Gökçeada ve Bozcaada Üzerine Notlar
Gökçeada ve Bozcaada’yı genelde, okul sıralarında okutulan tarih ve coğrafya kitapları sayesinde Ege Denizi’nde Türkiye’nin sahip olduğu yegâne adalar olarak biliriz. Çanakkale Boğazı’nın hemen çıkışında karşılıklı olarak konumlanan bu iki şirin ada hakkında izlenimlerime geçmeden önce, biraz ‘adada olmak’ deneyiminden bahsetmek istiyorum.
Ada, yapısı gereği anakaradan ayrıdır. Özgürdür, ayrıksıdır, farklıdır ama aynı zamanda izoledir, yabancıldır, kopuktur. Birey, kendi doğasına paralel olarak çevresini yorumladığından ‘adada olmak’ hissi de her birey için farklı bir mana taşır. Kimisi adanın bağımsızlığına ithafen kendisini özgür hisseder, kimisi de kapana kısılmış. Robinson Crusoe’dan itibaren ada lokasyonlu çoğu yapıt bu ‘adada olmak’ hissini farklı açılardan işler. Mesela Ömer Kavur ustanın son eseri Karşılaşma (2003) bir mekân olarak adayı senaryoda kullanan nadide yerli işlerdendir.
Gayet soyut bir kavram olan bu ‘adasal’ hissiyatı kısmen de olsa açıklamaya çalışmamın sebebi, Gökçeada ve Bozcaada’da tatil yapmanın ana bileşenlerinden biri, belki de en önemlisi olması. Bir kere iki adaya da ulaşmak diğer tatil yörelerine nispeten daha zor. Bodrum’a, Fethiye’ye, Antalya’ya uçakla veya farklı kara yollarıyla ulaşmak mümkünken bu sefer sadece tek seçeneğiniz mevcut. Bu durumun, dezavantajları kadar avantajları da var. Önüne gelenin gidememesi ve bunun getirdiği ferahlık, tenhalık ve korunmuşluk duygusu mesela. Gerçi Bozcaada popüleritesinden ötürü saflığını kaybetme tehlikesine yaklaşmış olsa da üç gün boyunca tek apaçi görmemek bile insanı sevindiriyor.
GÖKÇEADA
Geçen yıl yakın arkadaş grubumla keşfetme duygusuyla gittiğimiz bu dağlık adayı o kadar sevdik ki aynı kadro bir yıl sonra yine tekrarladık bu sevimli tatili. Bu yüzden aşağıdaki notları, iki tatilin karışımından oluşturdum.
- Gökçeaada’ya sadece (Avrupa tarafındaki) Gelibolu Yarımadası’nın güneybatı köşesindeki Kabatepe İskelesinden kalkan feribotla ulaşabilirsiniz. Bu yıl online rezervasyon gelmiş feribota. Bu yüzden gidiş ve dönüş seferinize önceden karar verip biletinizi almanız tavsiye olunur.
- Ada gayet dağınık ve birbirine uzak köylerden oluşuyor. Bu uzaklığın sebepleri; adanın dağlık yapısı, yolların virajlı olması ve adanın büyüklüğü. Ada içinde toplu ulaşım çok seyrek ve görülecek/gidilecek lokasyonlar farklı yerlerde olduğundan araba şart.
- Feribot, adanın kuzeydoğusunda bulunan Kuzu Limanı’na yanaşıyor ama burada birkaç yazlık ev ve bir plaj dışında hiçbir şey yok.
- Limanın 7 km ilerisinde, adanın hemen hemen merkezinde konumlanan Gökçeada adlı merkez yerleşim bulunuyor. Bankalar ve hastane benzeri idari birimler sadece burada bulunuyor. Buranın diğer önemi, tüm köylere yolunun bulunması. Yani bir köyden diğerine giderken buradan genelde geçiyorsunuz.
- Ada turistik açıdan çok gelişmemiş olduğundan yıldızlı oteller sakın aramayın. Genelde pansiyon ve kampingler bulunuyor. Birkaç tane iki katlı ufak otel gördüm ama nasıldır bilemem.
- Biz iki sefer de Aydıncık Plajı’nda bulunan Seyir Defteri’nde kaldık ve çok memnun ayrıldık. Bir çift kişilik, bir tek kişilik yatak ve küçücük bir banyo ihtiva eden çingene arabalarında konaklıyorsunuz. Farklı bir deneyim kesinlikle, tüm temel ihtiyaçlarınızı karşılıyor. Ayrıca bahçesinde çadırınızı kurup tesisin umumi banyo-tuvaletinden de faydalanabiliyorsunuz.
Seyir Defteri’nden bir görünüm
- Bahçede bir de tek katlı bir lokanta var. Tesisin sahibi Özlem Hanım’ın bizzat ilgilendiği mutfakta harika tatlar barınıyor. Geçen yıl bilmeden oturduğumuz masadan parmaklarımızı yiyerek kalkmıştık. Her türlü deniz ürünü taze taze ve Özlem Hanım’ın özel tarifleriyle önünüze geliyor. Mesela bu yıl yediğim deniz çuprasının tadını unutamıyorum. Keza mezeler, salatalar da ayrı efsane.
- Aydıncık Plajı adadaki tek tesisli plaj sanırım. Seyir Defteri’nin de sahilde yeri mevcut, bu sayede rahat rahat takılabiliyorsunuz. Biranızı alıp odaya yazdırabiliyorsunuz.
- Bu plajda denizin güzelliği güne bağlı değişse de, genel olarak gayet iyi. Kum olması artı özelliği. Ayrıca rüzgârlı yapısı rüzgâr sörfüne izin vermekte. Bu farklı spora da burada başlayabilirsiniz.
- Aydıncık Plajı’nın hemen yanında bulunan Tuz Gölü‘nde gündoğumunda efsane kareler çekiliyor.
- Adanın batısında yer alan Uğurlu’da ise deniz çok daha güzel fakat tesis yok. Sadece şezlong ile şemsiye kiralayabilirsiniz. Kabin, duş, tuvalet ve yiyecek-içeecek imkânı bulunmuyor.
- Uğurlu plajının biraz ilerisinde gayet ilkel koşullara sahip bir sahil ve kamp alanı var. Büfe bile diyemeyeceğim yerleri saymazsak tesis yok lakin izole yerleri sevenler tercih ediyorlar.
- Buranın biraz ilerisi ise Türkiye’nin en batı ucu olan Baba Burnu ama yol yok buraya. Macera sevenler trekking ile gidebilir.
- Deniz için bir de Laz Koyu varmış fakat ben gitmedim.
- Gelelim gezilecek yerlere: Bademli’ye gitmenizi öneririm. Tipik bir Rum köyü ve çok güzel bakılmış. Sokaklarında dolaşmak ayrı bir keyif. Cafe Sten Ada’da harika tatlılar bulunuyor, resmen lezzet şöleni. Ayrıca Gökhan’ın Bal Çiftliği de bu köyde ki burada balın nasıl üretildiğini yakından görebiliyorsunuz. İsterseniz organik bal da almak mümkün. Doğaseverler Gökhan Bey’in yarattığı bu şirin ortamı görmeli.
- Zeytinli başka bir şirin Rum köyü. Tek çeşit tatlı ve ev yapımı dondurma ikram eden Hristo’nun Tatlıları’na mutlaka uğrayın, enfes iki lezzet tadacaksınız. Ardından köyün meydanındaki kafelerden birinde kahve veya frappenizi yudumlayabilirsiniz.
- Kaleköy adanın en turistik köyü. Sahilinde meyhaneler sıralanıyor, bu nedenle akşamları park yeri bulmak güç. En iyisi tepede yer alan Posedion. Tepeye tırmanırken biraz söyleniyorsunuz lakin mekânın manzarasını gördüğünüzde nutkunuz tutuluyor. Uçurumun kıyısında yer alan masanızın önünde sadece deniz ve etraftaki irili ufaklı Yunan adacıkları yer alıyor. Güneş batmadan önce giderseniz bu manzarada güneşi batırıyorsunuz ki rakı içmek için muhteşem bir lokasyon ve an. Üstelik mekânın mezeleri, salatası ve deniz ürünleri oldukça iyi. Rezervasyon yaptırın mutlaka ki öndeki masaları kapın. (70’lik rakı dâhil 7 kişilik hesap 780 TL geldi.)
- Kahvaltı için de Kaleköy’de tepede bulunan Mustafa’nın Kayfesi’ni öneririm. Yalnız erken gidin ki kuyruk beklemeyin.
- Ayrıca merkezde, tepede ve çok kötü bir toprak yolu olan Ecem Mantı’da öğlen yemeği yemenizi öneririm. Giderken içinizdeki şüpheleri yediğiniz mantı yok edecek. Bu kadar berbat bir yolun sonunda böyle bir lezzet bulmak ödül resmen.
- ‘Gökçe’ kelimesinin bir anlamı da gökle ilgili olan‘mış. Adaya böyle hitap edilmesinin nedeninin, adadan uzayı izlemenin güzelliği olduğu rivayet ediliyor. Bence de çok doğru bir tespit çünkü Gökçeada’dan uzayı izlemenin yarattığı hisler anlatılamaz. Adanın bâkir, ışıksız ve anakentlere uzak oluşu çok elverişli bir ortam yaratıyor. Öyle ki Samanyolu’na neden İngilizce’de Milky Way (Sütlü Yol) denildiğini ancak 32 yaşımda Gökçeada’da anlayabildim. Gerçekten beyazımsı bir pus boylu boyunca göğü kat ediyor, sütlü bir yol misali. Yıldızların çokluğundan ve güzelliğinden ağzınız açık kalıyor.
- Gökçeada’yı cazip kılan nedenlerden biri de ekonomik uygunluğu. Benzeri bir tatil beldesinde ödeyeceğinizin yarısına, hatta üçte biri fiyatına aynı tatili yapabiliyorsunuz. Seyir Defteri’ne üç gece konaklama, üçü de içkili iki akşam yemeği ve bir öğlen yemeği dahil kişi başı 400 TL verdik. Bu kaliteye benzeri bir tatil yapabileceğinizi sanmıyorum.
Gökçeada’da günün nihayete erişi
BOZCAADA
- Bozcaada’ya Çanakkale’den deniz otobüsüyle veya Çanakkale’nin güneyinde yer alan Geyikli’den feribotla geçmek mümkün. Arabayla geçecekseniz online rezervasyon şart çünkü ada gayet popüler. Ücretlerin gidiş-dönüş olduğunu ve sadece gidişte verildiğini hatırlatayım.
- Bozcaada Gökçeada’ya göre oldukça küçük bir ada. Köyleri bulunmuyor. Tek yerleşim yeri, iskelenin de bulunduğu adanın kuzeybatı ucu. Bu sebeple arabalar dağılmıyor, tersine biriktikçe birikiyor ki adanın ciddi problemlerinden biri de araba bolluğu ve park sıkıntısı.
- Belediye ana caddeler hariç merkeze araba sokmayarak ve belli bölgelere ücretsiz otopark yaparak çözmeye çalışsa da tam çözüm alamamış. Zaten dar olan ana caddelerde bile ufak çaplı bir karmaşa var.
- Bunu önceden duyduğumuzdan biz arabayı Geyikli İskelesinin yanındaki otoparka günlüğü 10 TL’den bıraktık ve araçsız geçtik. Merkezde kalacaksanız kesinlikle adaya araçsız geçmenizi tavsiye ederim.
- Bozcaada’yı ikiye ayırabilirsiniz: Merkez ve merkez dışı. Adanın merkezine ‘Selanik görünümlü Cihangir’ diyebiliriz. Bu tanımlamamı açacağım hemen, merak etmeyin.
Bozcaada gecelerinden bir kare
- Selanik’e veya herhangi bir Yunan adasına gidenler zamanın olabildiğince yavaş aktığı, insanların sıcakkanlı ve yardımsever olduğu, evlerin ve diğer yapıların zamana direndiği ve korunduğu o hoş, tanıdık, kibar ama artık ülkemizde bulunmayan hissi bilirler. Bunun sebeplerine hiç girmeyeceğim (bana düşmez zaten). Adanın Rum geçmişi sayesinde bu duygunun bir zamanlar Bozcaada’da da bulunduğu hâlâ hissedilse de artık yok olduğu aşikâr. Buna ikame olarak Cihangir, Nişantaşı, Bebek veya Bağdat Caddesi’nde de hissedilen Avrupa özentiliği ile kapitalist tüketim çılgınlığına dönük bir ortamla karşılaşıyorsunuz. Nasıl İstanbul’daki bu dört semt, farklı Avrupa kentlerinin birer kopyasına benzetilmeye çalışılsalar da (ama onu bile başaramasalar da) Bozcaada da üzerine bir Yunan adası gömleği giyen, fakat içi gayet Türk olan bir tatil beldesi. Halbuki özünü kabullenip ona göre düzenlense kendi kimliğini kazanabilecek belki. (Gökçeada böyle bir keşmekeş merkeze ve popüleriteye sahip olmayarak bu bozulmuşluktan kurtulmuş sayılabilir.)
- Cihangir’i asıl örnek vermemin nedenleri; kısmen entelektüel bir çevreye hitap etmesi, dar sokakları, park sorunu ve bunların arasında bulunabilecek enteresan mekânları.
- Merkez dışı ise kendi hâlinde, çok şükür. Koyların tesisleşmeye pek müsait olmayışı ve köy bulunmayışı bu bâkirliğin ana sebepleri olabilir.
- Ada küçük olduğundan dağlık değil, tepelik. Fakat kıyıları gayet sarp ve dik. Bu da irili ufaklı koyların oluşmasına sebep olmuş. İçlerinde sadece Ayazma ve Habbele’de tesis var.
- Merkezden kalkan iki rotalı minibüslerle bu koylara gidip gelmek mümkün olsa da arabayla ıssız bir koya gitmek daha mantıklı. Çünkü sandelye, şemsiye, yiyecek-içecek derken eşyanız fazlalaşıyor ve arabayla hareket kabiliyetiniz çok daha fazla.
- Merkezde arabasızlığın güzelliği ile merkez dışındaki araba ihtiyacı ise bir ikilem. Bu ikilemi ancak siz, nasıl bir tatil istediğinize cevap vererek çözebilirsiniz.
- Merkezdeki gürültü, kalabalık, pahalılık da başka dezavantajlar.
- Biz ilk seferimiz olduğundan ve adayı bilmediğimizden merkezde Otel Kaikias’da kaldık. Oldukça klas, özenle tasarlanmış ve kahvaltısı şahane bir tesis. (en alt kademe oda fiyatı gecelik 400 TL)
- Fakat bir daha adaya gidersek muhtemelen merkez dışında kalacağız. Çünkü merkez bir süre sonra sıkıyor ve fazlasıyla İstanbul hissi veriyor. Bir adada kaldığınızı hissetmiyorsunuz resmen.
- Bir arkadaşımın kardeşi olan Yamaç Kuleli’nin ortağı olduğu bir bağ evini –Kardinal Bağ Evi– de ziyaret ettik. Yukarıda yazdığım bazı konuları onunla da konuştuk. Adayı hissetmek isteyenlerin kendisininki gibi bağ evlerini ve merkez dışı otelleri tercih ettiğini söyledi. Böylece arabayla gelme ikilemi de kısmen çözülmüş oluyor.
- Biraz da mekânlara göz atalım: İlk günümüzde Hasan Tefik Meyhanesi’ne (v yok) gittik. Her şeyiyle güzel ve şirin bir meyhane. Mezeleri çok lezzetli. Ayrıca başta getirdikleri zeytinyağını satıyorlar. O kadar beğendik ki küçük bir şişe aldık. Rezervasyonsuz yer bulmanız zor. (35’lik rakı dâhil 2 kişilik hesap 300 TL geldi.)
- Adabeyi Tenedos Meyhanesi ise gerçek bir butik meyhane. Sadece 5 masası ve 1 garsonu, Aysel, var. Tüm ürünleri taze, sundukları balıkları o sabah tutuyorlar. Adadaki ilk tercihiniz olmalı bence. Tabii rezervasyon şart! (35’lik rakı dâhil 2 kişilik hesap 325 TL geldi.)
Adabeyi Tenedos’un meze fiyatları
- Talay Şaraplarının lokantası öğle yemeği için hoş bir tercih. Şarap tadımı da yapabileceğiniz mekânda bir paella yedik, oldukça da güzel yapmışlardı.
- Merkezde Çiçek Pastanesi ve Çınaraltı Kahvehanesi’ne oturmayan galiba yok. Birer içecek, ufak bir tatlı için popüler ama güzel seçenekler.
- Boboz diye çok şirin ve güzel sandviçler yapan bir şarküteri var.
- Merkezin en ucunda yer alan Salhane’ye bir uğrayın. Kaliteli bir ismin konserine denk gelebilirsiniz. Konsersiz gecelerde de eğer rüzgârsızsa denize sıfır ve şehrin patırtısından uzak biranızı yudumlayabilirsiniz.
- Bozcaada Kalesi büyük gibi dursa da içi bomboş olduğundan gezmenin pek manası yok maalasef. 1920’lere kadar olan kale içi binaları kim, nasıl temizledi merak ediyorum. Bunlardan tek bir iz kalmamış!
Rüzgâr tirbünleri (arkadaki karaltı Gökçeada)
- Fakat ilginç bir şekilde şehir müzesi tek kelimeyle harika bir eser. M. Hakan Gürüney’in kişisel çabalarıyla açılan ve hâlâ bizzat ilgilendiği (kapıda bileti de o kesiyor) bu müze, “Bir şehir müzesi nasıl olmalı?”nın karşılığı resmen. Mutlaka uğramanızı öneririm.
- Son olarak günbatımını izlemek çok önemli bir etkinlik. Adanın en batı ucunda, modern rüzgâr türbinlerinin dibinde herkesin güneşin batarken oluşan o güzelim ışık oyunlarını beklemesi, hoş bir deneyim. Merkezden 17-17.30 arası buna özel minibüsler kalkıyor. Bir şarap fabrikasında duruyor, koyları tepeden gezdiriyor, en son da 1-1.5 saat günbatımını izlemenize izin veriyor. Yalnız çıkışta dehşet trafik oluşuyor, belirteyim.
Bozcaada’da günün nihayete erişi
Fotoğraflar: Damla Kotiloğlu
Cok guzel yazmissiniz. Sayenizde hic fikrim olmayan bir adayi ogrendim. Bu hafta gidecegim umarim Imroz a