Başlangıç > ayrımcılık, engellilik, fikir, hayat > Engelli Olmak Üzerine Düşünceler

Engelli Olmak Üzerine Düşünceler

Baştan anlaşalım, bu bir acındırma yazısı değil. Anılarımı içeren bir yazı da değil. Çünkü amacım yaşadıklarımdan ziyade, bir engellinin toplumdaki yeri ve toplumun bakış açısını irdelemek. Bir sosyolog ya da psikolog olmasam da bir engelli olarak kendi bakış açımı sizlere aktarabilmek, dilim döndüğünce.

Önce kelimeden başlayalım. Engelli sözcüğü nispeten yeni bir sözcük. Genelde kullanılan özürlü ve sakat kelimelerine kıyasla pozitif bir anlam barındırarak bireyin azimle mevcut durumunu aşabileceğini veya en azından etkisini azaltabileceğini vurguluyor. Umudu her zaman yaşatmak mühim olduğundan engelli kelimesini kullanmak ve kullandırtmaya çalışmak önemli. Lakin keşke engellilerin tek sorunu kelimeler olsaydı. Kısa süre öncesine kadar çok takıldığım bu konuyu umursamamaya başladım artık. Çünkü zihniyet aynı kaldıktan sonra birey daha umutlu kelimeyi kullansa bile ne değişir ki?

De Roille et D’os / Rust and Bone – 2012

Engellilerin en önemli sorunu, toplumun zihniyeti olmuştur ve bu, maalesef her zaman aynı kalacaktır. Fakat bu durumu salt engellilere yarım insan, hatta insan olamamış mahluk gözüyle bakan insanları eleştirerek değerlendirmemeliyiz. Konunun içeriği aslında çok daha geniş ve derin. Çünkü engellilere yapılan, ayrımcılığın sadece bir türü ve dünyada daha bir sürüsü var. Hepsini yazmayacağım ama bir engelliye yapılan insan dışı muamelenin bir kadına, bir Yezidi’ye, bir siyah tenliye, bir eşcinsele, bir mülteciye yapılan ayrımcılıktan farkı yok.

Hepsinin ortak noktasında da iki yoksunluk bulunmakta: Saygı ve empati. Tabii kendini üstün görme, gücü elinde tutma dürtüleri de ayrımcılığa sebebiyet vermektedir fakat doğaya saygısı olmayan ve empati kuramayan biri ne kadar mülayim, iyi niyetli olursa olsun sehven de olsa ayrımcılık yapmaktadır. Eşcinsellere veya kadına yönelik ayrımcılık genelde bilinçlidir. Lakin engellilere karşı bariz bir bilinçsizlik bâki olsa da sonuçta yapılan şey ayrımcılıktır. Bir engellinin herhangi bir insan olduğu görüşü toplum nezdinde benimsenmedikçe bu ayrım sona ermeyecektir.

Bazı engellilerin bu ayrımı kaldırmaya çalışmaktan öte, suistimal etmeleri ise bunu körüklemektedir. Yine bunu bilinçsiz yapanlar mevcut bulunsa da gözleri paradan başka bir şey görmeyen kişiler bazen bizzat kendilerini çoğu zaman da başka engellileri pazarlamaktadır. Bunun yanında bazı engelli aileleri de koruma içgüdüsüyle bu ayrımcılığı arttırmaktadır. Çocuğunu, kardeşini dış dünyanın sözlerinden ve eylemlerinden koruyacağım derken onu eve hapsetmektedir, kendisini ifade etmesini engellemektedir, toplumun da onu tanıyıp kabullenmesinin önüne geçmektedir.

Yurt dışına giden bazı vatandaşlarımız ne kadar çok engelli gördüklerinden bahseder. Çoğunun fark ettiği üzere, bu durumun esas sebebi o ülkelerde daha fazla engelli bulunması değil, engellilerin ve toplumun bu konudaki bilinci daha yüksek olduğundan daha fazla görünür olmalarıdır.

