Arşiv

Posts Tagged ‘Lübnan’

Bir Ticaret Kavmi Ülkesi: Lübnan – IV

Lübnan’da geçireceğimiz son günde, fazla vakit kaybetmemek adına çok geç olmadan kalkıp kahvaltımızı ettik. Son günümüzü sadece Beyrut’a ayırmaya karar vermiştik. O yüzden arabaya binip ilk olarak, Beyrut’ta görülmesi gereken bir yer olarak okuduğumuz Pigeon Rocks’a gittik.

IMG_2629

Pigeon Rocks önünde ben

Pigeon Rocks, sahildeki iki devasa kaya aslında. Yaklaşık 20 metre yüksekliğinde, denizin aşındırması ile kenarları gitmiş ve sanki iki devasa yumurtaya benzeyen doğal bir güzellik. Açıkçası çok da görülmesi gerekli değil. Sonuçta deniz kıyısındaki iki dev kayadan bahsediyorum. Onun önünde biraz fotoğraf çekildikten sonra sahilde biraz yürüdük. Beyrut sahlini rahatlıkla İzmir Kordon’a benzetebilirsiniz. Yürümesi gayet keyifli. İnsanlar sevgililerini, eşlerini, çocuklarını, arkadaşlarını almış; temposuz ve rahat adımlarla güneşin keyfini çıkarıyorlar. Arada da tempolu şekilde koşan (spor yapan) insanlara denk geliyorsunuz. Alsancak’tan çok, Konak-Göztepe arasına benziyor. (İzmirlilere selamlar!)

IMG_2642

Beyrut’un tek halka açık plajı

IMG_2649

Sahilden manzaralar

IMG_2657

Sahil şeridinde bir manav

IMG_2698

Donwtown civarında sahil şeridi

Ardından arabayla sahilin bittiği yere kadar gittik. Burada devasa bir halka açık plaj var. Kış olduğundan bomboştu ama birkaç ay sonra cıvıl cıvıl olacağını kestirmek hiç zor değil. Arabayla yine merkeze dönerken Hard Rock Cafe’de durduk. İçeri girerken, mağazasına bir göz attık. Beyrut’a dair bir T-shirt istediğimden, gözüme hoş gelen birkaç tanesine baktım. Fazla seçeneğim olmadığından siyah-gri tonlarında, gitarlı ve Beyrut yazılı hoş bir desenliden aldım. 30 dolar olan fiyatı ucuz değildi lakin değerdi bence. Üst katta ise esas mekan vardı. Daha önce hiç Hard Rock Cafe’ye girmediğimden bana enteresan geldi. Her köşede, ünlü bir rock efsanesinin bir eşyası vardı. Artık aklınıza kim gelirse vardı. Ben Engin ile otururken denize nazır bir masaya, Filiz etrafı fotoğrafladı. Bir ara gelip hem internet şifresini, hem de Pearl Jam’e ait bir eşya olup olmadığını soracağını (kendisi çok sıkı bir Pearl Jam hayranıdır) söyleyip gitti. Ardından Filiz’in garsonun karşısında şoka uğradığını gördük ve merak ettik. Ama olay harbi, çok komikti: Filiz şifreyi sorunca kız, “Pearl Jam” demiş, cevap karşısında afallayan Filiz, bir daha sormuş. Kız yine “Pearl Jam” deyince Filiz, ikinci soruya geçememiş. Gerçekten mekanın internet şifresinin ‘Pearl Jam’ olması da oldukça manidar olmuş. 😀

