Arşiv
2012 Oscar Ödül Töreni Yorumları
Geçen yıl olduğu üzere, bu yıl da banttan izledim töreni. 2.5 saati biraz aşan töreni yaklaşık 10 dakika önce bitirdim. Çok sıcağı sıcağına bir yorum olsa da, iki unsurun öne çıktığını söylemem gerek:
- Çok-ulusluluk: Törende bolca Fransız, bir İranlı, bir Pakistanlı, bir İrlandalı, bir İtalyan, bol İngiliz ve Amerikan ödül aldı. Eminim başka uluslara ait ve benim bilmediğim kazananlar da vardır. Bilhassa A Seperation‘ın yönetmeni Ashgar Fahradi’nin konuşması bunu vurguluyordu. Dünyanın bilerek ve isteyerek kutuplaştığı günümüzde, dünyanın en kapitalist şovunda bunun üstüne durulması oldukça ilginç! Sanki kapitalizm, günah çıkarıyor. Politika arenalarında, sokaklarda, mitinglerde, gazetelerde dile getiremediğini eğlence dünyasına söyletti. Oscar’lara eğlence diye bakanlar, biraz da işin bu yönünü görebilmeli.
- Sinema nostaljisi: Malumunuz artık insanlar sinemaya çok gitmiyor. DVD’ler, Blu-ray’ler, iPadler derken o sihirli salonun kapısı unutulur oldu. Gidenler de alışveriş merkezlerinde abidik gubidik filmler izliyor. Eminim Hollywood’da kimse Emek Sineması’nı bilmiyordur ama sanki ona da bir saygı duruşu vardı. Sahnenin ana dekoru olsun, salonun genel düzeni olsun (Oscar’lar uzun zaman sonra Kodak Theatre dışında bir salonda yapıldı ve dikkat edenler yeni salonun eski devasa sinemalara benzediğini fark etmiştir), aralarda popcorn ve türevi film izleme atıştırmalıkları dağıtan kızlar olsun, aralara serpiştirilmiş Hollywood yıldızlarının sinemayı neden sevdiklerine dair videolar olsun; hepsi sinemanın altın çağını yad ediyordu. Zaten adaylar da bunun için seçilmişti sanki: Hugo sinemanın ilk dönemini anıyordu, The Artist sessiz fim dönemine saygı duruşuydu, Midnight in Paris 30’ların emtellektüel camiasının özlemi içindeydi, The Descendants adı üzerinde atalarının topraklarında hayata tutunmaya çalışan varisler üzerineydi.
Diğer unsurlara gelirsek:
- Billy Crystal, klasik ama zinde bir performans sundu. Galiba Altın Küre günümüzün nabzını Oscar’dan daha iyi tutuyyor. Billy Crystal her ne kadar harika gözükse de biraz demode, Ricky Gervais gibi zeki ve sivri bir sunucu gerek Oscar’a.
- The Artist 2-3 yıl sonra hatırlanacak mı merak ediyorum. Ama Hugo hatırlanacak.
- Gecenin en güzel anı, Cirque de Soleil’in şovuydu. Yine eski filmler üzerine çarpıcı bir gösteri yaptılar.
- Meryl Streep, kendiyle iyi dalga geçiyor. Zaten öyle olmasa hiç çekilmez. 17 adaylık ve 3 ödül her insanı sersemletir. Bu arada kadının makyajcısını her filme taşıdığını da öğrendik. Üstelik ona da ödül aldırttı, bir şey diyemiyorum.
- Christopher Plummer, ödülünü hak ederek alan nadide kazananlardandı. Konuşması da çok tatlıydı.
2012 Oscar Adayları Yorumları
Ödül törenine sadece 2 hafta kala önce birer cümleyle adayların üzerinden geçelim, yıl içindeki yazılarıma da filmin üzerine tıklayarak erişebilirsiniz. Sonra bir tahmin listesi yapalım. Bana eşlik ederseniz sevinirim.
- The Artist: Bu şirinlik muskası film, herkesin gönlünü kazanarak ödüllerin en güçlü adayı. En İyi Film, Erkek ve Görüntü’yü kapacak sanırım.
