lafı fazla uzatmadan şarkılara geçelim:
Not: Sıralamayı rastgele yaptım, bir neden içermemektedir.
Not #2: Listeyi Spotify’den dinleyebilirsiniz. Alttaki listeye tıklamanız kâfi. Ayrıca Youtube videoları da koydum ki bazı şarkılar ayrı dinlenebilsin.
Hareket Vakti – Umay Umay (1994)
90’lardaki rock örneklerinin ilklerinden olan bu parçanın söz ve müziği, sonradan Teoman’ın da çıkışına yardım edecek Barlas’a ait. Umay Umay’ın en iyi iki şarkısından biri (diğeri “Düşmedim Daha”) olan eser, değişemeyeceği anlaşılan sevgiliye yazılmış bir veda mektubu olarak düşünülebilir. Birçok ayrılığın ana sebeplerinden biri üzerine olan yapıtın arka vokalinde ise birkaç sene sonra yıldızı parlayacak ünlü bir isim var.
Evdeki Huzur – İkinci Yıl Özel Yazısı
“Evdeki huzur… Zenginlik budur…” Yıllar önce yayınlanan bir hayat sigortası reklamındaki bu replik bence çok önemli bir gerçeği özetliyor.
Kazanılan tüm paralar, savaşlar, kavgalar, başarılar; hepsi tek bir amaca hizmet ediyor. Ait olduğunu hissettiğin yere geldiğinde huzur içinde soluklanıp rahatlamak. En azından benim için böyle. Lakin aksini düşünenleri gözlemlediğimde, okuduğumda, izlediğimde giderek kendilerini tükettiklerini ve kazandıklarına inandıkları tüm o şeylerin kolayca gidebildiğini görüyorum. Belki de ben kendimi kandırıyorum ama zenginliğin maddiyatla alakası olmadığını, maddi şeylerin bir ilüzyondan ibaret olduğunu düşünüyorum.
Tabii bunları yazmak basit gibi dursa da kanıksamak, özümsemek, anlamlandırmak yıllarımı aldı. Bu gerçek, maalesef okuyarak veya dinleyerek öğrenilemeyen şeylerden. Tıpkı aşk gibi… İstediğiniz kadar romantik komedi izleyin, tüm aşk romanlarını hatmedin aşkı öğrenemezsiniz. Yaşamanız, hissetmeniz, kemiklerinizin içindeki iliklerde duyumsamanız gerek.
Engelli bir birey olduğumdan kendimi benimseyebilmem uzun yıllarımı aldı. Bir insanın kendisini sevmeden başkasından bunu beklemesi de bana saçma geldiğinden tüm gençliğim herkese, her fırsatta evlenmeyeceğimi söyleyerek geçti. Hayat planımı da ömür boyu yalnız kalacak şekilde planladım, adımlarım hep bu yönde oldu. Lise yıllığımda sayfama bakanlar bu sebeple MFÖ’nün “Yalnızlık Ömür Boyu” dizeleriyle karşılaşırlar.
Tabii içimde hep “Ya biri çıkarsa…” hissi olduğunu da eklemem gerek. İnsanoğlu bu, hayallere kapılıveriyor bazen. Lafı fazla da uzatmayayım, İstanbul’da kaba bir düzene girdikten sonra birkaç ilişki de yaşadım. Lakin hepsinde şu gerçek bâkiydi: “Bir eve gidip yalnız kalsam, dizimi/filmimi izlesem rahatça…” Hiçbirinde gerçek huzuru bulamadım ki zaten birkaç ay bile sürmediler.
Tam iki yıl önce, Koşuyolu’nda bir restaurantta Damla ile tanışana kadar da hayatım böyle geçti. Damla ile daha en başından, ilk buluşmamızdan itibaren her şey farklıydı. Bir kere konuştuk, birbirimizi dinledik ve anlamaya çalıştık. Sanırım herhangi bir ilişkideki –sadece romantik olanlar değil— en önemli faktör dinlemek ve anlamaya çalışmak. Temeli sağlam olan bir ilişki, kolayca yıkılamıyor.