IMG_2674

Hard Rock Cafe girişi

IMG_2684

Elvis, the king

IMG_2696

Beyrut’ta iki dost

Burada Engin’le birer burger yedik. Hem burger hem de yanındaki patatesler çok güzeldi. Ağzımıza kadar doyduk resmen. Beni tanıyanlar yüzümdeki mutluluğu bilirler. 🙂 Çıkışta ise arabanın camındaki ceza bizi biraz korkutsa da ücretin 10 TL olduğunu anlayınca umursamadık. Sonrasında Beyrut Ulusal Müzesi’ne gittik. İki kattan oluşan bu binada, Lübnan’da yaşamış medeniyetlerden heykeller, mozaikler ve çeşitli eşyalar görülüyor. Tabii, önceki yazılarda da belirttiğim üzere, kendilerine ait bir kültürleri olmadığından başka medeniyetlerin izlerini görüyorsunuz. Mesela, 2 ay önce Gaziantep’teki Zeugma Mozaik Müzesi’nde gördüğüm mozaiklerin oldukça benzerleri bu müzede de vardı ama Antep’tekiler daha güzeldi açıkçası. Müzmin bir müzeseveri heyecanlandıracak bir yer değil, ne yazık ki.

IMG_2705

Ulusal müze girişi

IMG_2711

Bir mozole

IMG_2736

Bir mozaik parçası

Müzenin girişindeki odada ise Survival adlı belgeseli izledik. Lübnan İç Savaşı sonrası müze binasının nasıl restore edildiğini ve eserlerin nasıl yeniden sunuşa sunulduğunu anlatıyor. Savaştan sonra duvarları delik deşik olmuş bina, yavaştan yenilenmiş. Bu sırada savaş öncesi, koruyucu kolilere atılmış ve depolarda öylesine bırakılmış eserler teker teker elden geçirilerek tekrardan sunuma hazırlanmış. Savaşın getirdiği yıkımın sadece insanlarda olmadığını göstermesi açısından faydalı bir belgeseldi.

IMG_2768

Eski bir makyaj seti

IMG_2796

Bir maske

IMG_2818

Minyatür bir Venüs heykeli

Çıkışta Beyrut’un ünlü lokantalarından Abd el Wahab’a gittik. Buradaki amacımız karın doyurmaktan ziyade, görmekti. Bu yüzden ortaya birkaç şey söyledik sadece. Etli humus, pastırma, kuş eti (hangi kuştu, hatırlamıyorum) ve salata geldi. Üzerine de bir porsiyon tatlı söyledik (Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Lübnanlılar tatlıdan anlamıyor!). Tatlı hariç yemekler fena değildi lezzet olarak ama atmosfer ve sunumu olarak çok soğuk buldum açıkçası. Gayet müşteriyi kazıklama üzerine bir mekandı sanki. Zaten mekan içinde (hele o kadar lüksken) nargile içilmesini de oldukça garipsedim. (İstanbul’da Reina’da nargile içildiğini düşünün!) Kesinlikle tavsiye etmeyeceğim bir mekan. Hesap da gayet tuzlu geldi.

IMG_2844

Abd el Wahab’ta yemek yerken

Oradan çıkınca biraz merkezde yürüyelim istedik. Downtown’da arabayı park ederek dolandık biraz. Hava kararmak üzere olduğundan sokaklar hemen hemen boştu. Aralarda ufak barikatlardan geçtik, asker de çok vardı. Meğerse biraz ilerideki meydanda pek de kendini göstermeyen bir binada Lübnan Parlamentosu varmış. Etrafında da birkaç kilise vardı. Gezmesi pek gerekli olmayan bir yer. Ama kadınsanız biraz ilerisinde dünyaca ünlü mağazaların şubeleri dikkatinizi çekebilir. 😀

Fazla oyalanmadan otele döndük. Magnet almak ve ardından yemek yemek için dışarı çıktık. Hamra’yı dolandık biraz. Bulabildiğimiz sınırlı birkaç yerdeki az sayıdaki magnetlerden beğenebildiklerimizi aldık. Bu arada biz dolanırken Engin, Türkçe konuşan bir çocuğa denk geldi. Oldukça varoş giyimli olan çocuk, içinde dua bulunan muska (cevşen) satıyordu. Engin ile konuştuğunda, Suriyeli olduğunu ama iç savaş yüzünden ailesiyle Beyrut’a kaçmak zorunda kaldığını öğrendik. Ablaları Gaziantep’te olduğundan gayet iyi bir Türkçesi vardı. Bizi en çok düşündüren sözü ise, savaş istediği kadar sürerse sürsün, evine elbet geri dönmek istemesiydi çünkü doğduğu ve yetiştiği yer orasıydı. Günümüzde çoğu yerde görerek, okuyarak veya duyarak şahit olduğumuz ‘aidiyet’ üzerine yapılan tartışmalara, bu daha bıyıkları yeni terlemiş çocuk önemli bir katkı yapıyordu bana göre.