- The Descendarts: Alexander Payne’in bu sımsıcak aile öyküsü, En İyi Uyarlama Senaryo ödülü ile yetenecek galiba.
- Extremely Loud & Icredibly Close: Stephen Daldry imzalı bu güçlü melodram, sürpriz adaylıklarıyla yetinecek.
- The Help: Senenin sıcak aile filmi kontejanından listeye dahil olan film, En İyi Yardımcı Kadın’ı alır ama Kadın Oyuncu ödülü zorda gözüküyor.
- Hugo: Benim bu seneki favori filmim, ne yazık ki sadece Scorsese’ye ikinci ödülünü kazandıracağa benziyor. Teknik dallarda da (mesela sanat yönetmenliği) 2-3 ödül alabilir. Gönül daha fazlasını isterdi.
- Midnight in Paris: Herkesi şaşırtan bir performansla buralara gelen son filmiyle Woody Allen, törene katılmasa da En İyi Özgün Senaryo’yu bir kere daha kazanabilir. Bu film, aklımda hep şu cümleyle hatırlanacak: “Hangi zaman diliminde yaşarsan yaşa, geçmişe hep özlem duyarsın!”
- Moneyball: Benim hiç beğenmediğim bu ekonomi-spor filmi, tören boyunca oturacağa benziyor (hakkı da bu).
- The Tree of Life: Malick’in tartışmalı filmi ödül alması zor. Böyle karmaşık ve felsefik bir film ödül alırsa çok şaşarım.
- War Horse: Spielberg’ün Yönetmen adayı bile olamamasıyla makus kaderi açık olan film, diğerleri ödülleri kaparken çerez olmakla yetinecek.
- A Better Life: Gönlüm Damien Bichir’in ödülü almasını çok istiyor ama alamayacak.
- Tinker Tailor Soldier Spy: Bu sıkı ajan filmi, sadece Müzik’te iddialı. O da belki.
- Albert Nobbs: Bu vasat altı film, 2 adaylığına şükretmeli.
- The Girl with the Dragon Tattoo: Hollywoodlaştırılan bu yeniden yapım, Kurgu’yu kazanabilir.
- The Iron Lady: Meryl Streep, Michell Williams’ın en büyük rakibi.
- My Week with Marilyn: Williams, bu sefer ödül alırsa herkes (ben de) sevinecek. Bence alacak da.
- Beginners: Filmin tek adayı olan Christopher Plummer, ödülüne kavuşacağa benziyor, hem de Oscar’ı alan en yaşlı kişi ünvanına sahip olarak.
- Warrior: Nick Nolte başka bir seferi bekleyecek, diğer adaylar ondan çok daha iyi çünkü.
- Bridesmaids: Yılın favori komedisi, adaylıklarıyla avunacak.
- Margin Call: Bu dört dörtlük ekonomi dramı, hak ettiği adaylığıyla bile herkesi şaşırttı.
- Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation): Yılın belki de en iyi filmi, Yabancı’yı kesin kapsa da hak ettiği Özgün Senaryo ödülünü alamayacak.
- The Ides of March: George Clooney’in son yönetmenlik deneyimi oldukça iyi ama ödül alacak kadar değil.
ÖDÜL HAK EDEN KAZANACAK
Film Hugo The Artist
Yönetmen Martin Scorsese (Hugo) Martin Scorsese (Hugo)
Erkek Damien Bichir (A Better Life) Jean Dujardin (The Artist)
Yardımcı Erkek Christopher Plummer (Beginners) Christopher Plummer (Beginners)
Kadın Michelle Williams (My Week with Marilyn) Michelle Williams (My Week with Marilyn)
Yardımcı Kadın Octavia Spencer (The Help) Octavia Spencer (The Help)
Özgün Senaryo Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation) Midnight in Paris
Uyarlama Senaryo The Descendants The Descendants
Yabancı Film Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation) Jodaeiye Nader az Simin (A Seperation)
Animasyon Rango Rango
Görüntü Yönetimi The Tree of Life The Artist
Kurgu The Girl with the Dragon Tattoo Moneyball
Sanat Yönetimi Hugo Hugo
Kostüm Jane Eyre Jane Eyre
Makyaj The Iron Lady The Iron Lady
Müzik Tinker Tailor Soldier Spy War Horse
Şarkı ?????? The Muppets
Görsel Efekt Rise of the Planet of the Apes Rise of the Planet of the Apes
NOT: Listenin antisimetriğinden dolayı özür dilerim. İleride daha düzgününü yapacağım.
2011’in En İyi Filmleri
Hadi 2011’de izlediğim filmlere göz atalım. Yılı değerlendirirken, iyileri hatırlayalım. Önce bir ‘İlk 10’ listesi yapalım, aonraki yazıda da listeye giremeyip adından bahsetmeye değer olanları sıralayacağız:
Daha fazlasını oku…
Benim En İyi 10 Türk Filmim
İlgilenenler zaten çoktan duymuştur, Sinema dergisi ‘En İyi 100 Türk Filmi’ni seçiyor. Kapanmadan önce Empire Türkiye de böyle bir seçime niyetlenmişti. Darısı Sinema ekibineymiş.
Dergi ekibi ünlü sinema tarihçisi Agah Özgüç’e 350 filmlik bir liste hazırlatmış. Oy kullanacaklara da 10 tanesini sırayla belirleyin demiş. Yani filmleri kafanıza göre seçemiyorsunuz. Ama açıkçası liste de gayet uygun hazırlanmış. Benim listemdeki tüm filmler zaten var. Yeni nesil, bunalmasın diye Recep İvedik bile eklenmiş. Herkesin şerbetine göre liste oluşturulmuş.
Ben de bir süre önce filmleri belirleyip oyumu kullandım. Kasımda sonuçlar açıklanmadan önce de buraya yazmak istedim. Her filmi neden seçtiğime dair ufak bir yazı da olacak.
Listeye geçmeden 10 Ekim’e kadar oy kullanabileceğinizi belirtiyim: www.eniyiyuzturkfilmi.com
10) Sonbahar (2007 – Özcan Alper) : Bir Türk erkeğinin dışarıya gösteremediği ama içinden yüzleşmek zorunda olduğu sorunları harika bir sinematografik dille anlattığı için. Bunun yanında önemli bir politik yarayı çok iyi yedirebildiği için. Az parayla bu kadar yalın ve kusursuz bir film olduğu için.
9) Aaah Belinda (1986 – Atıf Yılmaz) : Türk Sinema Tarihi’nin en iyi senaryolarından birine sahip olduğu için. Türk kadınının modernleşmeden sonraki aile ve toplum içindeki konumunu saptadığı için. Müjde Ar’ın reklam sırasında boyut değiştirdiği sahne ve Ece Bar’daki sahne için.
8) Sevmek Zamanı (1965 – Metin Erksan) : Sembolizmi Türk Sineması’nda bu kadar iyi yansıtabilen tek film olduğu için. Divan Edebiyatı’nda da var olan ‘surete aşık olma’ konusunu bir filmin ana konusu yapabildiği ve bunu, dönemin Yeşilçam melodramlarıyla harmanlayıp kusursuza yakın bir film olduğu için. Müşfik Kenter’i, gencecikken izlememize olanak verdiği için.
7) Yol (1981 – Şerif Gören) : Yılmaz Güney’in kusursuz senaryosu için. Türkiye’deki bazı sorunları birbirine karıştırmadan, abartmadan ve olduğu gibi yansıtabildiği için. Enfes oyuncu kadrosunu seyredebilmek için.
6) Muhsin Bey (1986 – Yavuz Turgul) : Günümüzde ayyuka çıkan, kent toplumu-kırsal kesim arasındaki farklılıkları, yozlaşmayı, toplumun 80 sonrası hızlı değişimini daha yolun başındayken saptadığı, yalın ve içe dokunan bir hikayeyle yansıttığı için. Yavuz Turgul’un en iyi senaryosu olduğu için. Şener Şen’in performansı yanında Uğur Yücel’in ilk çıkışını izleyebildiğimiz için.
5) Aaah Güzel İstanbul (1966 – Atıf Yılmaz) : Başka bir Türk filminde bulamayacağınız bir öyküyü anlattığı için. Kentteki yozlaşmayı saptadığı ve nostalji duygusunu abartmadığı için. Mükemmel bir İstanbul güzellemesi olmasının yanında, Boğaz’daki kirlilik gibi negatif unsurları da olduğu gibi gösterebildiği için.
4) Vesikalı Yarim (1968 – Ö. Lütfü Akad) : Bir melodramı sululaştırmadan, kusursuz bir senaryo ile anlatabildiği için. Türkan Şoray ile İzzet Günay arasındaki alevi canlı canlı izlemek için. Şükran Ay’ın şarkıları için. Tabii İstanbul’un o zamanki halini gözlemlemek için.
3) Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu (1990 – Engin Ayça) : Aşkın dokunmadan, görmeden de yaşanabileceğini anlatabildiği için. Kusursuz senaryosu için. Türkan Şoray ve Ekrem Bora’nın insanın içine işleyen performanslarını izlemek için. Filmin sonunda nutkunuzun tutulmasına şahit olmak için.
2) Selvi Boylum, Al Yazmalım (1977 – Atıf Yılmaz) : Evrensel ve zaman aşırı bir soru olan “Aşk nedir?” sorusunu verilebilecek en iyi yanıtı verdiği ya da en kritik soruyla karşı soruyu sorabildiği için. İyi bir senaryo izlemek ve harika bir müzik çalışması dinlemek için. Türkan Şoray ile Kadir İnanır arasındaki enfes kimyaya şahit olmak, bunun yanında Ahmet Mekin’in olabildiğince sıradan bir karakteri ezilmeden oynadığı için.
1) Anayurt Oteli (1987 – Ömer Kavur) : Bir Anadolu erkeğinin hayatını, tüm unsurları ile beraber ortaya serebildiği için. Bundan yüzyıllar önce de yaşanmış, çok uzun yıllar sonra da yaşanabilecek bir psikolojiyi sinemaya aktardığı için. Bunu; ibretlik karakterlere sahip harika bir senaryo ile, muazzam performanslar ile (Macit Koper ile Serra Yılmaz) ve kusursuz sanat yönetimi ile birleştiren rejiye sahip olduğu için. Filmin sonunda sizi koltuğunuza çaktığı için!
Oscar 2011 Tahminlerim
Bu akşamüstü Oscar aday açıklandı. Sıcağı sıcağına birkaç yorum yapmak lazım:
Nicholas Sparks Uyarlamalarına Dair
Nicholas Sparks, bariz şekilde popcorn romantik romanlar yazan bir yazar. Benim pek kitapla aram yoktur ama kitap uyarlamalarını bolca izlerim.Bundan 5 yıl önce de The Notebook’u izlemiştim.
İsteyen burun kıvırabilir ama çok sevdiğim bir filmdir. Birkaç kere izlemişimdir, zaten orijinal DVD’si de arşivimde mevcuttur. Filme genelden bakarsanız gayet klişe bir yapıyı fark edersiniz. Çok genel olarak bir fakir oğlan-zengin kız aşkı anlatılır. Yeşilçam melodramları gibi yani. Allie yazlık malikanesine taşınan bir zenginin kızıdır. Kasabanın delikanlılarından Noah ile tutkulu bir aşk yaşarlar. Sonra yaz biter, kız döner. Oğlan her gün mektup yazar ama kızın annesi mektupların ulaşmasını engeller. Bir süre sonra kız başkasıyla nişanlanır, oğlan savaşa katılır döner. 3-4 yıl sonra oğlan kızın zamanında bayıldığı bir malikaneyi alıp restore etme başlar. Kız düğününden hemen önce bunu duyunca oraya gider ve kaldıkları yerden devam ederler.
Daha fazlasını oku…
Önemli Hatlarıyla Son Dönem Filmleri
- Vavien, beklediğim kadar iyi bir senaryoya sahip değildi. Güzel ve gerçekçi başlayan senaryo çok basit sonlanıyor. Finali çözselermiş başyapıt çıkarmış. Ama müzik ve oyunculuklar harikulade.
- Bal, huzur veriyor. Bu filmde hiç sıkılmadım, üstüne bazı yerlerde keyif aldım. Çok iyi bir film. Zaman vererek, yorulmadan izlenmeli. Bora Altaş’ın performansı ise olağanüstü!
