Başlangıç > gezi yazısı, mekan, tarih, yemek > Urfa Notları – 1 : Balıklı Göl, Halfeti, Birecik

Urfa Notları – 1 : Balıklı Göl, Halfeti, Birecik

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde en çok dikkat ettiğim noktalar, kişilerin birbirlerini dinlememesi ve olayları kendi bakış açılarından yorumlamakta ısrar etmeleri. Sanki herkes, muhatap olduğu kişiyle aynı sosyal statüde olmak, aynı eğitimi almak ve aynı şeylerden hoşlanmak zorundaymış gibi. Aksi bir duruma tahammül edemiyorlar, düşünmek bile istemiyorlar ve karşı tarafı yok etmek veya kendi tarafına çekmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Mesela İstanbul’daki çoğu kişi için Türkiye İstanbul’dan, hatta Boğaz hattından ibaret. Tüm konuları bu bakış açısıyla yorumluyorlar. Onlar için Van’da yaşayan bir köylü teyze, Kars’taki bir öğrenci veya Hakkari’deki bir esnaf Kaf Dağı’nın arkasındaki bir masal diyarında yaşıyorlar.

İşte bu dar bakış açısından kurtulmak için elimden geldiğince ülkemi gezmeye çalışıyorum. Tabii yemek yemeyi bir hobi olarak gördüğümden lezzetleri yerinde denemek ve turistik bir gezi yapmak da yurt içi gezilerimin bir sebebi. Fakat gittiğiniz yerdeki evler, insanlar, kültür de Türkiye’yi anlayabilmek için önemli. Benim kadar onlar da bu ülkenin vatandaşıysa, onları anlamam gerekir ve bunun için de onların hayatlarını az da olsa gözlemleyebilmem gerekir. Diğer türlü yaptığım her yorum eksik ve tek taraflı olur.

havaalanıUrfa’ya indiğinizde size hoşgeldin diyen yazı

Bu kez de arkadaşlarımla yolumuz Şanlıurfa’ya düştü. Burayı seçmemizin amacı genelin tercih ettiği üzere Balıklıgöl veya Urfa’nın yemekleri değildi, Göbeklitepe’ydi. İlk defa 2 yıl önce duyduğum bu ören yerinin, dünyada bilinen en eski tapınak olduğu tescillendi. Yazı içinde daha detaylı anlatacağım ama benim gibi inançlara, inançların doğuşuna ve tarihine meraklı biri için böyle bir yerin ülkemde olması harika bir şeydi ve kesinlikle gidip görmem lazımdı. Böylece Göbeklitepe’yi ilk duyduğumuzdan beri gitmek için plan yaptığım Engin ile beraber tarihi belirledik sonunda. 21-23 Şubat haftasonu için güzel bir grup kurarak ülkemin ‘Peygamberler Şehri’ denilen bu kentine bir gezi düzenledik.

Grubumuz gidiş uçağına göre ikiye bölündü. Cuma akşamı gidip güne daha zinde başlayabilmek adına 3 arkadaşım ile ben cuma akşamı 20.10 uçağıyla Şanlıurfa GAP Havalimanı’na uçtuk. İndiğimizde oldukça ılıman bir hava ve diğer Anadolu kentlerinin havaalanlarından alışık olduğum üzere çevresi bomboş ve kompakt bir havaalanı bizi karşıladı. Direkt bir araba kiralayarak Urfa’ya doğru yol almaya başladık. İlk dikkat ettiğim şey, havaalanının çevresinde hiçbir şey olmamasından ötürü gökyüzünü alabildiğine görebilmenizdi. Nicedir bu kadar yıldızı çıplak gözle göremiyordum. Bu o kadar  hoşuma gitti ki otele kadar aldığımız 35 km yol pek keyifli geldi (Astronomiye zerre merağım olmamasına rağmen yıldızları görmenin bendeki bu pozitif etkisi hep bir muamma olmuştur).

Urfa’ya gezmeye gidecekseniz araba kiralamanızı tavsye ederim. Yazı içinde de bahsedeceğim üzere Urfa kentinin içinde çok bir şey yok ve sırf havaalanı kent arası 30-40 dakikalık bir yol. Duyduğumuza göre Havaş kişibaşı 10 TL’miş ve taksilerde yaklaşık 100 TL yazıyormuş. Bunun için günlüğü 90-130 TL arası olan bir arabayla gezmek sizin için rahat, pratik ve ekonomik olacaktır, tabii ehliyetiniz varsa.

