Gürcistan İzlenimleri – 2025

Türkiye’nin kuzeydoğusunda bulunan Gürcistan, sanırım ikili ilişkilerimizin en sakin olduğu sınır komşumuz. 1991’de Rusya’dan bağımsızlığını kazandıktan sonra, maalesef iç karışıklıklardan ve Rusya ile çeşitli platformlarda mücadelelerden yakasını hâlâ kurtaramamış. Belki de bu yüzden diğer büyük komşusu olan Türkiye ile uğraşacak mecali yok. Zaten ticari anlamda en önemli müttefiklerinden biri de Türkiye.

Gezi ekibimiz Tiflis sokaklarında

Aslında bu kadar küçük bir ülkenin geçmişinin bu kadar gerilere gitmesine pek rastlanmaz. Yazılı tarihin çoğunda aynı bölgede yaşadığı düşünülen Gürcüler, dolayısıyla köklü bir geçmişe de sahip. İlk şarabı yaptıkları rivayet ediliyor ve bana çok garip gelen bir şekilde kendilerine özgü bir alfabeleri var. Neyse ki ülkenin çoğu yerindeki tabelalarda İngilizce karşılıkları da bulunuyor.

Bu, benim Gürcistan’a ilk gidişim değil. 2013’te iki arkadaşımla bir hafta sonu Tiflis’e gitmiştik. Ama bu gezi için araştırma yaparken, o geziye dair neredeyse hiçbir şey hatırlamadığımı fark ettim. Yazdığım izlenim yazısı da gayet kötüymüş, biraz utandım açıkçası. Ama Tiflis’te gezdikçe bazı şeyleri hatırladım, aşağıda bazı karşılaştırmalar yaptım zaten.

Tiflis’te Kura Nehri kıyısındaki kilise

Biz bu sefer kalabalık gittik. Annem, babam, kayınvalidem, eşim ve benden oluşan beş kişilik bir ekiptik. Bu sebeple de gitmeden biraz daha fazla araştırma yaptık, bilhassa ulaşım konusunda. Zaten bu detaylara da yazı içerisinde değineceğim. Ama genel olarak eşimle yararlandığımız ana kaynak, Gürcistan’da yaşayan yazar ve fotoğrafçı Emily Lush’ın kendi bloğu olan wander-lush.org oldu. Lush, bazı yerlerde gayet yararlı olan önemli detaylar verebiliyor. İngilizce bilenlerin yolculuk öncesi bu siteye göz atmalarını öneririm.

Gezimizi 6-11 Nisan 2025 tarihleri arasında gerçekleştirdik. Maalesef hep yağışlı bir havada gezmek zorunda kaldık, bilhassa Batum’da şiddetli sağanakla karşılaştık. Belki de nisan başı yanlış bir tercihti, belirtmek isterim.

Tiflis sokaklarından bir kesit
Daha fazlasını oku…

19 Mart’ın Gölgesinde Film Festivali İzlenimleri

Eskilerde “Erkek çocuk, baba ölünce büyür” sözü vardır. Çünkü sistem öyleydi, evin içinde son sözü daima evin en büyük erkeği söylerdi ve bu, neredeyse tüm toplumsal kurumlarda böyleydi. En büyük erkeğin veya ona mukabil başka bir güçlü erkek personasının sözü, mutlaktı. Bu yüzden de evin ya da o kurumun diğer tüm bireyleri ona bağımlıydı, eksikti, ta ki biri onun yerine geçene kadar.

Belki de binlerce yıldır bir şekilde devam eden bu sistem; önce Aydınlanma Çağı’yla beraber yavaştan, sonra da Sanayi Devrimi’nin ve akabinde başlayan, ama bitmeyen güçler savaşlarının etkisiyle değişmek zorunda kaldı. Önce önemli şehirlerin ileri gelenleri, sonra para sahipleri iktidara ortak oldular. Akabinde farklı ülkeler istedi ve şimdi de kadınlar ile diğer tüm insanlar gücü / iktidarı paylaşmak istiyor.

Günümüzde bu isteğin sancılarını çekiyoruz. Nasıl Almanya, İtalya ve Japonya’nın sistemde söz sahibi olmak istemeleri gezegene iki dünya savaşına mal olduysa ve istedikleri bir şekilde olduysa; bu talep de bir şekilde çözülecek. 

Belki türümüz yok olacak ama eski sistemin devam etme şansı yok artık. Mevcut sistemin idarecileri ve güç sahipleri öncelikle bunu kabul etmek zorundalar. Daha fazla ezmekle, yok saymakla veya anlık çözümler bulmakla eski sistemi daha fazla idare edemezler.

Quand Vient L’Automne

Bir film izlenimleri yazısı için sert bir giriş oldu. Ama bu yılki İstanbul Film Festivali’nin programı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla başlayan sürecin hemen başında açıklandı. Dolayısıyla insan ister istemez gündemi meşgul eden olayları birbirine paralel, hatta bazen onları harmanlayarak düşünüyor. 

Daha fazlasını oku…

Say Nothing Dizisinin Düşündürdükleri

Yazıya geçmeden önce şunu belirtmem gerek: Ben Türkiye’nin batısında büyümüş biriyim ve ailemde de, yakın çevremde de Kürt tanıdığım olmadı. Türkiye’deki Kürt sorunu hakkında yazarken bence bunu belirtmek şart. Çünkü sorunun ancak o bölgedeki insanlar tarafından çözülebileceğini düşünüyorum. Bu yazıda, sadece İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) üzerine çekilmiş bir dizi olan Say Nothing (2024) üzerinden konu hakkındaki fikirlerimi belirteceğim.

Yakın tarihe ve politikaya her zaman için ilgi duyan biri olarak, Kürt sorununun dinamiklerini hep merak etmiştim. Ama biraz okuyunca bile konunun ne kadar çok bileşeni olduğunu görerek yorum yapmaktan, bilhassa kesin yargılamalarda bulunmaktan hep kaçındım. Beni böyle düşünmeye iten ilk şey, belki de en ünlü dökü-drama filmi olan La Battaglia di Algeri’dir (1966). İtalyan yönetmen Gillo Pontecorvo’nun Cezayir devleti için çektiği eser, Cezayir’in Fransa’dan bağımsızlığını kazanma sürecini anlatır. Bağımsızlık için çalışan güçlerin, filmin başında bir terör örgütünden farkı yoktur. Şehirlerde halka açık bölgelerde bomba patlatmalarının sebebi Fransa’nın dikkatini çekmektir. Karşı taraf da istediğini yaptırmak için şiddeti, silahı kullanmaktan çekinmiyordur.

La Battaglia di Algeri‘de Fransız askerler halk içinde terörist avında
Daha fazlasını oku…

2024 Özeti

2024’te dünyada, ülkede ve kişisel hayatımda yine bir sürü şey oldu. Bunların bir kısmını ya hiç fark etmedim ya da etkisinin önemini daha kavrayamadım. Lakin fark ettiklerim ve deneyimlediklerim arasında üzerine en çok kafa yorduklarımı kısaca özetlemeye çalışayım.

Özel hayatımda seneyi en fazla domine eden şey, 40 yaşımı doldurmamdı. Yaşa pek önem vermesem de bu durum, geçmişi biraz didiklememe yol açtı. Bu gayri ciddi sorgulama da bir Spotify müzik listesiyle, bir yazıyla ve arkadaşlarımı çağırdığım bir geceyle sonuçlandı. Fakat bu üç somut çıktıdan ziyade, bunların hazırlanma süreci ve akabinde bana düşündürttükleri beni etkiledi.

Arkadaşlık/dostluk müessesesi, üzerinde yeterince durulmayan bir konu. Sosyal bir tür olan insanın, yaşamındaki en önemli ilişki türü belki de. Doğuştan gelmediği için kişinin bilfiil emek vererek kurması ve yaşaması için iki tarafın da istemeye devam ederek çaba göstermesi gerekiyor. Aksi hâlde kuruyor ve bir yerde sona eriyor. 

Bu yıl, bende iz bırakan sona ermiş bazı arkadaşlıklarımı düşündüm. Neden devam etmediğini, bendeki etkilerini… Hâlâ devam edenleri malum geceye çağırdım. Gelemeyenler oldu tabii ama bahaneyle de konuşmuş veya yazışmış olduk.

O gece çok bölündüm. Çünkü birbiriyle alakasız farklı kişiler benim için geldi ve hiçbiriyle gereğince ilgilenemediğimi hissettim. Sanırım bir daha bu tarz bir etkinlik düzenlemem ama bahaneyle senelerdir göremediğim bazı dostlarımı gördüm ve onlarla sohbet etmeyi ne çok özlediğimi fark ettim. Artık onlarla daha sık görüşmeye çalışacağım çünkü hayat onlarla daha manalı.

Daha fazlasını oku…

Selanik – Halkidiki İzlenimleri (2024)

Selanik. Atatürk’ün memleketi. Ülkenin hatırı sayılır bir kısmının da soyunun dayandığı kent. Balkanlarda kaybedildiğine en çok üzünülen yer sanırım, ülkemizde. Bu yüzden 2013’te ilk kez gidene kadar sınıra çok yakın olduğunu sanırdım. İnsan, gitmediği yere detaylı bakmıyor işte. Oysaki harita her zaman elinin altında.

Eşim Damla hiç görmediğinden birkaç senedir gitmeyi düşünüyorduk. Darısı 2024 yaz sonunaymış. Deniz tatiliyle de birleştirip bir haftalık güzel bir plan yaptık. Uçakla gidiş, 2 gün Selanik, 4 gün Afitos (Halkidiki), 1 gece daha Selanik ve uçakla dönüş.

Selanik’e Ulaşım ve Konaklama

Selanik’e genelde araçla gidiliyor ülkemizden. Halbuki hiç yakın değil, sınırdan 3-3.5 saat uzaklıkta ki sınırdaki kuyruk da cabası. 2024 yaz için 7 saate varan kuyruklar duydum. Biz uçağı tercih ettik. Lakin talep az olduğundan THY’nin İstanbul Havalimanı’ndan günde tek seferi var, başka havayollarına bakmadık açıkçası. O sefer de sabahın köründe. 7 buçuk gibi İstanbul’dan kalıyor, 9 buçuk gibi de Selanik’ten. Uçuş numarası anlamlı ama: İstanbul-Selanik uçuşunun kodu TK 1881, dönüşü de TK 1882.

Yunanistan demek, biraz da frappe demek

30 Ağustos 2024 Cuma sabahı Selanik’e indik. Havaalanından merkeze otobüsle ulaşım mevcut. Otobüs içinde kişi başı 1 €’ya bilet alabiliyorsunuz ve 30-40 dakikaya merkezde iniyorsunuz. Dönerken de taksiyi tercih ettik. Onun fiyatı havaalanı olduğundan sabit, 25 € ve 20-25 dakika sürüyor merkezden.

Konaklama için ilk gelişimde de kaldığım, Hotel Olympia’yı tercih ettik. Otelin en büyük avantajı, konumu. Tam merkezdeki tarihî agoranın yanında yer alıyor. Ama bu sefer odayı çok beğenmedim açıkçası. Gidiş ve dönüşte iki farklı odada kaldık ve ikisinin de tuvaletinde ciddi sorunlar vardı. Hele ikinci odanın tuvaleti inanılmaz küçüktü. Kahvaltısı gayet iyiydi ama sanırım Selanik’e tekrar gidersek tercih etmeyiz.

Daha fazlasını oku…

Yaş 40

27/10/2024 1 yorum

Ülkemizde “Ömrün yarısının 35 yaş olduğu” fikri Cahit Sıtkı Tarancı’nın Yaş 35 şiirine atfedilir. Halbuki Tarancı, o ünlü şiirin ikinci mısrasında referansını verir: Dante, ebedi eseri İlahi Komedya’ya “Hayat yolumuzun yarısında…”* kelimeleriyle başlar ki o da bu hesabı İncil’e dayanarak yapmıştır.