- Dear John, bir Nicholas Sparks filminden beklediğiniz her şeye sahip. Çok klişe ama nedense baymıyor. Amanda Seyfried yeter bana zaten.
- Arjantin yapımı Oscar’ı kucaklayan film var ya, El Secreto de Sus Ojos. Direkt seyirciye oynayan bir polisiye ve geleceğe asla kalmayacak. Sanırım Das Waisse Band ile Un Prohete’nin ikili çekişmesinde aradan sıyrılan oldu. Filmden aklımda tek kalan şu cümle oldu: “İnsan her şeyini değiştirebilir ama tutkusunu değiştiremez.” Evet, uzun süre düşündürdü beni bu basit cümle.
- İzlediğimiz üzerinden 1 ay geçti ama yazacağım: Shutter Island, senaryo olarak çok basit. Çözüm hep gözünüzün önünde ama daha dolambaçlı bir yol bulurum diye görmezden geliyorsunuz.Ama filmin oluşturulma biçimi ve detaylar tam Scorsese’lik.
- Film Festivali’nde izlediklerimi uzun yazacağımdan biraz daha erteleyeceğim.
- Bu arada Kıskanmak’ı izledim ve beğenmedim. Demirkubuz’a dönem filmi dokusu yakışmamış.
29. İstanbul Film Festivali’nin Sorunları
İstanbul Film Festivali çeşitli sebeplerle kan kaybetmeye devam ediyor.
Öncelikle artık belli bir kesim için festival gerekliliği tartışılır oldu. Kendimi de kısmen katabileceğim sinemaya yalnız giden, asosyal film manyakları çok daha iyi bir kaynak buldular nadide filmleri seyretmek için: İnternet. İsteyen filmini çeşitli kaynaklardan indirdi, isteyen de kılını kıpırdatmadan dünyanın öbür ucundan kolisini getirtti. Yani eskiden festivallerin esas kozu olan nadide filmleri sadece kendilerinde seyretme avantajları ellerinden alındı.
Diğer yönden sinemanın büyüsü giderek evlere de girmeye başladı. Bir güzel ekran ve uygun ses sistemiyle sinema keyfini salondan farksız yaşayabilirsiniz. Sonuçta dışarı çıkıp, bilet alıp, gereksiz reklamlar seyredip, tanımadığınız insanlarla film izlemek yerine vinizde rahat rahat kurulup filmin tadını çıkarabilirsiniz.
Bunların dışında İstanbul Film Festivali’ni ilgilendiren başka konular da var: Salonsuzluk, var olanların yetersizliği, tanıtma beceriksizliği (bilhassa bu yıl!), program kısırlığı, vb. Çok uzatmadan hepsine değinelim:
Emek fiyaskosu malum! Beyoğlu Belediye Başkanı’nı kapıya o güzelim plaketi astığı için kutluyoruz! (Adam, şaka gibi, burada bir zamanlar sinema vardı diye yazı asmış, ötesi var mı!)
Emek’in yerine baş salonluğu almış gibi görünen Yeni Rüya dökülüyordu! İlk filmimde iki yanımdaki koltuk kırık çıktı ve festivalin 8. günüydü. Geçen senelerdeki Yeni Melek fiyaskosu hala hafızalarda korunuyor. Gerçi İKSV ne yapsın, İstanbul’da alışveriş merkezleri hariç salon mu kaldı, layığıyla film izlenebilecek? “Her yer alışveriş merkezi olmalı!” mantığındaki belediye de bir şey yapmayınca hele!
Ayrıca ilk defa bu kadar cansız reklemlar ve tanıtım izledim. İstanbul’da kaldığım 2 günde de sinemalar hariç festivalin esamesi okunmuyordu. İstiklal bile pek bir olağandı.
Geçen yıl kadar olmasa da ilgiye yönelik bir programdan çok uzaklaşıldı festivalde. Hülya Uçansu’nun eksikliği mi diye düşünüyorum artık. Galalar bile gündüze konmuş yanılmıyorsam. Haftasonu programları yerlerde resmen. İnsan biraz güzel filmler koyar. Çok ciddi program hataları hissediliyor. Mesela o kadar güzel Türk filmlerinin nerdeyse hiçbiri haftasonuna konmamış. Ya yap 10 TL, millet yeni film izlesin. Ucuza diye illa hafta içi mi olmalı?
Ayrıca 6 yıllık festival deneyimimde ilk defa üst üste 2 altyazı sorununa şahit oldum. Organizasyon eksikleri de artmış anlayacağınız.
Ben bunları yazarken üzülüyorum. Çünkü İstanbul Film Festivali, ülkemizin (yurtdışında) en ünlü ve en iyi festivalidir. Ama politik ve şahsi çıkarlar işte böyle mahvediyor değerimizi.
İzlediğim 6 filmin yazıları haftasonuna kaldı artık. Orada bir daha toparlarız festivali.
2010 Oscar Töreni – Canlı Yorum
Evet! 2010 Oscar Ödül Töreni’ne benim saatime göre 19 dakika var. Bu yıl yorumlarımı tören devam ederken anında yazacağım. Tören biter bitmez de bloğa yükleyeceğim.
Her paragraf öncesi saati de not edeceğim. Saat, Türkiye Saati’dir, GMT +2 yani. Tahminlerimi şubat ayında yazmıştım. Değişen olmadı fikirlerimde. Belki yabancı filmde Un Prophete’yi görebiliriz, o da harika bence ama yine de Haneke alır diyorum. Göreceğiz. Bundan sonrası sadece gerçekler:
3.39 : Tören, Neil Patrick Harris, nam-ı değer Barney’in enfes şovuyla başladı. Harris son yılların aranılan şov takdimcisi olarak Oscar’a da adını yazdırdı. Ama bu hareketle Alec Baldwin ile Steve Martin’in dans edemeyeceği anlaşıldı. Bu arada ikilinin başlangıç esprileri çok klişeydi.
3.44 : En İyi Yardımcı Erkek açıklanıyor, Penelope Cruz tarafından…
3.48 : Evet! Christopher Waltz bekleneni gerçekleştirdi. Gecenin ilk ödülünü kaptı. Konuşması kısa ve özdü.
3.58 : En İyi Animasyon ne yazık ki Up oldu. Tahminler doğru çıktı. Ama takdim videosu çok komikti, youtube’dan bakının derim.
4.03 : Çok ilginç, şarkı adayları performans olarak icra edilmedi. Zamanlama konusu herhalde. Ama ödül hak edene gitti. ‘The Weary Kind’ (Crazy Heart) yılın en iyisiydi. Filmi ben dün izleyebildim bu arada. Şarkıları çok iyi ama bu şarkı en iyisiydi.
4.15 : F*ck. İlk yanlış tahminim: Orijinal Senaryo’yu Mark Boal The Hurt Locker ile kaptı.
4.18 : John Hughes özel anma bölümü yapılıyor. İşte vefa budur. Takdimciler de Matthew Broderick ile Molly Ringwald’dı. Harika! Şimdi de özel konuşma yapılıyor, Culkin bile gelmiş. Hollywood Hughes’a bu kadar değer verir miydi?
4.30 : Şu anda kısa filminn önemini anlatan bir video yayınlandı. Çarpıcıydı. Galiba törene ödüller öncesi yayınlanacak videolar damgasını vuracak.
4.38 : Ben Stiller, Navi makyajıyla sahneye çıktı. Şimdiye kadarki en komik performansı gerçekleştirdi. Star Trek Makyaj dalını aldı. Hak etti mi? Yani.
4.49 : Yine yanlış tahmin: Uyarlama senaryo Precious ile Geoffrey Fletcher’in oldu. Up in the Air daha iyiydi kesinlikle.
4.59 : Mo’Nique En İyi Yardımcı Kadın’ı aldı. Çok acıklı bir konuşma yapıyor.
5.07 : Avatar ilk ödülünü aldı, Set Dizaynı dalında.
5.10 : The Young Victoria Kostüm dalnde hak edilmiş bir ödül aldı. Ödülü alan kadın, ödülünü yaptıkları iş pek görülmeyen bağımsız filmlerin kostümcülerine adadı. Şık hareket!
5.18 : Martin ile Baldwin’in ilk komik esprileri Paranormal Activity parodisi ile geldi.
5.25 : The Hurt Locker Ses Kurgusu dalını da kaptı.
5.26 : The Hurt Locker Ses’i de alarak ödül sayısını üçledi. Avatar hala birde.
5.35 : Ne demiştik? Avatar birde miydi? Görüntü’yü alarak iyi bir atak yaptı.
5.41 : Anma (tribute) bölümü yine iyi hazırlanmış. Acıklı oldu yine.
5.46 : Müzik adayları için hazırlanmış özel performanslar yapılıyor. Pandomim ve break dans ağırlıklı, seyri pek keyif vermeyen gösteriler.
5.52 : Müzik’i Up kaptı. Güzel ve sade bestelerle (score).
5.55 : Görsel efekt tabii ki Avatar‘ın.
6.01 : Belgesel adaylarını hiç izlemedim, açıkçası da izlemeyeceğim ama kazananı merak ediyorum. 2 dakika içinde belli olacak: The Cove, yunusları anlatan popüler belgesel.
6.07 : The Hurt Locker kurguyu da aldı. Yarış sürüyor.
6.09 : Ara yorum: Gördüğüm en sıkıcı törenlerden biri oluyor. Sunucu seçiminin yanlışlığı çok bariz. Barney ve Stiller hariç akılda yer eden an hiç yok. Senaryo dalları hariç sürpriz de olmadı. Küçük tanıtım videolarının devamını bekliyorum.
6.16: Ve Yabancı Film: F*ck! Bu ne be! Şaka bu: Arjantin’den The Secret in Their Eyes. İzlemedim ama Haneke ve Un Prophete‘den daha iyi olmadığına neredeyse eminim. 2 yıldır bu kategori sürprizlere gidiyor, şaşırtıcı.
6.24 : Geçen yılki gibi ana oyuncu kategorilerini 5’er büyük star takdim ediyor. Her oyuncuyu teker teker onurlandırarak: Michelle Pfeifer Bridges hakkında bayağı konuştu. Vera Fermiga da Clooney hakkında gülümsetti. Julianne Moore Firth’ü utandırmakla meşgul şu anda. Ay, Tim Robbins Shawshank‘taki kankası Freeman’ı anlatıyor. Colin Ferrell de Renner’i anlattı.
6.32 : Kate Winslett Erkek’i açıklıyor: Jeff Bridges! Hey Dude, you’ve earned it! Salon ayaklandı!
6.38 : Sadece 3 kategori kaldı. The Hurt Locker sayısal olarak önde ve öyle bitecek gibi.
6.40 : Ve En İyi Kadın: Forest Whitaker, Bullock’u tanıttı. The Queen‘den Michael Sheen Mirren’i anlatıyor.
6.43 : Rol arkadaşı Peter Sarsgaard, Mulligan hakkında saçmalıyor. Oprah, Gidibe’yi övüyor.
6.45 : Stanley Tucci de Streep’i anlatıyor. Bakalım kazanan kim olacak? Sean Penn açıklıyor:
6.48 : Komedi gerçekleşti: Dün En Kötü Aktris ödülünü kapan Bullock, Oscar’ı da kaptı. Hak etmediği bir ödül. Zaten şu an diğer adaylardan özür diliyor.
6.51 : Bullock şimdi de ağlıyor. İn o sahneden, yakışmıyorsun!
6.52 : Barbra Streisand Yönetmen’i açıklıyor (açıklarken adayları 3’e indirdi bile).
6.54 : Kazanan Bigelow! Doğru tahmin! 😀
6.58 : En İyi Film’i Tom Hanks açıkladı: The Hurt Locker. Ben ihtimal vermiyordum ve 2-3 aday daha iyiydi. Ama ilginç atmosferi ve yapısıyla hak ettiği de söylenebilir.
7.01 : Tören bitti: Sürprizleri ve birkaç anı dışında sıradandı. Billy Cristal’i özlüyorum. Daha yoğun bir yorum ilerleyen günlerde bu blogta olacak.