Urfa içinde birkaç kişiye sorarak da olsa otelimizi bulduk. Manici Otel tam Balıklıgöl’ün yanında yer alan otantik şekilde tasarlanmış şirin bir otel. Memnun kaldığımızı söyleyebilirim, şehir içinde gezme açısından oldukça avantajlı. Kahvaltısı da oldukça iyi. Geceliği odabaşı (2 kişilik) 130 TL.

balıklı-gölGecenin bir vakti Balıklıgöl

Odalarımıza girip çantalarımızı bıraktıktan sonra tekrar dışarı çıktık. Balıklıgöl’e (Halil-ür Rahman Gölü) gece de olsa bir göz atmak istedik. Otelin yanındaki kanallarla sarmalanmış parkta yürüyerek bu kutsal göle birkaç dakikada vardık. Ortalık ıssızdı. Bizden başka 3-4 kişi daha vardı. İricene bir göleti andıran ve içindeki balık yoğunluğu oldukça fazla olan bu gölün hikayesini çoğunuz duymuştur ama adet yerini bulsun diye yazayım.

Şehrin o zamanki hükümdari Nemrut, peygamber olan ve halkı çevresinde toplayan Hz. İbrahim’i cezalandırmak için bir mancınıkla ateşlerle kor haline gelmiş odun yığınının içine atmak ister. Fakat Hz. İbrahim tam havadayken düşeceği yere bir kaynak peydah olup ateşler göle, odunlar ise balıklara dönüşür. Böylece Hz. İbrahim Allah’ın lütfuyla ölmekten kurtulur. O günden itibaren de göl ve içindeki balıklar kutsal sayılır. Gölün çevresinde 3 büyük cami yer almakta ama mimarilerinden bunlardan en az birinin zamanında kilise olup dönüştürüldüğü anlaşılıyor. Gece olduğundan çevresinde pek bir şey yoktu, 2 gün sonra sabah geldiğimizde bayağı bir şamata gördük ki onları sonra yazacağım lakin içim hiç de huşu ile dolmadı :D.

Balıklıgöl’ün az ilerisinde ise Ayn-ı Zeliha Gölü var. Burası tam gölet, çevresi zaten çay bahçesi ve içinde kayıkla gezebiliyorsunuz. Oldukça turistik! Bana Bursa Kültürpark’ın içindeki göleti hatırlattı ki orası daha güzeldir. Buranın hikayesi de şöyle: Rivayete göre Nemrut’un kızı Zeliha, Hz. İbrahim’den etkilenip ona iman etmiş. Babası da bunu cezalandırmak için kendi öz kızını öldürmüş (bak sen şu nemruta! 🙂 ). Zeliha ölürken akıttığı gözyaşları da bu gölü oluşturmuş. (Bu arada ‘ayn’, göz ve gözyaşı manalarına geliyor Arapça’da) Buradan sonra da sabah erken kalkacağımızı düşünerek otele dönüp uyuduk.

soğanKahvaltıda pişmiş soğan ve çay 🙂

Sabah ekibimizin geri kalanı geldi. 10 kişilik grubumuzu tamamladıktan sonra Urfa’da yapılması gereken ilk şeyi yaptık: Kahvaltıda ciğer yedik. Ülkenin batısı için oldukça mantıksız bir eylem olduğunun farkındayım ama buranın usülü böyle. Hatta Diyarbakır dolaylarında buna Cartlak Kebabı derlermiş. Otelden fazla uzaklaşmadan çarşının girişinde gözümüze bir ciğerci kestirip oturduk. Masada bolca soğan ve biber direkt göze çarpıyordu. Turist olduğumuzu direkt anlayan dükkan sahibi, soğanları masadan aldı “Ben size pişmiş yaparım.” dedi. Ciğerden önce birer mercimek çorbası aldık, oldukça lezizdi. Sonra da mangalde pişmiş biber (tabii acı olduğundan ağzıma sürmedim) ve soğan geldi. Ortalara domates-salatalık da geldi lakin bol isotlu olduğundan onlar da acıydı. Sonrasında da asıl olay yani ciğerler geldi. Sunuş bizim pek alışık olmadığımız cinstendi, kalın bir lavaşın üzerine şişten çıkarılan ciğerler isotlanarak önünüze getiriliyor. Sizden üzerine ortadakilerden ekleyip lavaşı sararak yemeniz bekleniyor. Oldukça zahmetli bir işlem vesselam. Mevcut halini zor sarmaladığımdan içine hiç bir şey koymadan yedim ama bana fena acı geldi. Ben de iki lokmada bir ayrana müracaat ettim. Lavaşın yarısında dükkan sahibine acı diye söylenince, “Abi o acı değil ki!” diye itiraz etti. Acı kriterlerimiz oldukça farklı yani! Arkadaşlarımın çoğu da bu farklı deneyimi, pek güzel karşılamadı. Bizim adımıza biraz aşırı bir yemekti ama Urfa’ya gidince mutlaka yaşamanız gereken bir deneyim. Bu arada 10 kişilik hesap yanlış hatırlamıyorsam 120 TL civarındaydı.