Arkasından yemek için, bir İtalyan lokantasına girip pizza yedik. Okuyucu olarak “Beyrut’ta yiyecek bir tek pizza mı kaldı?” diye düşünebilirsiniz. Lakin, daha önce de belirttiğim üzere Lübnan’ın kendine ait bir yemek kültürü yok! Başta Türk ve Fransız olmak üzere çeşitli kültürlerin mutfaklarından oluşan karışık bir yemek alışkanlıkları var. Şunu da söyleyeyim, pizzaları gayet başarılıydı.

Otele döndükten sonra ise fazla oyalanmadan yattık çünkü uçağımız sabah altıdaydı. 3’e gelirken her zamanki gibi uyandım. Aile geleneği olarak yolculuk öncesi, saat ne olursa olsun, tam vaktinde uyanırım yada hiç uyuyamam. Otelden de çıkışımızı fazla vakit kaybetmeden üç buçuk gibi yaptık. Yine yollarda hafiften kaybolarak (tabelalar neden bu kadar yetersiz ki?!?) havaalanına vardık. Arabayı teslim et, check-in yaptır, pasaport kontrolde form doldur filan derken uçuş kapısına varmamız yine bayağı vaktimizi aldı. Ben son olarak bir şişe arak aldım duty free’den, annemlere hediye olarak. Tam uçağa binerken yapılan son asker kontrolünden sonra da koltuklarımıza oturabildik. Birkaç dakika sonra ise Filiz ile Engin uykuya dalmıştı bile. Uçak kalkınca, yeni doğan güneşin o tatlı ışığında Beyrut’a son kez yukarıdan baktım. Gözümü kapamadan önce aklımdan, “Buraya bir daha gelebilecek miyim acaba?” diye geçiyordu. Daha düşüncem bitmeden uyuyakalmışım.

Böylece Lübnan seyahatim sonlanmış oldu. Gayr-ı ihtiyari önyargılı bir yaklaşımla tedirgin olarak adımımı attığım Lübnan’ı fazlasıyla beğenerek döndüm. Geldiğimden beri, bir sürü kişi direkt “Memnun kaldın mı?” sorusunu yöneltiyorlar. Hiç kuşkum olmadan, “Hem de beklemediğim kadar!” yanıtını veriyorum. Yemek ve trafikte kaybolma gibi konuları anlayışla karşılarsanız çok keyif alabileceğiniz bir tatil rotası bence. Üstelik bahar ve yaz aylarında deniz olayı da işin içine girecek. Orta Doğu’nun duyduğum kadarıyla en çılgın gece kulüpleri de bu şehirde. Biraz keseyi açarsanız sınırsız eğlenebilirsiniz. Tabii, bizim gibi, sadece kültürel bir gezi de yapabilirsiniz ve hiç sıkılmazsınız.

Toparlarsak, her mevsim ve her türde tatil için tercih edilebilecek bir seçenek Lübnan. Bana her şey dahil (pasaport hariç, zaten vardı benim) 1000 TL bile tutmadığını yazayım. Benimle bu güzel seyahatte beraber olan canım dostlarım Engin ve Filiz’e de teşekkürler. Bir dahaki gezi yazımda buluşmak üzere.