Bir ‘Oscar Adayları’ Yorumu
Oscar adayları açıklandı dün itibariyle. Taze taze de yorum yapmak lazım. Hala izlemediğim adaylar olsa da ileride düzeltmek kaydıyla birkaç kelam edeyim:
Pek sürprizin olmadığı bir yıl. Ödüllerde de pek sürpriz olmayacak gibi. Şahsen Oscarların kimlere gideceği çok açık. Sürpriz olur mu? Zor ama 1 dalda belki yaşanır.
Aşağıda dalları sıralarken önce gönlümden geçeni, sonra muhtemel kazananı yazacağım. Netteki bilumum yerde kazanan listesi aynı olacak, şimdiden söyleyeyim:
Film: Gönlümden A Serious Man geçiyor ama imkansız. Olası adaylardan Up in the Air demek isterdim ama açık ara Avatar gecenin kazananı olacak. Pek de yanlış seçim olmayacak, 2009 deyince akla gelen 5 filmden biri ve 3B filmlerinin kapısını açan film.
Bu arada 10 filmin aday gösterilmesi çok saçma olmuş. Zaten yönetmeni aday olmayan film kazanan olamayacak, böylece 5 film direkt eleniyor. Ne anladım bundan ben? Sırf The Blind Side, Up ve District 9’ın gönlü hoş olsun diye bu yapılmamalıydı. Diğer direkt-kaybedenlerden A Serious Man ile An Education açısından iyi oldu ama daha çok izlenecekler ama popcorn izleyicisi yine Coenleri çakamayacak.
Yönetmen: Reitman veya Tarantino demek çok isterdim ama Bigelow alacak. Çünkü filmi çok iyi, yetenek isteyen bir iş çıkarıyor, geçmiş filmleri de gayet iyiydi (ama gören olmadı) ve en önemlisi tarihte ilk kez bir kadın bu ödülü havaya kaldıracak. Gerisi boş.
Erkek: Daha izleyemedim ama Jeff Bridges alacak. Banko! Harika bir kariyerden sonra yakışacak da! İzlediklerimden Clooney derdim ama olmayacak.
Kadın: Nedense herkes Sandra Bullock alacak diyor. Anlayamadım gitti. Fena oynamıyor, tamam da ödülü alacak kadar iyi değil! Kalbimden Carey Mulligan geçiyor. Sürpriz çıkabilir bu kategoride, benden demesi. Çünkü Gabourey Sidibe harika oynadı bu yıl ve akademi bu rolleri çok seviyor.
Yardımcı Erkek: Christopher Waltz havada karada alacak. Diğerlerinin şansı bile yok.
Yardımcı Kadın: Bu kategoride 3 aday izleyebildim şimdiye kadar. Kalbimden Anne Kendrick geçiyor ama Mo’nique alacak. Çünkü o gece Precious’un tek ödülü bu olacak.
Yabancı Film: Das Weisse Band bence 2009’un en iyi filmiydi. Bana kalsa en iyi filmi de buna verirdim. O kadar muhteşem bir film. Gecede kazanan kesin o olacak çünkü akademi Haneke’yi onurlandırmak isteyecek. Yerden göğe kadar da haklılar. (Biz bunun karşısına Güneşi Gördüm’le çıktık, şaka gibi ya!)
Orijinal Senaryo: Tartışmaya açık ama içimden bir ses A Serious Man diyor. Galiba kazanan da o olacak!
Uyarlama Senaryo: Up in the Air veya An Education alır. Ben birincisini istiyorum ama ikincisi alacak ki o da iyi seçim.
Animasyon: Ben Fantastic Mr. Fox’un almasını istiyorum, o da olmadı The Princess and the Frog almalıydı. Ama ne yazık ki sadece 5 dakikası harika olan Up alacak. Neredeyse Pixar’dan nefret ettirecekler insanı.
Teknik dallarda Avatar ve The Young Victoria süpürür diyorum ama emin olamam. İkisi de bence bulundukları dallarda tekler. Sadece kurguda The Hurt Locker ile görüntü yönetiminde Das Weisse Band, Avatar’ı zorlayabilir.
Bu arada akademinin (500) Days of Summer ile Moon’u görmemesini kınıyorum!
Son Yorumlar