Arşiv

Posts Tagged ‘Lütfü Ö. Akad’

Favori Romantik Filmlerim

Yazılarımı okuyanlar ne kadar melankoli hastası olduğumu bilir. Dolayısıyla böyle biri de en çok romantik filmleri sevecektir. Korku hariç her film türünü keyifle izlerim, hatta çok iyi korku filmlerine de bayılmışlığım vardır (mesela Shining). Lakin benim için romantik filmler bir başka. Onlardan aldığım salt keyif apayrı.

Şu da var tabii; romantik film, belli bir türe hapsedilemez. Dram ve komedi karşımıza en çok çıktığı türler olabilir. Lakin bir gerilimde de (Vertigo), bir korkuda da (Lat den Ratte Komma in), bir müzikalde de (West Side Story), bir bilim-kurguda da (Star Wars) ve hatta bir aksiyonda da (Casino Royale‘de Bond-Vasper aşkı!) karşımıza çıkabilir. Ben bu listede serbest davrandım. Belli bir kronoloji takip etmedim. Listeyi de sıralı yapmadım, aklıma geldiğini yazdım. Buyrun listeye geçelim:

Notting Hill [Roger Michell – 1999 – İngiltere]

nh

Kaç kere izlediğimi bilmediğim sayılı filmlerden. Ne zaman canım çok sıkılsa veya çok sevinsem açar izlerim. Hiç baymaz. Sahneleri neredeyse ezberlediysem de hep aynı keyfi verir. Peki neden? Sanırım Richard Curtis’in senaryosu ilk sırayı alıyor. Bir de esas oğlanın deyişiyle ‘sıradan bir ölümlünün bir tanrıya aşık olması’ olayı var. Will’in ‘Ain’t No Sunshine’ eşliğinde dört mevsim boyunca pazarı dolaşma sahnesi ise sinema tarihinde yerini almıştır. Tabii enfes soundtrack albümü de sevilmesinin başka bir nedeni. 2 yıl önce yazmış olduğum ayrıntılı yazı için tıklayın!

When Harry Met Sally… [Rob Reiner – 1988 – ABD]

when-harry-met-sally

İlk defa ne zaman izlediğimi hatırlamıyorum ama oldukça fazla izledim. Bir diğer başucu filmim de budur. Bugün izlediğimiz manada romantik-komedi türünü başlatan filmdir. 90’lar boyunca her romantik filmde Meg Ryan’ın çıkmasının da müsebebidir. Nora Erphon’un Oscar’a aday olan senaryosu neredeyse kusursuzdur.  40’lı yılların hınzır (ama stüdyoda çekildiğinden yapay olan) screwball komedi trüklerini 80’lerin gerçek dünyasına (New York’a) uyarlayan Erphon, hem ana iskeleti hem de araya çeşni katan yan öyküleri ustalıkla kurmuştur. Rob Reiner rahat bir rejiyle sonuca ulaşmıştır. Billy Crystal ile Meg Ryan’ın kimyaları da inanılmaz uyumludur. Casablanca göndermeleri, zeki esprileri (Sahte orgazm sahnesi üzerine gelen “Ben de onun yediğini istiyorum.” repliği) ve Harry Connick Jr. imzalı enfes caz şarkıları ile unutulmaz bir filmdir. (Reiner’ın 2010’da çektiği Flipped de çok başarılı bir ‘ilk aşk’ filmidir, çoğu insanın gözünden kaçmış olması yazıktır.)

Paris, Texas [Wim Wenders – 1984 – ABD]

paris-texas

Aşkın şiddetini ve yıkıcılığını gösteren gelmiş geçmiş en iyi film! Son 40 dakikada izlediğimiz Harry Dean Stanton’un monolog sahnesi, sizi koltuğa mıhlar, gözünüzü bile kırpamazsınız. İçinizde bir şeyler ezilip un ufak olur. Film bitse de yerinizden kalkamazsınız. Bitiş yazılarını, bu sefer sersem gibi olup hareket edemediğinizden izlersiniz. O muhteşem sahneye kadar olan 2.5 saatlik kısımsa başarılı bir Amerika eleştirisidir. Yola çıkmak üzerine, aile olmak üzerine ve modernizm üzerine çok ciddi kelamlar eder. Sam Shepard’ın senaryosu, Stanton’ın oyunculuğu, Robby Müller’in görüntüleri ve de Wenders’in enfes yönetimi 10 numaradır! Bence gelmiş geçmiş en iyi 5 film arasındadır! Daha fazlasını oku…

1966’da Güneydoğu Sorunu: Hudutların Kanunu

Gündemi takip ederken bazen eskilere de bakmak lazım geliyor. Çünkü bugün yaşananların hepsinin kökü geçmişte ve elbet bir şekilde size ipucu veren doneleri yakalabiliyorsunuz. Bazen eski bir haber, eski bir hikaye yada eski bir film. Mesela Yılmaz Özdil dünkü yazısında eski bir yazısını aynen kullandı, hiç de sırıtmadı çünkü gündem değişse de, özdeki sorun bakiydi.

1966’da Lütfü Ö. Akad ustanın çektiği Hudutların Kanunu filmine bugünden bakmak ilginç oluyor. Hikayesini Yılmaz Güney’in yazdığı ve Akad ustanın senaryolaştırdığı film, muhtemelen Suriye sınırında geçen hikaye bir kaçakçılık öyküsü anlatır. Bir sınır köyünde yaşayan Hıdır (Yılmaz Güney), güvenilir bir kaçakçıdır. Civar jandarma komutanının vurulması sınırda denetimi arttırınca, daha küçük bir kaçakçı olan Hıdır’a daha çok iş düşer. Yeni gelen komutan, durumu anlayıp Hıdır’ı uyarır, aynı zamanda da köye okul kurulması ve kaçakçılık dışında bir iş tutulması için Hıdır’la işbirliği yapar. Ama yörenin şartları, bu güzel hayallere izin vermez…
Daha fazlasını oku…

Lütfi Ö. Akad’ın Ardından: Göç Üçlemesi

İki hafta önce Türk Sineması çok önemli bir kayıp yaşadı. 30 yılı aşkın süredir film çekmese de, eğitimci olarak sinemamıza hala katkı vermekte olan Lütfi Ö. Akad 95 yaşında aramızdan ayrıldı. Vesikalı Yarim filmiyle bende çok özel bir yeri olan Akad’ı, geçtiğimiz günlerde ünlü Göç Üçlemesi’ni arka arkaya izleyerek andım. Şimdi hem bu filmlere göz atalım hem de onlar yardımıyla Türk insanına dair birkaç kelam edelim:
Daha fazlasını oku…

Bir Türk Klasiği: Aaaah Güzel İstanbul

Biz, batı ile doğu arasında sıkışmış bir memleketin çocukları olarak kendi kültürümüzden utanırız. Bizim kitaplarımız okunmaz, filmlerimiz seyredilmez, şarkılarımız dinlenmez. Çünkü alelade yapıtlardır bunlar. Batıdaki örneklerinin yanında ne ki! Ne suretle bir Hemingway gibi yazmaya, bir Kubrick gibi film çekmeye, hele bir Elvis olmaya özeniriz. Bizimkisi alaturka işlerdir, halka alafranga yapıtlar öğretilmelidir. Yani halkımızın zevkleri batılılaşmalı, bayağılıktan kurtarılmalıdır.

Son 2 cümleyi eski bir Türk filminden aldım. Gerçi Türk filmi olduğu belki burun kıvırırsınız. İzlenir mi, dersiniz. Hele eskiyse ve siyah-beyazsa. Tipik Yeşilçam melodramı zannedersiniz.

