Güce Bağlı Olarak Zalimlik ve Mazlumluk Üzerine
Bazı kişiler vardır, “Kol kırılır, yen içinde kalır.” deyip kendileri ve kendi çevresi hakkında eleştiri yapmaz. Görse bile görmemezliğe gelir, hatta rahatsız olsa da susar. Ben öyle biri değilim. Kendimi de gayet eleştiririm, bazen abartırım hatta. Çünkü diğer türlü yanlış yapılan şeyi, kabul etmiş olursun. Bana göre yanlış, her zaman yanlıştır. Ben yapsam da, arkadaşım yapsa da, ailem yapsa da, ırktaşım yapsa da.
Bu yazıda, nicedir beni rahatsız eden bir sorunumuzu yazacağım. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak çoğumuzun yaptığı bir davranışı yazacağım. Bunun hakkında da çeşitli örnekler vereceğim, isim belirtmeden.
Sorunumuz, bir şeyi (mevki/sıfat/mekan/eşya/vb.) ele geçirince onun altında olan her şeyi hükmetme kudretine sahip olduğumuz yanılsaması. Oldukça geniş bir tanım yaptım, şimdi çeşitli örneklerle bunu açmaya çalışacağım.
Birkaç yıldır gündemimizden düşmeyen davalar malum: Ergenekon, Balyoz, KCK, vb. Hepsini objektif gözle incelerseniz eksik yerler var; hepsinde açıklanmayan, üzeri itinayla örtülmüş detaylar var. Benim amacım, bunları açıklamak değil, davaların ne kadar anti-demokratik yapıldığının altını çizmek. Çoğunluğa göre de bu davaların açılma sebebi, iktidarı elinde tutan kitlenin karşıt kitleleri ezme/susturma/kontrol altına alma isteği. Bundan önce karşıt görüş olan iktidar, şimdi kendi gücünü kullanarak kendi karşıtlarını zapt altına almaya çalışmaktadır.
Ergenekon ve Balyoz davalarında zapt altına alınmak istenen grup ise askerler. Peki sizce askerler ne kadar masum? Bunu, bu davalardan ayrı olarak, genel olarak soruyorum. Bir tanıdığımdan duyduğum gerçek bir olaya bakalım:
12 Mart 1971 ihtilali zamanı. Aslında ihtilal yapmak isteyen tek grup olmadığı, birden fazla grup olduğu artık biliniyor. İçlerinden sadece biri ihtilali yapabildi ve tabii diğerleri bir anda kötü adam oldu. İşte bu gruplardan biri, ihtilal öncesi İstanbul Göztepe’deki örgüt evinde toplanacaktır. Grubun askeri öğrencileri, Kadıköy’den geçerken bir arkadaşlarını görür ve selam verir. Bu arkadaş da o gün, şans ya, boştur ve normalde örgütle alakası olmamasına rağmen arkadaşlarıyla Göztepe’ye geçer. Grubun askeri öğrencilerinden biri de o gece son trenle evden ayrılıp yurduna döner. Sabaha karşı ev basılır ve herkes gözaltına alınır (tabii sorgusuz sualsiz). Normalde son trenle ayrılan asker içeride olması gerekirken onun yerine o gece orada sadece yatan arkadaşı içeriye düşer. Çünkü, basan askerlerin ellerindeki askeri öğrenci sayısı ile evdeki askeri öğrenci sayısı tutuyordur! Ama yapılan araştırmalar neticesinde gerçek askeri öğrenci de içeriye alınır. Ama gariptir, tek suçu o gece o evde uyumak olan kişi, hapisten salınmaz! Üstelik herkes, savcılık da, hakim de, dönemin görevlileri de durumu kabul etmelerine rağmen, yani o kişinin suçsuz olduğunu bildiklerine rağmen! Ve o kişi, tıpkı diğerleri gibi, askerlikten atılır.
Günümüz davalarında da, bilhassa Ezgi Başaran’ın defalarca yazdığı üzere, bir sürü sahte kanıt veya üzeri kapanan olay var. Gerçek bir adalet sisteminde olmayacak olan ama Türkiye şartlarında normal olan şeyler bunlar. Günümüzde iktidar olmayan askerler mazlum bu sefer. Oysa ki 1971’de iktidarda askerler vardı ve kendi içinden olana, sırf karşıt olduğu için, delillere bakmaksızın zalimlik yapıldı.