Günümüzde çoğu insan; kendisinin “biricik” olduğunu, bundan dolayı her şeyi yapmayı hak ettiğini ve kendi düşüncesinin de özgün ve sonuna kadar doğru olduğunu düşünüyor. Bence her insan, yaşamının bir evresinde böyle düşünmüştür. Tıpkı her şeyin sizin çevrenizde döndüğünü sandığınız bu dönem gibi, her duyduğunuz/okuduğunuz/izlediğiniz fikri orijinal sanarsınız. Mesela filmlere tutkun olduğumu keşfettiğim lise dönemimde izlediğim her kalburüstü yapımı başyapıt sanardım. Halbuki 1980 öncesi yapımları daha çok izledikçe düşüncelerim değişmeye başlamıştı.

Olgunlaşmanın belli bir yaşı yok ve de her konuda aynı anda olgunlaşmıyorsunuz. Ama -en azından benim- bunu anlamam için bir dereceye kadar olgunlaşmam gerekmişti. Çünkü kendi olgunlaşma süreciniz, diğer insanların da son derece farklı süreçlerden geçerek olgunlaşabileceklerini size gösteriyor. Dünyadaki yerinizi görmeye başlamanız tam da burada başlıyor.

Benim bu dünyadaki ilk 30 yılım, kendimi ve dünyayı anlamaya çalışmakla geçti. Doğal olarak kişinin fiziksel özellikleri ve karakteri ile karşılaştığı kişiler ve olaylar, kendisini anlamlandırabilme sürecini oldukça etkiliyor. Örneğin benim fiziksel engelli olmam, olgunlaşmamı oldukça etkilemiştir. Ama bu etki bazı açılardan negatif olmuşsa da bazı açılardan pozitif olmuştur. Misal vermek gerekirse, ben ilk kez 28 yaşımda kız arkadaş edinebildim. Yaşıtlarım 14-16 yaşlarında bu deneyimi kazanabiliyorken benim bu açıdan olgunlaşmam neredeyse 30’umu buldu.

Daha fazlasını oku…
Kategoriler:fikir, hayat

Hangi Nirengi Noktası?

Gittikçe daha da garipleşen bir dönemde yaşıyoruz. Dertleniyoruz, söyleniyoruz, üzülüyoruz ama sonraki yıl onu da aratıyor. Çoğunluk, bir nirengi noktası bulma telaşında. Öyle bir nirengi olsun ki dünya onun üzerine anlaşsın ve artık büyük bir sürpriz olmasın. Bir göktaşı ya da deprem riskini tamamen bertaraf edemeyiz ama savaşlar olmasın, çocuklar -en azından açlıktan ve yetersiz sağlık hizmetinden- ölmesin, terör eylemleri olmasın, sınırlar kalksın ve bunun gibi sayısız iyi niyetli istek. Bunun bir adım ötesi, ünlü şarkıda dendiği gibi “Hayat bayram olsa!”

Sorun zaten bu nirengi noktasında. Çünkü herkesin kafasındaki nirengi farklı ve daha da kötüsü, neredeyse her insan kendi nirengisinin en iyisi olduğunu düşünüyor. Aslında içten içe bildiğiniz ama söylemeye, kendinize bile itiraf etmeye çekindiğinizi yazayım: Aklı başında (bu ifade de sorunlu ya çaktırmayın 😉) hiçbir insanın istemediği o savaşların, terör eylemlerinin, kavgaların, çocuk ölümlerinin esas sebebi; sıradan insanın güç isteği ve bu durumu herkese kabul ettirebilme hırsı. Bu yüzden de çoğunluk, kendi nirengi noktasını diğerlerine dayatma peşinde. Bu sıradan insan, ben dahil hepimizi kapsıyor, istisnasız.

Haritalamada referans olarak kullanılan konuma verilen isim olan nirengi noktasının Demirciköy, İstanbul’daki örneği (Kaynak: https://ecodiurnal.com/)

Kendinizi temize çıkarmaya hiç çalışmayın, belki de bu doğamızda var. Ayn Rand gibi insanın mutlak bencil olduğunu ve gerçek iyiliği hiçbir zaman yapamayacağını da savunmuyorum. Tersine, Rand gibi insanların savunduğu bencilliğin, daha da büyük bencillikler doğurduğunu ve dünyanın bu sayede bugünkü kaotikliğe geldiğini düşünüyorum. Lakin ben özgeciliğin (insanın koşulsuz iyilik yapabileceğini savunan görüş, alturizm) de bir idea (uygulamaya geçme ihtimali olmayan fikir) olduğu düşüncesindeyim.

