Başlangıç > gezi yazısı, tarih > Sivas İzlenimleri – 2: Divriği

Sivas İzlenimleri – 2: Divriği

Pazar gübü sabah 9 olmadan kahvaltımızı yapmış, otelden ayrılmış ve arabamıza binmiştik. İstikametimiz Sivas’a 180 km uzaklıktaki Divriği’ydi. Malatya yoluna girdikten 30-40 km sonra yolumuz ayrıldı, gidiş-dönüş yola dönüştü. Etrafta uçsuz bucaksız bozkır, 10 km’de bir ufacık köyler, uzaktaki tepelerde karlar. Bu manzara eşliğinde yol aldık Engin’le.

20140323_094817Sivas-Divriği Yolu

Yol Kangal’dan sonra iyice ıssızlaştı. O kadar ki 10 dakikada bir, başka bir araba görür olduk. Sanki ne kuşun ne kervanın uğradığı bir bilinmeze yol alıyorduk. Bu sırada yolun rakımı da virajı da artmaya başladı. Birkaç yerde geçit tabelası gördük, 1800m-2000m arası rakımlar yazıyordu üzerlerinde. Kangal’dan önce uzak dediğimiz karlı tepeler yanı başımıza geldi. Bir yerde arabamızı durdurduk yol ortasında etrafa bakındık, ben biraz fotoğraf çektim. Yolun keyfini çıkarabilenler için Divriği yolu bulunmaz bir rota olabilir. Belki ne denizi ne de ağacı var ama bozkırın garip bir çekiciliği var. Issızlığın ortasında kayboluyorsunuz resmen. Sanki hiçbir derdin sizi bulamayacağı bir dünyadasınız.

20140323_112752Yol üstünde bir dumanlı/karlı tepe

Divriği beklediğimden büyük bir kasaba çıktı. O kadar ıssızlıktan sonra garipsiyorsunuz. İlçede çok uzun zamandır maden çıkarıldığı için geliştiği aşikar. Yine de bir vadi içinde konumlanan ilçe, çevresindeki bakirliğin yanında sakil duruyor. Biz direkt ilçenin tarihi kısmını bularak amacımıza yöneldik. Bu kadar yolu gelme sebebimiz olan, 1985’te Unesco’nun Korunması Gereken Tarihi Yerler Listesi’ne giren Türkiye’deki ilk yapı olan Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi’ne yöneldik. Peki değdi mi bu kadar yol? Kesinlikle! Karşımızda dünyada eşi benzeri olmayan bir mimari başyapıt duruyordu. Üstelik bu bozkırın ortasında ve 769 yıllık bir eser!

Okuduğum makalelere [1, 2, 3, 4] göre yapının yapımı 1228-1242 arasında. O devirde Divriği’de Mengücekoğluları’nın Divriği Kolu hüküm sürüyor. 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’ndan sonra bölgeyi fetheden Mengücek Bey’in kurduğu beylik, tam bağımsız değil. Anadolu Selçukluları’na bağlı olan beylik, ayrıca 2 kola ayrılmış: Erzincan Kolu ve Divriği Kolu. 1080 yılından 1270’lere kadar siyasi hayatını sürdüren beylik pek savaşmamış, adı genelde bölgede yaptırdığı imar faaliyetlerinin kitabelerinde geçiyor. Bu bakımdan da oldukça garip bir siyasi oluşum denilebilir. Böyle bir beyliğin şaheserinin de, dünyada hala eşi benzerinin olmaması daha da garip. Hiç savaşmamış bir beylik olarak ismini, böyle bir mimari şaheserle tarihe yazdırmak gerçekten büyük başarı.

20140323_123929Taçkapı

Yapı iki kısımdan oluşuyor: Ulu Camii ve Şifahane (hastane). (Yapının diğer bir ilginçliği de Anadolu’da sadece bu yapıda ibadet yeriyle sağlık binasının yanyana yapılması. Konu hakkında Prof. Dr. Erdal Eser’in makalesi oldukça ilginç [5]) Ulu Cami’yi yaptıran kişi Mengücekoğulları Divriği Kolu Meliki Ahmed Şah. Şifahaneyi ise onun eşi ve Mengücekoğluları Erzincan Kolu Meliki Fahreddin Behramşah’ın kızı Turan Melek yaptırmış. Yapının en hoşuma giden sıra dışılıklarından biri de bu; İslam Kültürü’nde görülmeyip Orta Asya Türk Kültürü’nde daha sık rastlanan hükümdar ile eşinin eşit olması geleneğini burada görebiliyoruz.  Birbirine yaslanan iki yapıyı karı-kocanın beraber yaptırmaları oldukça sıra dışı ve sevimli.

90740184Tekstil Kapısı (jenerik fotoğraf)

Gelelim yapıların biricikliğine. Şifahane ve camiden oluşan külliyeyi yegane yapan bir sürü şey var. İlki benzersiz taş işçiliği. Mimariyle ilgilenmeyen birini bile hayrete düşürecek kadar muhteşemler. Bilhassa kapılarda görülen oymaların, her biri de tek! Yani koca külliyede iki kere yapılmış oyma deseni yok. Her biri benzersiz ve bir anlama sahip. Tahmin edersiniz ki çoğunun anlamı daha çözülememiş. Her yıl külliyeye ziyarete gelen binlerce kişinin keşfetmesini bekliyor, bu oymalar. Bazılarına yüklenen anlamlar kafaları iyice karıştırıyor. Mesela şifahane kapısının iki kenarındaki 23’er benzer dairenin 1 DNA’daki kromozom sayısını simgelediğini iddia eden bir tıp kafilesi olmuş. Doğruysa yapı iyice muammalaşıyor. Başka bir güzel oyma da üç dinin simgesini (Davut Yıldızı, haç ve hilal) iç içe gösteren desen. Şifahanenin kapısındaki bu desen, bu yapının üç dinin mensuplarına açık olduğunu simgeliyor. Benim bahsedeceğim son desen (ki yüzlerce var) ise, Taçkapı’nın üzerinde yer alıyor. Burada çift başlı bir kartalın karşısından boynunu bükmüş ama pençesini havada tutan bir doğan resmedilmiş. Buradaki kartal, Anadolu Selçuklu Devleti’ni ve o dönemdeki sultanı I. Alaeddin Keykubad’ı simgeliyor. Doğan ise Mengücekoğulları ama önemli nokta şu; doğanın başının büküklüğü Selçuklular’ın hükmünde olduğunu gösterirken; pençesinin havada olması, en küçük saldırıda tetikte olduğunu simgeliyor. Şeytan ayrıntıda gizlidir.

20140323_125904Caminin eşsiz minberi

Külliyenin kendisi (bina olarak) de ayrı bir muamma! Çünkü yapıda en ufak harç ve benzeri malzeme kullanılmamış. Yapı, tamamen sıkı geçme inşa edilmiş, bir yapboz gibi! Taşlar, o kadar güzel oyulmuş ve yerleştirilmiş ki 800’e yakın senedir sapasağlam. Hatta kapılardan birinin üzerinde yer alan bir silindirin 1950’lere kadar devamlı döndüğünü duyduk. Bu silindirin dönmesinin de yapının dengede olduğunu işaret ettiğini ve o yıldaki bir depremde aniden durduğu belirtiliyor.

Külliyenin mimarı Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah’ın, başka bir eseri yok! Dahası oymalarda ve yazılara imzasını atan Ahlatlı nakkaş İbrahim oğlu Ahmed, Tiflisli Ahmed ve hattat Mehmed’in de başka bir eserde imzalarına rastlanmamış. Yani bir başyapıt yaratan bu dört sanatkarın, her nasılsa kayıtlardaki tek eserleri bu külliye! Rivayete göre Mimar Sinan burayı zirayet ederek bayağı incelemiş.

20140323_125824Engin minberi fotoğraflarken

Yapının başka bir ilginçliği gölgeleri! Caminin üç kapısı var: Hanım Kapısı (bayanlara özel), Bey Kapısı (erkeklere özel) ve Şah Kapısı (devletin büyüklerine özel). Her gün belli bir saatte bu üç kapıda, bu üç şahsı gösteren gölgeler çıkıyor! Hanım Kapısı’nda bir bayan, Bey Kapısı’nda bir erkek, Şah Kapısı’nda da bir hükümdar gölgesi çıkıyor ve en ufak ayrıntılarına kadar! Benim gördüğüm resimde bayanın kirpikleri bile belliydi. (Sabah 7.30 civarında görünüyormuş.)

?????????????????Bey Kapısı’ndaki namaza duran adam gölgesi (jenerik fotoğraf)

Şifahane, caminin yanında gölgede kalıyor gibi görünse de onun da nice zeka dolu ayrıntıları var. Olağanüstü kapısından girince karşınıza küçük bir avlu ve ortasında bir havuz çıkıyor. İçinde artık su olmayan havuz, zamanında su sesinin akustik şekilde yayılması ile hastaları sakinleştirmek maksadıyla kullanılıyormuş. Bir nevi erken dönem psikiyatrik tedavi ki aynı metot Edirne’deki ünlü medresede de kullanılıyordu. Şifahane, camiye göre (kapısı dışında) daha gösterişsiz ve boş görünüyor. Okuduğum makalelerde, buranın sadece 100-200 yıl hastane olarak kullanıldığı, sonrasında medrese olarak hizmet verdiği belirtiliyor. Şifahanenin içinde külliyeyi inşa ettiren Ahmed Şah ve Turan Melek ile çocuklarının sandukalarının bulunduğu bir de oda bulunuyor. Doktor odalarının bulunduğu ikinci kata çıkmak için oldukça dik ve asimetrik bir merdiven bulunuyor. Çıkarken bir şekilde çıktım ama inerken düşmekten ödüm koptu. Sonunda oturarak basamaklardan inebildim. İçimden “Neden böyle bir şey yapmışlar ki?” diye sormuştum ki sonradan sebebini öğrendim: Hastalar merdiveni çıkıp doktorları rahatsız edemesin diye, bu kadar şekilsiz bir merdiven yapılmış. Yukarıda da yazdığım gibi, yapının her ayrıntısının bir anlamı var!

20140323_124219Şifahanedeki havuz

 

Dahası? Çok! Yapı hakkında sürüyle makale ve kitap var. Çok azını okuyabildim ama her biri başka bir noktaya parmak basıyordu. Mesela en ilginci, ünlü entelektüel Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’e ait. Ünver, yapının aslında cami olmadığını, bir saray olduğunu ama mimarın, eserin geleceğe kalması için cami şeklinde de kullanabilecek şekilde tasarladığını yazıyor [6]. Son olarak cami içindeki minberin apayrı bir sanat başyapıtı olduğunu ve kimseye elletilmediğini belirteyim. Daha yazacak sürüyle şey var ama benden bu kadar.

20140323_130207Bey Kapısı önünde Engin

Camiden dönerken Divriği çarşısında şöyle bir dolandık. Açık olan tek lokanta vardı (Lezzet Köfte Salonu), orada Sivas Köftesi yedik. Oldukça yememize rağmen bahşiş dahil 20 TL verdik. Arabaya tam binecekken, biri (ilk önce deli sandım) önümüzü kesti. Adını maalesef unuttuğum kişi, ilçedeki tek turistik mağazanın sahibi ve külliye hakkında inanılmaz bir bilgisi var. Bize 20 dakika yapının muhteşemliğini anlattı. Ondan, bu yazıyı yazarken kullandığım Hayat Ağacı dergisinin Divriği Külliyesi Özel Sayısı’nı aldım [1]. Muhteşem bir derleme.

20140323_130245Divriği Kalesi

Sonra da dönüş yolculuğuna geçtik. Kangal’a girmeden ünlü Balıklı Kaplıca’ya uğradık. Bildiğimizden mayo getirmiştik lakin kaplıcayı beğenmedik. Kapalı mekan (otel olatak işletiliyor) zaten kapalıymış ama açık havuz ücretsiz dediler. Oraya baktık, normal bir havuzdu, oldukça da pisti. Hiç oyalanmamak için yola devam ettik.

Kangal’a girince Engin biraz dolaşmak istedi. İlçenin ana meydanında park edip yayan bir tur attık. Küçük ama sevimli bir ilçeye benziyor, Kangal. Oraya da bir katkımız olsun diye Özden Lokantası’na girdik. Oldukça güzel bir karnıyarık ve pilav yedik. Ardından da ünlü kangal köpeklerini görmek için özel bir çiftliğe uğradık. Fakat etrafta kimsecikler yoktu. Köpekleri fotoğraflayıp ayrıldık.

20140323_170211Kangal köpeği

Sivas’a varırken hava yeni kararıyordu. Uçağa da vakit var diye biraz üniversite kampüsü gezmek istedik. Cumhuriyet Üniversitesi’nin kampüsü oldukça geniş ve düzenli. Cafelere bakınırken Garanti Bankası’na ait oldukça büyük bir çağrı merkezi gördük. Bankanın buraya yatırım yapması hoşumuza gitti. Anadolu’ya, böyle güzel şehirlere daha fazla yatırım yapılması gerek.

Sonrasında da uçak vakti geldi.Hatırlamasam da hayatımın ilk adresi olan kentte, iki gün çok güzel geçti. Bilhassa Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi’ni görmek çok özeldi. Dünyadaki sayılı eserlerden biri. Yapı giderek kötüleşmeden gidip görülmeli. (Yapılması gereken restorasyon çalışmaları başlayamıyormuş çünkü kimse UNESCO’nun koruma mevzuatlarıyla uğraşmak istemiyormuş. Diğer deyişle ülkemizde kimse adam gibi restorasyon yapmıyormuş/yapmak istemiyormuş.) İki gün için gayet güzel bir kaçış rotası. Hüseyin ve Hamiyet Küçük’e de ayrıca teşekkür ederim, bizi ağırladıkları için.

NOT: Tam 1 ay sonra Rusya’da olacağım, 14 günlüğüne. Petersburg’dan Irkutsk’a binlerce kilometre gezeceğim. Yazıları da çok tatlı olur. Takipte kalın.

Kaynakça:

[1] Hayat Ağacı dergisi, Divriği Külliyesi Özel Sayısı, Sayı: 19, 2012

[2] Necdet Sakaoğlu, Dünya Kültür Mirası Divriği Külliyesi

[3] Prof. Dr. Aynur Durukan, Ortaçağın Sönmeyen Yıldızı

[4] Müjgan Üçer, Divriği‘nin Ulu Melikesi ve Şahı

[5] Prof. Dr. Erdal Eser, Bir Mucizenin Düşündürdükleri

[6] İhsan Çalapverdi, Süheyl Ünver’in Not Defterinden

Yorum bırakın