Fotoğraflar: Filiz DÜMBEK ve Engin ŞİMŞEK

Bir Ticaret Kavmi Ülkesi: Lübnan – III

Pazartesi sabahı, biraz daha erken kalktık. Hedefimiz 2 saat uzakta denilen Baalbek. Yolumuz  belki kısa ama yolu bilmediğimizden uzun süreceğinden korkuyoruz. Engin de hava aydınlıkken gidip gelmek istiyor haliyle. Kahvaltıdan sonra direkt şehir merkezine uğruyoruz. Çünkü, ülkedeki 3. günümüz olmasına rağmen, hala detaylı bir haritamız yok. Downtown’da bir kırtasiye bulup kapsamlı bir harita ediniyoruz. Ardından hızlıca yola koyuluyoruz.

Önce Beyrut’tan çıkabilmemiz gerek tabii. Otobana bağlanmak için bayağı uğraşıyoruz. Caddeler hep birbirine benziyor ve cadde isimlerini bir türlü göremiyoruz. Sonunda birkaç yere yol sorarak otobana bağlanmayı başarıyoruz. Tabii otoban dediğim yolu, bizdekiler gibi zannetmeyin. Şehirler arası yoldan halllice. Zaten Beyrut çıkışında Lübnan Dağları’na tırmandığınız için, yol resmen Bursa-Uludağ yoluna çevriliyor. Bir de yağmur bastırınca yol iyice sevimsiz oldu. Bir an kendimi sonbaharda Sarıalan’a çıkıyor gibi hissettim. Bizdeki köy evlerinin yerini gecekondular almış. Çok ciddi bir rakım almamıza rağmen hala çevrede yığınla ev olması, Lübnan’ın bir başka yüzünü görmemizi sağladı. Sonuçta, Orta Doğu’nın sayılı kentlerinden birindeyiz ve her büyük kentin mutlaka yoksul bir kesimi de vardır.

IMG_2384

Bekaa Vadisi’ne tepeden bakış

IMG_2403

Bekaa Vadisi’ne tepeden bakış-2

Tüm bunlar olurken saate baktığımda, şehir çıkışında çok zaman kaybettiğimizi görüyorum. Üstelik yolun iptidai hali, yağmur ve tabii bilinmeyen bir istikamete doğru yol almamız, yavaş ve dikkatli olmamıza yol açıyor. Çok geçmeden Beyrut’u tamamen arkamızda bırakıyoruz. Yükselme bitince, hafiften inmeye başladık. Yol kenarlarında karlar gözükmeye başladı. Hava besbelli ki çok soğuk. Yanıma aldığım kazağı giyiyorum. Ardından hiç beklemediğimiz bir manzarayla karşılaşıyoruz. Uzaktan, yemyeşil Bekaa Vadisi gözüküyor. Manzara gerçekten çok güzel. Vadi, iki sıra dağın arasında son derece bereketli ve canlı gözüküyor. Daha da indikçe, daha güzel görünüyor. Bir benzinlikte duruyoruz, Filiz hemen çıkıp olabildiğince fotoğraf çekiyor. Bir çıkmaya niiyetleniyorum ama hava buz gibi. Sanki bir önceki gün, deniz kıyısında T-shirt ile yürümemişim gibi. Daha fazlasını oku…

Bir Ticaret Kavmi Ülkesi: Lübnan – II

17/02/2013 2 yorum

Beyrut’tan denizi takip ederek kuzeye doğru 34 km gittiğinizde Byblos sizi karşılıyor. Kasabanın yeni adı Jabil olsa da, her yerde tarihi adı olan Byblos biliniyor. Burası 10000 yıllık tarihi bir kent. Tarihi kalıntılar müze haline getirilmiş gayet geniş bir alanda bulunuyor. Bu kalıntıların çevresi ise turistik bir merkez. Çok şirin bir limanı, cafeleri, restaurantları, Arnavut kaldırımlı sokaklı çarşısı bulunuyor. Biz de arabamızı kentin girişine park ederek arşınlamaya başlıyoruz kaldırımları. Turistik dükkanları biraz geçince karşımıza müze geliyor.

Byblos-4

Byblos’un güney tarafı, kocaman bir plaj var

Byblos-1

Byblos Çarşısı

Müze, eski Byblos kentinin tamamını kapsıyor. Oldukça geniş bir kent. Rahatlıkla gördüğüm en büyük antik kent olduğunu iddia edebilirim. Her yerde çeşitli kalıntılar var. Finikeliler bu kenti, Beyrut’tan da önce ana ticaret limanı olarak kullanıyormuş. Mısır ile yoğun ilişkisi varmış. Tabii başta Anadolu olmak üzere diğer Akdeniz limanları da bu trafikte vardır. Dolayısıyla geleni gideni bol, zengin ve kültür düzeyi yüksek bir antik kent. İlk alfabelerden olduğu söylenen Finike Alfabesi de buradan çıkma. Hal böyle olunca kent de büyümüş, her ne kadar şu an sadece ana kale ayaktaysa da, diğer kalıntıları görmek mümkün. Tabii kent, yüzyıllar boyunca kullanılmış. Hatta kaleyi en son Osmanlı, garnizon olarak kullanmış. Şu anda bile arkeolojik alan çevresinde yoğun biçimde yerleşim mevcut. Daha fazlasını oku…

Bir Ticaret Kavmi Ülkesi: Lübnan – I

13/02/2013 1 yorum

Yılbaşı gecesi Filiz ile Engin, Beyrut’a gideceklerini söylediklerinde çok düşünmedim üzerinde. Hemen yıllık iznimi ayarlayıp biletimi aldım. Beyrut ve dolayısıyla Lübnan, pek tercih edilmeyen bir tatil rotası. Sebepleri çeşitli tabii ama 20 yıl önce iç savaşı bitirebilmesi ve çevresinde hala savaş(lar) olması ana etken. Kuzey ve doğu komşusu Suriye’de 2 yıldır savaş var! Zaten güney komşusu Filistin’de 60 yıldır çatışma devam ediyor. Hal böyleyken insan korkuyor. Biraz haklı biraz da haksız bence. Çünkü orası da dünyanın bir köşesi ve görülmeyi bekliyor. Üstelik harika bir iklimde, verimli ve tarihi topraklar üzerinde. ‘Doğunun Paris’i demeleri, inanın, boşuna değil. Yazı(lar) boyunca detaylara da girerek size Lübnan’ı, kültürüyle, tarihiyle, insanlarıyla açıklamaya çalışacağım.

9 Şubat Cumartesi akşamı uçağımıza binerken, ne kadar istekli de olsak açıkçası biz de pek ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Aldığımız duyumların kimi iyi kimisi de kötüydü. Mesela otelimizi ayarlamıştık lakin çok büyük şüphelerim vardı. 10’u biraz geçe uçağın tekerlekleri yere değince bir alkış koptu. Evet, biz artık Orta Doğu’dayız. İnsanların, hala pilotu kutladıkları bir kültür burası. Bunu negatif anlamda belirtmiyorum, insanların sıcakkanlılıklarının bir göstergesi bu. Bunun diğer emarelerini de gezi boyunca gördük zaten.

Daha havadayken, hostesimiz bize birer form verdi. Meğerse her yabancı ülke vatandaşı, ülkeye girerken bu formu doldurması gerekiyormuş. Pasaport bilgilerini ve kalacağınız yeri sorgulayan bir form. Havada doldurunca, pasaport kontrolünde beklemedik ve hemen ülkeye giriş yaptık. Bu arada Lübnan, Türkiye’den vize istemiyor ve saat dilimi de aynı. Çıkarken hemen arabamızı kiraladık. Bej bir Kia Picanto. Yarı otomatik, benzinli bir şehir arabası ama sağ olsun şehirler arasında da bize sorun çıkarmadı. 4 günlük kiralamayı 180 dolar vererek hallettik. Bu arada, 2-4 kişiseyniz araba kiralamak gayet mantıklı. Çünkü hem gidilecek yer bol, hem de taksilerle uğraşmak yorucu ve pahalı olabilir. Duyduğumuza göre, tamamen pazarlık usülü işliyormuş ve kazıklama tarifesi hep iş başındaymış.

Kia Picanto

Arabamız (Şoför mahallinde Engin, yanında ben)

Daha fazlasını oku…