Diğer önemli faktörse samimiyet. Günümüz şartlarında az bulunur bir özellik olduğunun çok iyi farkındayım. Murathan Mungan’ın yazıp Yeni Türkü’nün seslendirdiği gibi “Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri…” İnsanların gizli veya açık amaçları uğruna maskelerle birbirlerini kandırdıkları ya da kandırmaya yeltendikleri bu dünyada, biz samimi olmayı seçtik. Zaten kaybedecek neyimiz vardı ki…
Böylece anılar biriktirmeye başladık. İlk buluşmamızda Moda Parkı’nda piknik yapmıştık. Ardından Fenerbahçe Parkı geldi. Cafeler, barlar, arkadaş buluşmaları, sinemalar, tiyatrolar, konserler… 2016’nın ikimiz için de en iyi filmi olan Toni Erdmann’ı beraber izledik, Sema Şener’in acayip sesini beraber keşfettik. Herkes donacaksınız derken Kapadokya’da harika günler yaşadık. İtalyan bir aşçıdan makarna yapımını yan yana öğrendik. Gökçeada’da Samanyolu’nun güzelliğine beraber tanık olduk. Ekimde Assos’ta denize girdik. Bu arada nişanlandık, eve çıktık, evlendik.
Lakin ben en çok, günüm nasıl geçerse geçsin –ister evimizde isterse telefonun diğer ucunda- eve geldiğimde beni dinleyeceğini, sakinleştireceğini ve her zaman seveceğini bilmeyi seviyorum. Bu, farklı bir hissiyat. Ofiste saçma sapan işlerle uğraşırken, normalde selam bile vermeyeceğiniz insanlarla hoşbeş etmeye çabalarken (en büyük maskeli balo, kesinlikle iş hayatı), trafik derdi, hava muhalefeti filan liste uzayıp giderken insan hiç olmazsa evinde rahat etmek, huzur bulmak istiyor. Son iki yıldır en büyük huzurum, o. Hiçbir şey yapmasa bile varlığı yetiyor. Eve girdiğim anda dış dünya geride kalıyor. Sadece o ve ben…
Evdeki huzur, gerçek mutluluk budur.
Benden Şarkılar – Like a Rolling Stone (Bob Dylan)
Neden? Merak ettiğimiz bir şeyi sorgulamak istediğimizde ağzımızdan çıkan kelime, ‘neden’dir. İnsan bu, bilemez, aklına takılır ve sorar. Bazen başkalarına, bazen de kendisine.
Hiçbir zaman bir Bob Dylan hayranı olmadım. Büyük bir müzisyen olduğu aşikârdı lakin bana göre değildi. İçten içe de aklımı kemiriyordu, sesi pek de iyi olmayan birine nasıl bu kadar önem verildiği. Geçen yıl Nobel aldığında bu merağım daha da arttı. Onca harika müzisyen varken neden Bob Dylan Nobel Edebiyat Ödülü alıyordu?
İki ay önce spotify’de ‘Rolling Stone’s 500 Greatest Songs of All Time’ listesini buldum. Rolling Stones, ABD’nin ünlü bir müzik dergisi ve 2004’te müzik otoritelerine sorarak böyle bir liste yapıyor. Listenin ilk sırasında da Bod Dylan’ın ‘Like a Rolling Stone’u var! Arka arkaya dinledim birkaç kere ama şarkıyı yine anlamadım. Dedim kendi kendime “Bu şarkı ilk sıradaysa kesin bir olayı var! Ben atlıyorum.” Bu sefer üşenmeyip araştırmaya başladım hem Bob Dylan’ı, hem de bu başyapıtını. Daha fazlasını oku…
2017 Biterken
Biz Türkiye’de Fatih Terim’in kişisel hezeyanlarıyla, Rıza Sarraf beyefendinin kime ne kadar bayıldığıyla, hangi mankenin hangi şarkıcıya yan gözle baktığıyla, sayın Cumhurbaşkanı’nın bundan sonra kimi görevden alacağıyla günlük tartışmalarımızı bitirip huzurluca yatağımızda uyuyalım. Nasılsa bizim için yılların geçmesi sadece yeni cep telefonu modellerinin çıkmasından, futbol ve yerel sabun köpüğü dizilerimizin sezonlarının geçmesinden ibaret. Teknoloji gelişiyormuş, bilim yeni bir eşiğe gelmek üzereymiş, uzay madenciliği için son hazırlıklar yapılıyormuş, global ekonomik düzen kabuk değiştiriyormuş… Ne önemi var ki? İlber Hoca’m her konuyu biliyor nasıl olsa!