Bu siyasi örneğin yüzlerce başka muadili var. 10 yıl önce mazlum olup demokrasi isteyenler, bugün zalim olup demokrasi karşıtı hareketlerde bulunmakta sakınca görmüyorlar. Eminim ki bir 10 yıl sonra, onlar iktidardan düşünce yine demokrasi diye inleyeceklerdir.
Mesela ünlü sinema ve spor yazarı Uğur Vardan, daha dün yayınlanan bir röportajında harika bir biçimde özetliyor durumu:
… Çünkü mesele ‘Mazlumken zalim olma’ meselesiydi. Bu, içinden geçtiğimiz dönemde sadece sinemaya ait bir mesele değil. Ben o tartışmada zamanında arka durduğumuz, yanında olduğumuz farklı dünya görüşüne sahip insanların iktidara gelince nasıl bir ruh durumuna büründüklerini de anlatmaya çalıştım. Bugünkü iktidar sahipleri, bence bu tür bir haletiruhiye içindeler. Dolayısıyla onların sanat alanındaki temsilcileri de benzer refleksleri üretiyor. Şiir okuduğu için içeri giren bir Başbakan, fikirlerinden dolayı içeride olan gazetecilerin bulunduğu bir ülkeyi yönetiyor. Ordudan ayrılmak zorunda kalmış bir fikir adamı olarak lanse edilen İskender Pala, sürekli “Onu yasaklayalım, bunu yasaklayalım” diye fikir beyan ediyor. …(1)
Şimdi de daha gündelik bir örneğe bakalım: Bir öğlen, yakın arkadaşlarla oturmuş yemek yiyoruz. Konu motosiklete geldi, bir arkadaşım önce şöyle bir serzenişte bulundu: “Otomobiller motosikletlere hiç saygı göstermiyorlar, onları bir taşıt olarak görmüyorlar.” Başka bir arkadaşım da atıldı: “Motosikletliler de yayalara saygı göstermiyor. Trafiğe kapalı yerlerden, kaldırımdan geçiyorlar. Hatta yayaları görmezden geliyorlar.” Motosikletsever arkadaşım cevapladı: ” Olacak o kadar. Altımda o motor varken yapılır!” Ben biraz karşı çıktım ama dinlemedi tabii. Sanırım gelmek istediğim noktayı anladınız.
Aslında tamamen demokratik bir ortam olan ve yayaların da dahil olduğu trafik, ne yazık ki pek demokratik değil. Hele trafik kuralları olmasa kimbilir neler olur. Arkadaşımın da dediği üzere, kendinden güçlü olan otomobillerden saygı görmeyen motosikletler aynı saygıyı kendinden güçsüz olan yayaya göstermiyor ve üstelik buna hakkı olduğunu da savunabiliyor.
Bu ikilemi aslında hayatımızın her alanında görebilirsiniz. Aynı iş yerinde çalışıp sadece ünvanı yüksek olduğundan birbirini ezen de var. Aynı özelliklere sahip olup sadece penisi olduğundan diğerini ezen de. İki gün önce yediği içtiği ayrı gitmeyip üç gün sonra bir statü değişikliği sonucu diğerini harcayan da. Örneklerin sonu gelmez. Hepsinin çıktığı yer aynı aslında. Herhangi bir güç kazanımı sonrasında insan olduğunu unutup kendini farklı görenlerdir hepsi. Bu güç; politik, ekonomik, sosyal yada kültürel olabilir. Bu dünyada doğan her insan aslında birdir. Hatta onu bırakın, bu evrende nefes alan her canlı birdir. Birinin memeli, diğerinin sürüngen, bizim de insan olmamız, aslında güç önceliğimiz olduğunu ispatlamaz! Ama hayvan ve bitki dünyasında rayına oturmuş düzen, ne yazık ki insan dünyasında geçersiz. İnsan, haklarının olması gerektiğini sadece zor durumda kalınca, sadece mazlum olunca anlıyor. Zalim olan da bunu sadece gücü yetersiz kalınca veya gücü elinden alınınca anlıyor.
Dünya halidir demeyin. Bu dünyanın bin türlü hali var. Kimin ne zaman mazlum olup, ne zaman zalim olacağı hiç belli olmaz.
(1) Sinema Bir Mucizedir: SBM Söyleşileri V – Uğur Vardan’a Sorduk – http://sinemabirmucizedir.blogspot.com/2012/10/sbm-soylesileri-v-ugur-vardana-sorduk.html?m=1
Son Yorumlar