Miyazaki, ARGE, mühendislik ve aşk: Kaze Tachinu
Tek hayali uçmak olan bir çocuk. Ama aşırı miyop. Diyor ki “O zaman ben de uçak mühendisi olurum!”. Okuyor, didiniyor, zehir gibi bir uçak mühendisi oluyor. Mitsubishi’de işe başlıyor. 2 dünya savaşının ortaları, Japonya emperyalizmi fark etmiş, palazlanmaya çalışıyor ve ihtiyacı olan şey bilgi, deneyim ve teknoloji. Batı’dan fersahlarca geride olduğunun farkında ama delice çalışıyor. Uçak üretmek de bu planlarının içinde. Paraya kıyıp Almanya’dan bilgi alıyor, mühendis yolluyor bilgiyi alıp getirmesi için. Bizimki de bu mühendislerden biri, uyumuyor çalışıyor. Tek umudu kendi uçağını tasarlayıp uçmasını seyredebilmek…
Dünyada sayısız hayranı olan Miyazaki’nin emeklilik filmi Kaze Tachinu (The Wind Rises/Rüzgar Yükseliyor), 2. Dünya Savaşı öncesi Japonya’nın ilk (savaş) uçağını tasarlayan Jiro Horikoshi’nin hayatını konu alıyor. Filmlerinde fantastik unsurlar görmeye ve bu unsurların temsil ettiği metaforların soluk pastel çizimler içinde erimesine alıştığımız Miyazaki, bu sefer düş sahneleri hariç gerçekçi bir hikaye anlatıyor. Aslında sadece senaryosunu yazdığı bir önceki Ghibli (Miyazaki’ni stüdyosu) filmi Kokuriko-zaka Kara (From Up on Poppy Hill) da benzer sularda yüzüyordu. İki azimli lise öğrencisinin aşklarıyla Kore Savaşı’nın Japonya’daki etkilerini harmanlıyordu film. Bu yüzden sonraki çalışmasında bir mühendisin hayatına odaklanıp Japonya’nın 2. Dünya Savaşı öncesi durumunu incelemesini ve bunların ortasına da imkansız bir aşk yerleştirmesini hiç yadırgamadım (çoğu hayranının aksine).
Miyazaki’nin filmografisine aşina olanlar ‘uçmak’ temasına da aşinadır. Hatta çok sevimli ve keyif dolu bir anime olan Kurenai no Buta (Porco Rosso), 2. Dünya Savaşı öncesi Akdeniz’de kahraman olan domuz görünümlü bir deniz uçağı pilotunun hikayelerini anlatır. Kaze Tachinu da Miyazaki’nin uçmak ve mühendislik üzerine olan tutkularını Kurenai no Buta‘dan 22 yıl sonra tekrar ele alıyor. Alalade bir mühendisin bile içini titretecek detaylarla dolu film: Teknik resimler, logaritmik cetveller, malzeme tabloları, bol çizim, prototip üretimi, testler, testlerdeki hataları analiz etme, vb. Bunları da oldukça gerçekçi bir şekilde yapıyor. Mesela bazı sahnelerde karakterlerin ağırlık azaltma üzerine dakikalarca konuştuğuna şahit oluyoruz.
Otomotiv sektöründe çalışan bir ARGE mühendisi olarak bu sahneler bana çok ilgi çekici geldi. Çünkü Japonya’nın bizden 80 yıl önce şu anda geçtiğimiz yollardan geçtiğine şahit oldum. Mühendislik tabiriyle ‘know-how’a (bilgi-birikim) olan açlıkları ve bunları durmadan deneyip başarısız olarak elde etmeleri (ki bu sahnelerde kaç paralık uçak prototipleri heba oluyor), benim günlük iş yaşamımda oldukça aşina olduğum sahneler :). Tabii tüm bunların arasında insana verdikleri önem de ders alınılması gereken bir unsur. Mitsubishi’nin Jiro’nun vizyonu ve eğitimi için onu Almanya’ya göndermesi ve sonra da (şirket kararıyla) dünyayı gezmesinin salık verilmesi dikkat çekici bir ayrıntı. ARGE’nin sadece parayla olabileceğini yahut domates yetiştirmek gibi tek seferde muntazam yapılabileceğini sananların birkaç defa izlemelerinde yarar var.
Filmin mühendislik hakkında diğer bir ilginç tesbitiyse doğanın başlı başına bir mühendislik harikası olduğu. Jiro’nun öğrenciyken yediği bir yemekte uskumru kılcığına hayranlıkla bakması ve ondan ilham alarak kendi uçağının kanadını tasarlaması önemli ve güzel bir ayrıntı.
Genelde ana kahramanları ergenliğe yeni girmiş kızlar ve kadınlar olan Miyazaki’nin çoğunlukla erkekleri ilgilendiren konular üzerine bir film yapması çoğu izleyicisini kaçırabileceğinden, tüm bu mühendisliğin ortasına imkansız bir aşk eklemiş. İlk defa 1923 Kanto Depremi’nde tanışan çift (burada da insanlığın doğaya hükmedemeyeceğini anlatıyor Miyazaki), birbirlerini uzun süre kaybetseler de yıllar sonra yine karşılaşıyor ve direkt nişanlanıyorlar. Lakin Naoko’nun ağır derecede verem olduğundan senatoryuma muhtaç olması, aynı anda Jiro’nun kendi uçağını tasarlamaya başlaması ilişkilerini imkansız hale getiriyor. Ama Naoko’nun Jiro’nun düşü uğruna kendini feda ederek evlenmeleri ve sonrasında yaşananlar, filmi oldukça yumuşatıp melodram sularına sürüklüyor (biraz fazla kaçıyor üstelik). Jiro’nun geceleri bir eliyle çizim yaparken bir eliyle yatan eşinin elini tutması ve “Tek elle cetvel kullanma yarışması olsa açık ara birinci olurdum.” diye dalga geçmesi sanırım en katı yürekleri bile yumuşatır.
Vesselam Miyazaki soluk pastel renkleriyle bizi yine harika bir maceraya sürüklüyor. Senaryoda açıklanmayan bir-iki küçük olay ve Jiro’nun sonuçta insanları öldüren bir makine inşa etmesi (bilhassa yurt dışındaki eleştirilerin ana ekseni bu konu lakin fazla abartıldığı kanısındayım) biraz keyif kaçırabilir lakin Miyazaki alabildiğine sevimli yan karakterlerle (Jiro’nun kız kardeşi ve şefi) dolu mizahi ve sıcacık filmi ile yine amacını yerine getiriyor.
Reblogged this on Dream in dream.
Öylesine dolu dolu bir film ki bu. Neresinden başlasam?
Öncelikle o yumuşak japoncası yok mu.
Sonra o Jiro’nun mühendisleri bir odaya toplayıp yeni tasarladığı civatayı anlattığı sahne.
Eskiden ne Nx vardı ne Ansys ne de Fluent.
Tecrübe ve öngörüye dayanıyordu sanırım tasarımlar.
Gerçi Alman’ların Bf109 uçaklarını test etmek için büyük rüzgar tünelleri vardı ama o zamanlar Japonya çok fakirdi.
Zero’yu zero yapan da bu fakirlik sanırım.
Zero’nun çıkış noktası olan ve filmde Bernouilli kanatları ile ilgimizi çeken uçak A5M4 ile Hagiri matsuo ile efsaneleşmiş bir Japon uçağı.
Bir tavşanın manevra kabiliyetine sahip. Uçağın piste kağnılarla çekildiğini düşünürsek, o zamanın en büyük başarısıydı sanırım.
Daha Nakajima ve Kawasaki Randy’den bahsetmiyorum bile.
Neyse fazlaca konuştum.
Yazı muhteşem olmuş. Böylesine kültürlü bir mühendis blogu okumak çok keyif verici.