Çoğu zaman ben, kendime de çok sinirleniyorum. O kadar ufak, önemsiz ve bize hiçbir katkısı olmayan şeyler üzerine kafa yoruyoruz, düşünüyoruz, endişeleniyoruz ve hatta kendimizi hırpalıyoruz ki! Değiştiremeyeceğim, beni hiçbir şekilde yükseltmeyen konuları duymaktan, izlemekten, haklarında konuşmaktan çok sıkıldım, yoruldum ve usandım. Bu yüzden de uzun yıllardır televizyon izlemiyorum, birbirinin kopyası gazeteleri okumuyorum. Çünkü bilmediğim, tanımadığım, üstelik benden üstün olmayan kişiler tarafından manipüle edilmek istemiyorum. Bu manipülasyonlar bize o kadar zaman kaybettiriyor ki üstelik.
Hexagon’un Ardından
Hayatın, sınırları kimi zaman belirsiz, kimi zaman da gayet net olan dönemleri vardır. Mesela profesyonel yaşamın sınırları; ergenlik, çocukluk, yaşlılık gibi ana dönemlere göre daha keskindir. Hele şirketlere göre kendi içinde de bölerseniz, işe giriş-çıkış tarihi kadar netleştirebilirsiniz. Peki o dönemde kazandıklarınızı, kaybettiklerinizi, öğrendiklerinizi bu kadar kesin belirtebilir misiniz?
Hexagon Studio’da istifamın ardından geçirdiğim son iki ayda bu soruya biraz cevap aradım. 7 yıl, 4 aylık bu sürenin 33 yıllık hayatımın yaklaşık beşte birini kapladığı düşünüldüğünde; hele bebeklik, çocukluk gibi bilinçsiz dönemler atıldığında ister istemez bu kadar uzun bir dönemin kişi üzerindeki etkisi artıyor.
Hexagon Studio 2010 İftar Etkinliği (Ağustos 2010)
İlk şirketim olan Figes’te 1.5 yıl geçirdim. İş hayatının dinamiklerini, işimin (CAE analizleri) temel mantığını, ofis hayatının kendine has özelliklerini orada öğrenmiştim. Hexagon için bana çok verimli bir hazırlık ortamı sağladığını, burada çalışırken anlamaya başladım. Bilhassa daha küçük ve daha az kurumsal olması bakımından Hexagon’da yaşadığım kimi olaylarda bana farklı bir bakış açısı kattığını düşünüyorum. Daha fazlasını oku…
Engelleri Aşmaya Duyulan Açlık: De Rouille et D’os
“Açım ben!” De Rouille et D’os’un (Pas ve Kemik – 2012) ilk sahnesinde Ali’nin oğlu, Sam babasına böyle söyleniyor. Çocuğun fiziksel açlığı, aslında ana karakterlerimiz Ali ve Stéphanie’nin film boyunca süregiden manevi açlıklarının izdüşümü. Usta yönetmen Jacques Audiard, insanlığın açlığını ve doyma çabasını anlatıyor. Bunu yaparken de engelli ya da değil, her bireyin farklı şekillerde olsa da benzer şartlara tabî olduğunun altını çiziyor.
En basit ifadeyle engel, bir insanın/şeyin bir hedefe varmasını zorlaştıran olgudur. Mesela atletizmde bir branş olan ‘100 metre engelli koşusu’nda atletler, bitiş çizgisine varmak için belli yüksekliğe sahip engelleri aşarlar. Hayat da bunun benzeri çeşitli hedefler ve onlara varmak için aşılan veya aşılamayan engellerden oluşur. Tıpkı atletizmdeki gibi kimi insanlar hedefe varmaya fiziken daha elverişliyken bazıları değildir. Sonuçta bir kişi kazansa da -olimpiyatların vurguladığı üzere- önemli olan yarışmaktır.