Daha fazlasını oku…

Portekiz II: Porto İzlenimleri

01/08/2024 1 yorum

Önceki yazı

1 Mayıs 2024 Çarşamba sabahı, tüm dünyada olduğu gibi Portekiz’de de emekçilerin bayramı kutlanırken biz Lizbon’daki otelimizden ayrılıp şehrin merkez garı olan Santa Apolonia’ya gittik. Tagus nehrinin kıyısında yer alan gar, şehrin kalbi olan Ticaret Meydanı’ndan sadece bir metro durağı uzaklıkta. Bir Avrupa başkentinin garı olarak gayet küçük, sadece 7-8 platforma sahip. Kapısından girdikten sonra platformumuzu bulmamız birkaç dakika ancak sürdü.

Santa Apolonia Garı
Babam dışarıyı izliyor

Ben biletlerimizi seyahatten önce, Portekiz Demiryolları’nın internet sitesinden almıştım. Trenle seyahat planınız varsa en az bir hafta önce almanızı öneririm çünkü bindiğimiz tren doluydu. Porto’ya hızlı tren mevcut ama süre olarak normal şehirler arası trenden farkı neredeyse yok ve fiyatı da biraz daha pahalı. Ayrıca zaman olarak da bize daha uygun olduğundan normal trene bilet aldık. Tren gayet temiz ve konforluydu, yemek vagonu da vardı ama gitmedik.

Yolculuk normalde 3.5 saat olarak gösteriyordu ama yoldaki çalışmalar yüzünden yaklaşık 1 saat eklendi. Tren yolculuklarını zaten sevdiğimden çok keyif aldım. Trenimiz bir süre Tagus nehrini takip ettikten sonra Portekiz kırsalından geçerek kuzeye yol aldı. Bu sayede Portekiz’in yemyeşil doğasını ve köylerini de tren camı ardından da olsa görme şansını yakaladık. Köyleri, Avrupa’dansa Ege köylerine daha çok benzettik. Daha dağınık, daha düzensiz ama gayet sevimli köyler ile biraz daha büyük kasabalardan geçtik. Porto’ya varmadan 10-20 dakika önce de bir süre Atlas Okyanusu kıyısını takip ettik.

Ara istasyonlarda da seramiklere rastlayabiliyorsunuz
Tren camından Atlas Okyanusu
Daha fazlasını oku…
Kategoriler:gezi yazısı, hayat, Müzik, mekan Etiketler:,

Portekiz I: Lizbon İzlenimleri

30/05/2024 1 yorum

Okyanusların fatihi Portekiz. Avrupa’nın güneybatısındaki İber Yarımadası’nın da güneybatı kıyıları boyunca uzanan küçük bir ülke aslında Portekiz. Ama sadece Atlas Okyanusu’na kıyısı olan bu ufak ülke, nasıl birkaç yüzyıl dünyanın en önemli güçlerinden biri olmayı başarmış? Beni daha da ilgilendiren, o kadar güçten sonra nasıl vasat bir Avrupa ülkesine dönüşmüş?

Seyahat edeceğim bölge hakkında araştırma yapmayı hep sevmişimdir. Ama bu iki soruya cevap bulmak birkaç saatte edinilebilecek bir bilgi değil. Belki de üzerine kitaplar okumak gerek, o zaman bile belki bir argüman sahibi olabilirsin. Bazen soruya muhatap olan bölgeyi ziyaret etmek, bazı kitabî bilgilerden çok daha fazla şey anlatabiliyor.

Ticaret Maydanı’ndan 24 Nisan Köprüsü’ne doğru bakış

Portekiz gezim boyunca da aklımın bir kenarında bu iki soru vardı. O yokuşları çıkarken, şatafatlı kiliselerin yanında virâne yapıları görürken, fado dinlerken, trende yemyeşil çayırlara bakarken… İki yazıyı kapsayacak Portekiz izlenimlerim çıkarımlar üzerinde olacak bu sebeple.

Portekiz ve 3 F

Tarihseverlerin ‘coğrafi keşifleri başlatan ülke’ olarak tanıdığı Portekiz, günümüzde daha çok 3 F’siyle tanınıyor. 20. yüzyılda uzun süre ülkeyi diktatörlükle yöneten Salazar’ın, bu 3 F ile halkını uyuşturduğu kabul ediliyor. İlk F olan futbolun kitlelere olan etkisi malûm. Günümüzde de futbolseverler için Portekiz, Ronaldo ile eşanlamlı neredeyse. Nitekim Lizbon ve Porto’da her semtte resmî bir Portekiz spor mağazası ve neredeyse her dükkânda Ronaldo temalı turistik ürünler satılıyor.

Lizbon’da böyle küçük ama sevimli detaylar da var
Daha fazlasını oku…

Atina İzlenimleri

Athena’nın şehri Atina. Hani şehrin ünlü kuruluş mitine göre, şehre zeytin ağacını hediye ederek onun koruyucu tanrısı olan Athena’nın ismini verdiği kadim şehir. İklimi gereği, hâlâ zeytin ağaçlarıyla süslü olan Atina, Helenistik Dönem’deki kadar önemli bir şehir olmasa da o dönemde yaşamış bilim insanları ve filozoflarının günümüz medeniyetine katkıları sağ olsun dünyanın en fazla ziyaret edilen kentlerinden biri.

Atina’da her adımda eskiden kalma bir eser veya bina görmek mümkün

Biz neredeyse hiç plan yapmadan ve 10 gün öncesinde biletleri alarak 19 Ocak Cuma sabahı Atina’ya uçtuk eşimle. Ama bu sefer yalnız değildik, kadim seyahat arkadaşlarımdan Filiz de bize Atina Havaalanı’nda katıldı. Böylece üç kişi olarak, sabah saatlerinde Atina sokaklarına ayak bastık. Havaalanı merkezden bayağı uzak maalesef. Yarım saatte bir olan metro, pahalılığına rağmen (9 €) merkeze ulaşmanın en rahat yolu.

Önceden sadece oteli ayarlamıştık. Monastiraki meydanı yakınında bulunan ve üzerinde bulunduğu sokakla aynı adı taşıyan 18 Micon Str, çok güzel bir butik otel. Konumu çok merkezi, kendi sokağında bile bir sürü kafe ve bar var. Oda gayet temiz ve kullanışlıydı. Biz ikinci katta bulunduğumuzdan ses sorunu olmadı ama Filiz’in odası ilk kattaydı ve gece sokaktan gürültü geldiğini söyledi. Kahvaltısı, bir butik otele göre bayağı iyiydi. Hem çeşit boldu, hem de lezizdi yediklerimiz. Fiyat olarak da gayet makuldu.

Otele varınca önce karnımızı doyurmak istedik. Otele çok yakın olan Usurum Brunch’a gittik. Tam modern, yeni nesil kahvaltıcı. Başarılı bir Egg Benedict yedim ve leziz bir kahve içtim (üstteki resim). Kızlar da çok memnun kaldı. Önerilir.

Bahsetmeyi unuttum ama bu, benim Atina’ya üçüncü gelişim. İlki 2013’teydi, annemlerle otobüsle bir Yunanistan turuna katılmıştık. O turda Atina’da sadace 2 gece kalmıştık ve pek serbest gezememiştim. Akropolis’e ve ondan daha yüksek tek tepe olan Lycabettus’a çıkmıştım. Üç yıl sonra bir konferansta sunum yapmak üzere geldim ikinciye. O zaman, iki gün erken gelip merkezi bayağı dolaşmıştım ama temmuz sıcağında tek başına Atina sıkıcı oluyor, dostlar.

Daha fazlasını oku…
Kategoriler:gezi yazısı, hayat, mekan Etiketler:, , ,