Ama ben bu yazıda o eski Türk filmini anlatmaya çalışacağım. Yani film deyince sadece aklınıza Hollywood filmi geliyorsa, bağımsız filmi Sundance bazlı seyredenlerdenseniz yazının geri kalanını okumayın, zamanınıza yazık olur.
Daha fazlasını oku…

Vesikalı Yarim

31/10/2007 1 yorum

Nice zamandır ismini duyup izleyemediğim Türk filmlerinden sadece biri. Türk Sineması’na yapılan nankörlük ve umursamazlıktan ötürü genç nesil kendi sinemasının nelere kadir olduğunu bilmiyor, ne yazık ki. Oysa, öyle güzel filmler var ki izlemeye doyamazsınız. İşte bunlardan biri: Lütfü Ö. Akad ustanın eşsiz melodramı, Vesikalı Yarim.

Hikaye basit Yeşilçam yapısıyla başlıyor: İşinde, gücünde, kendi halinde bir manav olan Halil, bir gün arkadaşlarıyla Beyoğlu’ndaki meyhanelerden (aslında pavyon daha uygun olur) birine gider. Normalde sağa sola yaradılışı icabı bakmayan Halil, Sabiha’ya görür görmez tutulur. Sabiha da normal müşterilerine hiç benzemeyen bu adama yakınlık hisseder. Ertesi gün, Halil kendini tutamayarak yine meyhaneye gidince büyük aşkları başlar. Ama Sabiha, Halil’in evli olduğunu öğrenince ilişkileri sarsılmaya başlar…

Buna benzer hikayeleri belki de yüzlerce kere izlediğinizin farkındayım ama bu seferki çok farklı. Klişelere fazla bulaşmayan, kendi derdini sadelikle anlatan bir hikaye. Zaten film, ünlü hikayecimiz Sait Faik Abasıyanık’tan uyarlanmış. Senaryo yazma rekoruna sahip Safa Önal tarafından da senaryolaştırılmış. Hikaye ve film öyle tatlı akıyor ki izlemeye doyamıyorsunuz. Temposu hiç düşmeyen, mantık çerçevesini hiç aşmayan bir film. Sonunda da harika bir final yaparak klişelerle uğraşmadığını yine kanıtlayan bir yapım. Final sahnesi bana nedense Casablanca’yı hatırlattı, büyük bir aşkın hüzünlü bir finali gibi. Halbuki finali çift taraflı olarak da yorumlayabiliriz. Her ne kadar mutsuz gibi gözükse de bir açıdan da mutlu bir final izliyorsunuz.

Diğer taraftan 1968 yapımı film, dönemini harika kullanıyor. Mahalleleri, daracık sokaklarıyla enfes bir İstanbul filme fon oluyor. Ses kaydında ise birbirinden güzel şarkılar: Şükran Ay’ın (Savaş Ay’ın annesi) sesinden “Kimseye Etmem Şikayet”, “Kalbimi Kıra Kıra” ve niceleri. Filmin karelerine de öyle güzel uyuyorlar ki bambaşka diyarlara yolculuk ediyorsunuz. Ve tabii ki oyuncular: Güzeller güzeli, Sinemamızın Sultanı Türkan Şoray, enfes bir performans veriyor. Ağır abi de İzzet Güney, tüm duygularını tek bakışıyla ekrandan taşırıveriyor. Yıllardır Kadir İnanır-Türkan Şoray ikilisinden bahsedenler, bir de bu filmi izlesin. Yan rollerde Yeşilçam’ın emektarları. Ama nedense Aydemir Akbaş bir başka dikkatimi çekti.

Bu siyah-beyaz klasiği seyredip ülkenizin sinemasıyla gurur duymalısınız.

Oyuncular: İzzet Günay, Türkan Şoray, Ayfer Feray, Semih Serezli, Salahattin İçsel, Aydemir Akbaş – Görüntü Yönetmeni: Ali Uğur – Müzik: Metin Bükey – Senaryo: Safa Önal (Sait Faik Abasıyanık’ın hikayesinden) – Yönetmen: Lütfü Ö. Akad

***** Y.T.: 31 Ekim