Tabii hayatın bir spor yarışından ana farkı, çok daha karmaşık olması ve insanların bir sürü hedeflerinin birleşiminden oluşmasıdır. Her insanın yaşamı boyunca kimi küçük, kimi büyük çeşitli hedefleri ve bunlara erişmek için karşılaştığı engeller vardır. Mesela filmin başında Sam’in yemek ihtiyacı, küçük ama hayati bir hedeftir. Önlerindeki engel ise paralarının olmayışıdır. Ali, bunu çöplerden yiyecek bularak çözer. Daha fazlasını oku…
İç Anadolu’da Bir Hafta – Bölüm III: Kaymaklı, Ihlara Vadisi ve Ankara Müzeleri
Önceki yazı: Ürgüp, Balon Yolculuğu, Göreme, Avanos
22 Şubat Çarşamba sabahı ilk durağımız Kaymaklı Yer Altı Mağaraları’ydı. Burası Nevşehir-Niğde yolunun üzerinde bulunan Kaymaklı beldesindeki bir müze. Bölgenin elverişli toprak yapısı sayesinde İslamiyet öncesi yerel halk, düşmanlarından korunmak adına yerin altını, yedi katlık koca bir yapı oluşturacak bir biçimde kazmışlar. Ortaya ilginç bir yerleşim yeri çıkmasının yanında dönemin sosyal yapısını gözler önüne sermesi bakımından da ilgiye mazhar. Yedi katın her biri farklı bir sosyal sınıfa ait ve mağaraların yapısı da bunu gösterir biçimde değişiyor. En üstte yönetici sınıfının yaşama ve toplanma alanları yer alırken, bir alt katta zengin ailelerin mağaraları bulunuyor. Onların da altlarında sırasıyla orta sınıfın, fakirlerin ve mültecilerin hayatlarını geçirdiği mağaralar görülebiliyor. Üst katların tuvaletlerini toplama ve dışarı çıkarma gibi ayak işlerini en aşağı sınıfı temsil eden mülteciler görüyor. Müzeyi arşınlarken, yüzyılların geçmesiyle bazı şeylerin değişmediği gerçeğiyle de yüzleşiyorsunuz aynı zamanda.
Kaymaklı Yer Altı Mağaraları’ndan üç kare
Kültür ve Turizm Bakanlığı, mağaraları güzel koruyabilse de maalesef açıklayacı hiçbir tabela, yazı, vb yerleştirmemiş. Bu yüzden kapıda bekleyen rehberlerden birini tutmanız gerekiyor, diğer türlü içeride kaybolma ihtimaliniz bile mevcut. Biz Mehmet adında 50 yaşlarında yerli bir rehberi 60 TL’ye tuttuk, gayet de açıklayıcı bir gezi yaptırdı. Mağaraların havalanmasını sağlayan, aynı zamanda haberleşmeye de yarayan hava kanalları ve düşmanın içeri girme ihtimaline karşı hazırlanmış özel tuzak yerleri gibi ilginç detayları görmemizi ve işlevlerini anlamamızı sağladı. Daha fazlasını oku…
İstatiksel Enerji Analizi (SEA) Nedir? (Ben Ne İş Yapıyorum – 5)
Daha çok havacılık, uzay ve denizcilik sektörlerinde yaygın olarak kullanılan bir yöntem olan İstatiksel Enerji Analizi (Statistical Energy Analysis – SEA); gelişen teknoloji, regülasyonlar ve konfor ihtiyacı karşısında son 10-15 yıldır otomotiv sektöründe de kullanılmaktadır. Bu yöntemle, ben ve şirketim 2013’te başladığımız ve benim yürüttüğüm TÜBİTAK destekli bir projeyle tanıştık. Bu projenin çıktısını Euronoise’15’te de yayınlama şansına eriştik [1]. Okuduğunuz bu yazı, şirket içi bilgi kütüphanesi için yazdığım bir prosedürün başında yer alan açıklama bölümüdür. Konu hakkında Türkçe kaynak olması açısından, gizlilik içermeyen ve İngilizce’sini bir sürü kaynakta bulabileceğiniz bilgileri özet halinde paylaşıyorum.
Sanal analiz metotlarından en yaygın kullanılanı Sonlu Elemanlar Analizidir (Finite Element Analysis – FEA). Fakat FEA, modal tabanlı analizlerde çözücü yapısı gereği –ortalama eleman boyutuna bağlı olarak- yaklaşık 400 Hz’den sonra güvenilir sonuçlar verememektedir. Ayrıca FEA, modal tabanlı analizleri lineer çözdüğünden akustik paket malzemeleri için önemli olan nonlineer malzeme değerleri girilememektedir.
Bu yüzden dünyada 400 Hz üstü için yapılacak sanal analizlerde FEA harici sanal metotlar kullanılmaktadır. Bu metotlar arasında da en yaygın kullanılanı İstatiksel Enerji Analizidir (Statistical Energy Analysis – SEA). SEA, lineer enerji denklemlerini kullanarak bir sanal modelde ses iletim hesaplarını yapmaktadır.
Bir aracın SEA modeli
FEA’daki elemanın karşılığı SEA’da altsistemdir (subsystem). Altsistem, FEA’daki gibi düğüm noktalarının (node) birleştirilmesiyle oluşturulur. Lakin FEA’nın tam tersine, SEA’da bir altsistem ne kadar büyükse analiz için o kadar iyidir. Analiz çözümünde enerji denklemleri kullanıldığından bir altsistem ne kadar enerji sahibiyse o kadar doğru/güvenilir sonuç vermektedir. Altsistem büyük olursa da taşıdığı enerji miktarı artacaktır. Bu yüzden elemanın kendi mod sayısının (modal yoğunluk) olabildiğince yüksek olması arzulanır. Lakin farklı sebeplerden dolayı her zaman bu büyüklük sağlanamaz. SEA’nın orta ve yüksek frekans bantlarında daha etkili olmasının sebebi de budur. Altsistemlerin modal yoğunluğu daha yüksek frekans bantlarında daha fazla olduğundan sonuçlar da daha güvenilir çıkmaktadır.
Bu sebeplerle SEA, 300-400 Hz altında çözüm üretse de pek gerçekçi değildir. SEA’nın esas etkin olduğu aralık, 1000-10000 Hz’dir. 300-1000 Hz aralığında ise gerçekçi sonuçlar elde etmek için dünyada hibrit metotlar (SEA-FE, SEA-BEM gibi) kullanılmaktadır. Otomotiv projeleri için orta frekans bantlarında (300-1000 Hz) da SEA yeterli güvenilirlikte sonuçlar vermektedir.
İki SEA kavitesi (saydam olanlar) ve onları çevreleyen yapısal altsistemler
SEA’nin üzerinde durulması gereken başka bir özelliği, sistemler arası ses iletimi üzerinden çözüm yaptığından havanın geometrik gerçekliğinin, yapısal parçaların (aracın) geometrisinden daha öncelikli olmasıdır. Modelleme metodolojisi de bunun üzerine kurulmalıdır. Yapısal parçalarda –altsistemleri olabildiğince büyük tutmak da gerekliliğinden- detaylar en aza indirilmeye çalışılır. Öncelik, havaya ses geçişini etkileyen malzeme farklılıkları ve havanın modal durumunu etkileyecek geometrik farklılıklardadır. Diğer detaylar önemsizdir, sonuçları neredeyse hiç etkilemez.
Bir aracın yan yana FEA ve SEA modelleri
Yukarıda değinildiği gibi, malzeme SEA için çok önemlidir. Çünkü malzemenin ses yutum/geçirme katsayısı iki altsistem arası sesin iletiminde doğrudan etkilidir. Bu yüzden araçta kullanılan tüm malzemelerin, bilhassa akustik izolasyona yönelik olan trim malzemelerin özelliklerinin doğru olarak programa girilmesi önem arz etmektedir. Keza fitil gibi parçaların iletim kaybı (transmission loss) değerleri, kesişim yerlerindeki sızıntı alanları (leakage) da modele tanımlanmalıdır. Zaten SEA, otomotiv projelerinde genelde akustik malzemelerin alan, özellik ve kalınlık seçimleri için yapılmaktadır.
Bir SEA yazılımı olan ve benim de SEA analizi için kullandığım VA One’da ara yüz
Son olarak SEA’nın adında geçen istatistik kısmına vurgu yapılmalıdır. SEA, belli bir hata payıyla çözümleme yapan istatiksel bir metottur. Literatürde ±3 dB hata payı olabileceği belirtilmektedir ve 3 dB akustik ölçümler için kayda değer bir niceliktir.
[1] A. Botke, E. Erensoy and C. Sevginer, Modeling and Validation Processes of an Electric Vehicle with Statistical Energy Analysis, Euronoise 2015, pp. 1417-1422, Maastricht, Netherlands, 2015.
Not: Fotoğrafların hepsi jeneriktir ve çalıştığım projelerle ilgisi yoktur.
Diğer sanal analiz ve NVH yazılarım:
Sonlu Elemanlar Analizi Nedir?










Son Yorumlar