Ardından ufak bir fikir teatisinden sonra Halfeti’ye gitmeye verdik yani Eski Halfeti’ye. Urfa’dan Gaziantep yönüne doğru 120 km gidince Birecik’in kuzeyinde kalan bir ilçe Halfeti. Eskiden Fırat kenarındaymış fakat GAP sebebiyle sular yükselince kenti 5 km içeriye taşımışlar. Eski Halfeti’ye varmak için zaten Yeni’sinden de geçiyorsunuz ve burası çok sevimsiz bir yer. Eski Halfeti artık sadece turistik amaçla kullanılıyor galiba çünkü ben sokaklarda yerli halk göremedim. Arabadan iner inmez tekne turu satıcıları çevremize üşüştü ki Halfeti’de attığınız 5 adımdan birinde “Tekne turu ister misiniz?” sorusuna maruz kalıyorsunuz. Biz tam turist mantığıyla ilk geleni kabul ettik ve adam başı 8 TL’yi kabul ettik. Meğerse 5’e kadar düşüyorlarmış. Vesselam bindik tekneye ve direkt üst katta yerimizi aldık.

üç dostFırat üstünde üç dost

Tekne pek bir cümbüştü. İlk önce damrdan popülist pop şarkıları çalmaya başladılar hoparlörden ki hiçbirini bilmiyordum. Tekne harekete başlayınca çalgıcı ekibi geldi, direkt başladılar türküleri katletmeye. Sağolsunlar inene kadar da susmadılar, teknede halay da çekildi, gıdı da atıldı. Sanırsınız tekneye değil, gazinoya geldik. 🙂 Neyse biz minimum etkilenmeye çalışarak tekneden keyif almaya çalıştık. Hava açıktı lakin tekne nehirde açılınca bayağı esmeye başladı. Bir taraftan güneş gözlüğüyle yaz havası yaşarken diğer yanda polara sımsıkı sarınarak ısınmaya çalıştık.

Teknemiz kuzeye doğru yol almaya başladı. Seyir halindeyken ilk durağımız (hiç bir yerde durmadık) Kum Kalesi’ydi. Burası artık viraneye dönmüş bir kale. Halbuki Hrıstiyanlık için gayet önemli bir yer. Çünkü içindeki kilisede İncil’in tarihte ilk defa çoğaltıldığı düşünülüyor. Yine eksik ve yanlış bir pazarlama politikasıyla karşı karşıyayız. Burası yurt dışına  harika biçimde pazarlanabilecekken yöre halkı sefalet içinde. Bizim politikacılar ya ülkesini gezmiyor ya akılları kıt ya da bilerek buranın tanıtılmasını engelliyor. Sizce hangisi?

kum kalesiKum Kalesi

Biraz ileride ise 90’larda GAP denilince hepimizin aklında yer edinmiş, sular altındaki köy vardı. Minaresinin çoğu sular altında kalmış, turizm ayağına birkaç çay bahçesi açılmış. İnsanın içi sızlıyor, bomboş köyü görünce. Halbuki tarihte böyle nice köy/şehir boşaltılıp kaderine bırakılmış. Bilhassa tarih boyunca hep sıcak kalan Orta Doğu coğrafyası bunlardan çoğunu barındırıyor. Aklıma Zeugma geliyor, Lübnan’da gördüğüm Baalbek geliyor ve daha görmediğim hatta adını bile bilmediğim nice yerleşim yeri. Kimbilir Suriye’deki zalim savaş bitince böyle nice köyün olduğunu göreceğiz. İnsan düşünmeden edemiyor.

fırat-köySular altındaki minare

Gezimiz bitince Halfeti’de biraz yürüdük. Yarısı sular altında kaldığından boşaltılmış camii ile eğlencesine kurulmuş asma köprü görülebilecek yegane yerler. Ayrıca “Ne alaka?” diye sorgulayabileceğiniz iki şeye sahip Halfeti: Biri ‘sakin şehir’ ünvanı (son 10 yılda ortaya çıkan bu ünvan, çevreyle uyumlu, sessiz kentlere veriliyor. Ülkemizde ilk alan yer Seferihisar, benim bildiğim). İçinde yaşanmayan bir hayalet şehrin bu ünvanı alması (nasıl alabildiği ayrı merak konusu) ironik! Bir de Sokrates Butik Hotel diye gayet manasız adı olan bir yer var. Hala aklıma gelince gülüyorum.

halfeti-camiFırat’a komşu olmuş caminin içinden

halfeti-asma-köprüHalfeti’deki asma köprüde grubumuz

Halfeti’nde ayrılınca biraz güneyindeki (yaklaşık 40 km) Birecik kasabasına yol aldık. Sebebi ise bir iş arkadaşımdan aldığım yemek tüyosuydu. Harika kebaplar yaptığını duyduğumuz Cevdet Usta’ya uğradık. Yeri Birecik’te çarşı içinde, İş Bankası’nın arkası, karakolun yanında. Burası bildiğiniz esnaf lokantası, hatta bizim bayanlar “Doğru yere mi geldik?” diye bayağı sorguladı. Mekan içi ve sunumun biraz moral bozucu olduğunu söylemem gerek ama sonuçta Güneydoğu’nun küçük bir ilçesinde bir esnaf lokantasına geliyorsunuz. Buranın spesiyali Birecik Kebebı. Bu da bildiğimiz Urfa’nın hafif büyüğü ama içindekiler biraz farklı. Acı, haşhaşlı ve sade olmak üzere 3 çeşidi var. Sabahki ciğerde ağzım gayet yandığından önce sade aldım. Oldukça yağlı ve tuzlu olduğundan gayet lezzetli olduğunu söyleyim. Yediğim en iyi kebap değil ama! Sonrasında bir porsiyon da haşhaşlı aldım ki bunun içinde haşhaş yok (evet, başka bir ironi!), onun yerine Antep fıstığı, sarmısak ve bol baharat var. İşte bunu başka yerde kolayca bulamazsınız. Sonrasında da Filiz, 2. porsiyonunu bitiremeyince onu da temizledim. Bayağı doymuş oldum, mutlu oldum! 🙂

Birecik Kebabıİçinde haşhaş olmayan Haşhaşlı Birecik Kebabı ve ben

Ardından Birecik içinde biraz yürüdük. Görülecek hiçbir şey yok açıkçası.  Kalesi var ama restorasyondaymış. Sokaklarda biraz turladıktan sonra arabalara binip Urfa’ya geri dönük. Hepimiz acayip yorgun olduğundan biraz odalarda dinlenmeye çekildik.

Birecik sebze haliBirecik sebze halinden bir kare

7 civarıydı, şehir içinde turlamaya çıktık. Hanlar filan kapanmış tabii. Öylesine biraz yol aldık. Bir han içindeki cafeye oturduk (herkes hala tok olduğundan yemeği düşünmedik bile), arkadaşlar birer menengüç kahvesi içti. Ben Antep’te içtiğimden istemedim. Urfa’yı daha gündüz dolaşmadığımızdan net bir şey söylemek zor ama tipik bir Anadolu kenti izlenimi veriyor. Merkezde önemli bir cami, çevresinde zamanın ticaret alanı (hanlar, dükkanlar, vb.), onların çevresinde de etnik yapı, din, mezhep ve (tabii) ekonomik statüye göre ayrılmış mahalleler. Kentin eski kısmının uzağındaysa yeni palazlanan yerleşim yerleri. Hava kararınca merkezde hayat da nerdeyse duruyor, birkaç dükkan açık anca, onların bazıları da kapatmak üzere oluyor (çocukluğumda Bursa da aynen böyleydi). Kahveden sonra bir de künefeciye girerek künefe ve şıllık tatlısı yedik. Künefesini Antakya’yla kıyaslamam tabii ama İstanbul’da önünüze gelen dandik künefelerden çok daha güzeldi. Şıllık tatlısı da adına çok yakışıyor (bu yorum Deniz’den geldi), şerbet içinde kendini salmış gayet hafif bir hamur tatlısı.

Kentin sakinliğine bizim de yogunluğumuz eklenince erkenden odalara döndük. Küçük bir duş alıp uyumuşum. Deliksiz. 🙂

Fotoğraflar: Filiz DÜMBEK

  1. 18/03/2014, 00:21

    Bir solukta okudum güzel bir yazı olmuş eline sağlık…

  2. Mehmet ali
    15/04/2014, 11:22

    Sevgili kardeşim birecik kasaba değil urfanin 100 000 nüfuslu ilçesi. İlçemizi gelip gezmiş siniz ama sizden ricam bilgileri dogrulayip yazın. Haşhaş kebabı içinde hashas olup olmadigini şimdiye kadar kimse sizin gibi düz mantık bakma mış tir. Ha bi de haşhaş kebabı nin içine antep fıstığı değil yeşil sarımsak konur siz sarımsağı fıstık diye anlamissiniz:)

    • 15/04/2014, 11:42

      Mehmet Ali Bey, yorumunuz için teşekkürler. İzninizle cevaplarımı vereyim: Kasaba kelimesini genel manada kullandım, yoksa zaten Türkiye’de kasaba diye siyasi bir yerleşim birimi yok (resmen). (Eğer Birecik’e ilçe yerine nahiye/belde veya köy deseydim eleştirinizi kabul edebilirdim.) Sizin görüşünüze göre Türkiye’de hiç kasaba olmaması gerek. Bu durumda da bu kelimeyi tedavülden kaldırmamız gerek 🙂

      Haşhaş kebabı olayına gelirsek içinde bir malzeme bulunmadan o yemeğe bu isimle hitap etmek bana ilginç geldi. (İçinde soğan olmayan yemeğe ‘soğanlı’ demek gibi) Demek ki size gelmemiş, görüştür, saygı duyarım. İçindeki malzemeleri biz garsondan öğrendik, eksik yazmış olabilirim. Garsonun Antep fıstığı dediğini hatırlıyorum ama yanlış duymuşumdur belki. Yorum kısmı bu yüzden var, yaptığınız düzeltme adına teşekkür ederim.

  3. 21/04/2018, 22:43

    merhaba Şanlı Urfa’ya gideceğiz yaklaşık iki buçuk üç gün orada kalacağız gezmek için yeterli olur mu birde gezilecek yerler arasında ulaşım rahat mı ve çok zaman alıyor mu ?

    • 22/04/2018, 10:51

      Fazlasıyla yeter, arabanız varsa en fazla 1.5 saatte her yere ulaşılabiliniyor. Toplu taşımayı bilmiyorum.

      • 22/04/2018, 11:11

        İnternetten otellere baktım ve bana çok pahalı geldi açıkcası sizin önerebileceğiniz uygun fiyatlı bir otel,hostel veya pansiyon var mıdır?

      • 22/04/2018, 13:57

        Bizim gittiğimiz çok pahalı olmasa da şehrin bilinen otellerindendi. Başka da bilmiyorum.

  4. zinnur
    08/05/2018, 17:52

    Urfa ile ilgili gezi yazinizi ilgiyle okudum. Bu yaz Kars ya da Urfa’da uc gun gecirmeyi planliyoruz. Daha once Gaziantep, Hatay ve Van’i gormustuk. Kars’in da Urfa’nin da cazip gelen yerleri var, ben sahsen kararsiz kaldim. Siz acaba Kars’i gordunuz mu? Ya da bildikleriniz isiginda, hangisini onerirsiniz? Simdiden tesekkurler…

    • 08/05/2018, 21:01

      Kars’ı göremedim daha. Bence her yerin farklı bir özelliği oluyor ve kişiden kişiye beğeni değişiyor. Türkiye’nin her yeri güzel.

  1. 23/03/2015, 23:33
  2. 25/11/2015, 14:45

Yorum bırakın