Children of a Lesser God – 1986

Gelişmiş ülkeler de bu bilinci vicdanları sızladığından geliştirmemişlerdir, öyle olsa diğer ayrımcılık türlerinde de azalma olması beklenirdi. Velakin insanların güç uğruna ne kadar kör olduğunu hepimiz biliyoruz. Gezegendeki tüm canlıları etkileyen 2. Dünya Savaşının sonuçlarından biri de, evlerine bir uzuvlarını ya da psikolojilerini kaybetmiş olarak dönen ve bu yeni hayatına nasıl adapte olamayacağını bilemeyen kitlelerdi. İlk ciddi engelli rehabilitasyon çalışmaları, savaş gazilerini topluma yeniden entegre etme amacıyla gerçekleştirilmiştir. Buradaki amaç, gazilerin hayata yeniden sarılmasını sağlamanın yanında iş gücü açısından atıl duruma düşüp üstüne tedavi ve gazilik maaş masraflarıyla ekonomiye yük olagelen engellileri tekrar iş hayatına kazandırmaktı. Görüldüğü üzere kapitalizmin bazen yararları olabiliyor.

Batılı kapitalistler, engellilere birer para kaybı gözüyle bakarken aynı zamanda mecburen onların birer insan olduklarını kabullenmek zorunda kalmışlardır. Böylece bu ülkelerde toplumun bilinci eğitimler, sanat eserleri, vb. yollarla arttırarak geliştirilmiş ve engelliler toplumla daha entegre olabilmiştir.

Bu açıdan değerlendirilirse, engellilerin topluma tamamen entegre olması iki taraf açısından kazançlı olacaktır. Engelli birey, sosyal açıdan gelişirken özgüveni de artacaktır ve kendi sosyal ve ekonomik özgürlüğünü kazanarak hayatını istediği şekilde yönlendirebilecektir. Diğer taraftan da toplumdaki atıl iş gücü tekrar verimli şekilde kullanılabilecektir.

Elephant Man – 1980

Tabii bunun gerçekleşebilmesi için iki kesimin de bilinçlendirilmesi lazımdır. Hayatında hiç engelliyle iletişim kurmamış veya onu hep mezcup, dilenci ya da kıt akıllı olarak gören bir insanın bakış açısını değiştirmek zordur. Keza kendisine hiç insan muamelesi yapılmamış, belki de evinin kapısından hiç çıkmamış bir engellinin bakış açısını değiştirmek de.

Bu sebeple engelli ayrımcılığını bireysel çabalarla önlemeye çalışmanın çok zor olduğunu düşünüyorum. Tabii ki iyi niyetli, hayırsever biri engellilere yardım ederek onları topluma kazandırabilir. Fakat maalesef bu, yardım edilen engellilerle sınırlı kalacaktır. Bir kişinin, bir derneğin ya da bir vakfın günümüzdeki ve gelecekteki tüm engellilere dokunma ve onların koşullarını iyileştirme şansı yoktur. Yapılan bu çaba çok kıymetli olsa da herkese dokunabilmek imkânsızdır.

Ancak devletin önayak olduğu kapsamlı, çok yönlü bir programla sağlanabilir. Toplumun ve engellilerin farklı açılardan bilinçlendirilmesi ve bunun günlük yaşamda birebir karşılık bulması, bu ayrımcılığın kökten çözümü için elzemdir.

Plemya / The Tribe – 2014

Tabii burada da şu sorular öne çıkıyor: Her şeyi devletten mi beklemeliyiz? Her iktidarla olaylara bakışı değişen, hatta çoğu zaman tarafsız olması gereken yer ve zamanda baş taraf olan devletimizden; insanların eşitliğini sağlayan ve süreklilik isteyen böyle bir atılım beklemek ne kadar gerçekçidir?

İşte benim düşüncelerimin tıkandığı nokta burası. Toplumu doğrudan ilgilendiren çoğu konuda olduğu üzere karamsarlığım ağır bassa da umudun hiçbir zaman yok olmayacağını da biliyorum. Günün birinde tamamen bitmese bile tüm ayrımların azaldığı noktada, engelliler de yaşama daha sıkı sarılacaktır.

Bunun için de her zaman birey ilk adımı kendi atmalıdır, sonra diğer insanlardan ve kurumlardan beklemelidir. John Lennon’ın da söylediği gibi, tüm canlıların eşit olduğu bir dünya hayal değil. Kalpten inanırsanız başkalarının cümleleri, eylemleri sizi yolunuzdan döndüremez. İnanın ama ayrım yaparak, koşullar koyarak değil.

 

Kadınla erkeğin, Hrıstiyanla Müslümanın, Türk’le Kürt’ün, trans bireyle heteroseksüelin, çobanla başbakanın eşit olduğunu düşünemeyen biri bir engellinin de insan olduğunu kavrayamaz. Ayrımcılığın ayrımı olmaz.

Not: Fotoğraflar, engellileri doğru betimlediğine inandığım filmlere aittir.

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: