Başlangıç > gezi yazısı, mekan > İç Anadolu’da Bir Hafta – Bölüm II: Kapadokya

İç Anadolu’da Bir Hafta – Bölüm II: Kapadokya

Önceki Yazı: Kayseri

Yollar ve Damla

Dikiz aynasında Erciyes

Kayseri-Ürgüp arası bir saati biraz aşan, gayet düzgün bir rota. Kapadokya civarındaki tüm ana yollar zaten çift gidiş-geliş. Yollar oldukça çorak olsa da bence kendine has bir güzelliği mevcut. İç Anadolu’ya sadece gezi amaçlı gitmemden dolayı olabilir ama bozkırlar arasında, ufuk çizgisi dahilinde pek bir şeyin görünmediği araba yolculuklarını seviyorum. Erciyes’i arkanıza alsanız bile tüm bölgeden gözüken bu yüksek dağın sizi izlediği izlemine kapılabilirsiniz. Hafif mistik çağrışımlar yapabilen, güzek manzaralara sahip bir yolculuk geçiriyorsunuz. Tabii görebilenler için…

Biz, Damla ile, Kapadokya’da Ürgüp içindeki Dere Suites’te kaldık. Üç gecelik konaklamamız beklediğimizden de güzel geçti. Kapadokya’nın alamet-i farikası tepelerinin içine oyulmuş mağara-odalardan oluşan bu tesis, tek bir binadan oluşmuyor haliyle. Gayet elden geçirilmiş, modernleştirilmiş mağara odaların kapıları direkt dışarıya çıkıyor. Küçük bir tepenin bir yakasına kurulu tesisin içinde tamamen açık havadaki merdivenlerle dolanıyorsunuz. Bizim odamız otoparkın yanında en alttaydı ama lokanta en tepedeydi. Kahvaltı için bayağı bir basamak çıkıyorduk. Bu yüzden Dere Suites ve benzeri yapıdaki Kapadokya konaklama tesislerinin, engelliler ve yürüme zorluğu çeken yaşlılar için pek uygun olmadığını not geçeyim.

Dere Suites merdivenlerinde…

Ürgüp sokakları

Tesisin en sevdiğimiz yanı mağara-odamızdı. Mağara dedim ama içinde her türlü olanak mevcuttu. Üstelik benzeri otellere göre gayet mantıklı bir fiyatı var, gecelik 220 TL civarı ödedik ama bence değer. Bilhassa çift olarak gideceklere öneririm.

O kadar yolculuk sonunda biraz dinlenelim istedik, bu sebeple günün geri kalanında sadece Ürgüp içinde dolaştık. Çok görülecek bir şey yok açıkçası şehir içinde. Turistik birkaç mağaza, hafif otantik bir meydan, manzara tepesi,… 1 saat bile sürmüyor dolaşmak. Kasabanın çıkışına doğru 2000’lerin ilk popüler dizisi Asmalı Konak’ın çekildiği konak var. Lisede ben de seyretmiştim, dışarıdan konağın fotoğrafını çektim sadece. Konağın hemen dışında dizinin kalan ününden nemalanmak için küçük bir pazar bile kurulmuştu. Bana bu tarz popüler işlerin sömürülmesi çok yavan, hatta saçma geliyor. Biraz daha yürüyünce ise –Ürgüp’ün çıkışına doğru- bölgenin en ünlü şarap markası Turasan’ın fabrika mağazası var. Tadım yaptıran adam ne kadar gıcık olsa da üç şişe aldık yine de.

Asmalı Konak

Manzara tepesinde selfie

Günün esas doruk noktası kesinlikle akşam yemeğiydi. Ziggy’s Cafe sadece lezzet olarak değil, atmosfer olarak da başlı başına bir deneyim. Tek müşteri biz olmamıza rağmen harika ağırladılar. Öncelikle restaurantın dekoru çok hoş ve özgün. Kullanılan aksesuarlar basit olmasına karşın akılda kalıcı ve özenli. Tüm şişelere giydirilen entariler mesela… (O kadar beğendim ki mekânın dükkânından satın aldım.) Hafif caz ve lounge parçaları arkadan usulca yemeğinize eşlik ediyor. Menüde çok seçenek yok lakin tadım menüsü başlı başına kâfi. Başta gelen mezelerin hepsi enfesti, ara sıcak olarak kıtır bir börekten sonra ana yemek olarak marine edilmiş ciğer ve sarmısaklı tavuk aldık ki tatlarını kelimelere dökemiyorum. Finali de harikulade birer damla sakızlı muhallebi ile yaptık. Bir şişe şarap dahil 205 TL verdim ama inanın her kuruşuna değerdi. Hayatımda yediğim en leziz akşam yemeklerinden biriydi. Kapadokya bölgesinde önereceğim kesinlikle en iyi mekân, kışın gitmezseniz rezevasyon yaptırmanızı öneririm. Masa sayısı iki elin parmaklarını bulmuyor.

Ziggy’s Cafe’de akşam yemeği

Balona hava dolarken

Ertesi sabah 5 olmadan uyandık çünkü balona binmeye gidecektik. Kayseri’ye uçmadan önce biraz balon olayını araştırmıştık ve bulduğumuz iki şirket de kişi başı 130 € fiyat biçmişti. Bu yüzden hafif soğuktum binmeye ama otele check-in yaparken (kişi başı) 250 TL’ye fiyat veren bir şirket olduğunu duyunca hemen atladık. Tabii akıllara direkt aradaki iki kattan bile yüksek fiyat farkının nedeni geliyor fakat otelimizdeki görevli güvenlik açısından fark olmadığını belirtince denemeye karar verdik. 5.30 gibi bir minibüs bizi otelden aldı ve Göreme’nin bayağı dışında bir yere götürdü. Burada şirket (İstanbul Baloons) ücreti alıp açık büfe kahvaltı sunuyor. Gayet vasat ama inanın hiç önemi yok çünkü siz oraya kahvaltıya değil, balona binmeye geliyorsunuz. Diğer şirketlerle arasındaki fiyat farkının ana sebebinin bu kahvaltı olduğunu düşündük Damla ile, ki yineliyorum daha iyi bir kahvaltı için neden 300 TL daha fazla ödeyesiniz ki?

Kahvaltı sonrası yine minibüslerle biniş alanına götürüldük. Burada balonlar bizi bekliyordu. Engelli olduğumdan beni uyardılar çünkü iniş sırasında özel bir hareket yapmak gerekiyormuş. Yapabileceğime ikna olunca izin verdiler (yani güvenlik gayet önemli sayın okuyucular). Balon sepeti 5 bölmeden oluşuyor. Ortadaki büyük bölme pilota ait, bizim pilotumuz gayet kendinden emin ve samimiydi. Diğer bölmelere de üçer insan biniyor. Sepet boyu göğsünüze geldiğinden düşme ihtimaliniz pek yok. Kahvaltı sırasında görevlilerin ve sepete ilk bindiğinizde pilotunuzun size belirteceği gibi tek riskli zaman, iniş. Bu sırada da sepet içindeki iplere tutunarak bacaklarınız hafif kırma pozisyonu alıyorsunuz. Pilot kalkış öncesi bu hareketi herkese uygulatıyor.

Balondan görünenin çok ama çok azı…

Gelelim o büyülü dakikalara. Kalkış bir anda oluveriyor ve havada süzülüyorsunuz. Balon yavaş yavaş irtifa alırken siz, manzaranın keyfini çıkartmaya başlıyorsunuz. Kapadokya’nın o masalsı dokusuna sizinle beraber havalanan 30-40 rengârenk balon daha eşlik ediyor. Bulutların içinden günün ilk ışınlarını geçmeye başlayınca ortam daha da tozpembeleşiyor. Peri bacaları, kızıl toprak, kanyonlar, geçen haftadan kalma kar kümeleri, ışık oyunları… Dünyanın ne kadar farklı, özel ve harika olduğunu anladığınız nadir anlardan birini daha yaşıyorsunuz. Lütfen çok fotoğraf çekmeyin. Çünkü hiçbir kare o ânın büyüleyiciliğini ihtiva edemez. Sevdiğinize sarılıp ânın keyfini çıkarın. Çok değil, sadece 1 saatiniz var.

Şansımıza rüzgâr çok iyiydi. İnişimiz oldukça yumuşak oldu. İnişin ardından şampanya patlatmak âdetmiş lakin bizde elma suyu patlattılar (diğer şirketlerin daha pahalı olmasının ikinci nedeni de gerçek şampanya kullanmaları olabilir). Ardından da iniş alanına gelen minibüs bizi otele kadar bıraktı.

Göreme Açık Hava Müzesi’nden üç kare

Günün ikinci ama esas kahvaltısını yaparken dinlendikten sonra arabamızla Kapadokya’yı yerden turlamaya başladık bu sefer. Önce Göreme sapağındaki Aynalı Kilise’de durduk lakin burada pek bir şey yok. Ardından Göreme Açık Hava Müzesi’ni gezdik. Gayet düzenli ve ilgi çekici bir müze. Esas olarak zamanında Hrıstiyanların elverişli toprak yapısı sayesinde oyarak yaptıkları ve boyadıkları kilise, şapel ile burada yaşayanların ihtiyaçlarına hizmet eden yemekhane, kiler gibi yapılardan oluşuyor. İçlerindeki en korunmuş yapı için ek para (müze giriş ücreti haricinde) ödemeniz gerekiyor ama değiyor. Karanlık Kilise hem diğerlerine göre daha büyük hem de duvarlarındaki işleme ve resimler daha iyi biçimde korunmuş.

Kapadokya’da kesin görülmesi yerler listesinin başında yer alan bu güzel müzeden sonra Avanos’a sürdük arabamızı. Bölgenin en büyük yerleşimlerinden biri olan kasabada aslında pek bir şey yok. Biz şehir merkezinde yürüdük. Her yer hediyelik eşya satan mağazalar ve çömlekçi dolu. Hediyelik eşya olarak da son derece yüzeyseller, hiç dikkat çekici veya özgün eşya satmıyorlar. Çömlekçilerin çoğunda yer altı mağarası mevcut ve çömlek yapımı dersi veriliyor. Lakin bize hiç çekici gelmedi, zaten ilçenin otantik bir tarafını da göremedik. Yemek bile yemeden ayrıldık kasabadan.

Avanos’u ikiye bölen Kızılırmak

Avanos’ta güzel bir kapı

Öğlen yemeğini Uçhisar’da yedik. Tam tepesinde bir kale olan gayet dik yokuşlara sahip bir yerleşim Uçhisar. Kendine has bir havası olduğunu belirtmek lazım, bölgenin diğer yerleşimlerinden ayrılıyor. Biz farklı bir mekân ararken kendimizi Şıra Restaurant’ta bulduk. İstanbul için bile şık denilebilecek olan mekânın Göreme ve etrafını tepeden gören muazzam bir manzarası var. Pastırmalı humusu bir harikaydı. Ana yemek olarak köy tavuğu da çok lezzetliydi. Bölgede uğranabilecek özel mekânlardan biri, not almanızı tavsiye ederim.

Güne çok erken başladığımız için küçük duraklarla günü bitirmeye karar verdik. Önce Uçhisar çıkışındaki meşhur nazar boncuklu ağacı ziyaret ettik. Kuşların her dala üşüştüğü ama başka da bir özelliği olmayan bu ağaçtan sonra Ürgüp’e 3-4 km uzaktaki Mustafapaşa Köyü’ne gittik. Hemen hemen her eski Rum köyünde olduğu gibi, burada da –biraz bakım ve iyi niyet sayesinde- korunmuş güzel Rum evleri bulunuyor.

Nazar boncuklu ağaç ve Damla

Akşam yemeğimizi ise Ürgüp merkezdeki yerel lokantalardan biri olan Yeni Lokanta’da yedik. Gayet temiz ve ihtimamlı servisi ile esnaf lokantası tarzının biraz üstünde konumlandırabilirim. Mezeleri fena değildi, tıpkı yöreye özgü olduğu iddia edilen –ama bize pek farklı gelmeyen- testi kebabı gibi. Tatlıları da (ekmek kadayıfı ve incir tatlısı) vasatın üzerindeydi.

FOTOĞRAFLAR: Damla Kotiloğlu & Artun Bötke

Sonraki yazı: Kaymaklı Yer Altı Mağaraları, Ihlara Vadisi ve Ankara Müzeleri

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: