Arşiv

Posts Tagged ‘İskandinavya’

İskandinavya Macerası – IV: Oslo

02/03/2016 1 yorum

(Önceki yazı için tıklayın)

4 Eylül 2015 Cuma gecesi saat yarımı geçerken Oslo Merkez Garı’ndan şehre adımımızı attık. Tatilimizin son durağına tam iki gün bırakmıştık. Norveç’in başkenti olmasının yanında, en büyük şehri de olan Oslo; ilk başta gayet dağınık planlaması, ilginç tasarımlara sahip binaları ve denizle yeşilin uyumlu birlikteliği ile dikkat çekiyor. Aslında tipik bir Avrupa kenti de denilebilir. Sadece İskandinavya’da yer almasından ötürü soğukluğun getirdiği bir düzene ve zamanının öncüsü mimari düzeniyle fark yaratıyor. Mesela birkaç ay önce okuduğum bir habere göre, 2018’den itibaren şehir içinde sadece elektrikli araçlar kullanabilecekmiş. Zaten İskandinav ülkeleri, elektrikli araç kullanımı konusunda dünyada ilk sıralarda yer alıyorlar. Geçen yıl Maastricht’te katıldığım Euronoise’2015 kongresinde, İsveç şehirlerinde elektrik araç kullanımının %40’lara dayandığından ve bunun hakkında yeni uygulamalar çıkarılması gerekliğinden bahsedilmişti. Nitekim çok dağlık yapısına rağmen Bergen’de de fark edilir derecede çok eletrikli araç vardı. Oslo’da da bu durum direkt fark ediliyor.

20150905_160435Oslo’da parçalı bulutlu hava

Oldukça geniş gardan çıktığımızda karşımızda boylu boyunca, şehrin merkez caddesi olan Karl Johans Gate (‘gate’ tabii ki cadde demek) uzanıyordu. Çoğu trafiğe kapalı olan bu caddenin bir ucunda gar, diğer ucunda ise Norveç Kralı’nın sarayı bulunuyor. Otelimiz diğer uca daha yakın olduğundan caddeyi tamamen yürüdük. Günün tüm yorgunluğu her yerimizde hissedilirken çevreye dikkatli bakamadık. Lakin cuma gecesi olması sebebiyle gayet canlı bir ortam vardı. Barlardan yükselen müzik sesleri, kadınlı-erkekli grupların seslli konuşmaları, alkölün etkisiyle giderek artan kahkahalar, yolcu avındaki taksiler, devriye gezen polisler…

Gayet merkezi bir yere konumlanmış otelimizi, Smarthotel Oslo, bulmakta hiç sıkıntı yaşamadık. Hızlıca check-in yaptıktan sonra, 8. kattaki odamıza çıktık. Odamıza girdiğimizde otele neden ‘akıllı’ dendiğini de anlamış olduk. Çünkü hayatımda iki kişilik bir otel odasının hiç bu kadar küçük olabileceğini ama bu kadar da zeki biçimde tasarlanabileceğini düşünmemiştim. İç mimar, gerçekten yer kazanma-kullanım alanı dengesi konusunda ulaşılması güç bir başarıya imza atmış. Odada iki kişinin yan yana ayakta durması bile gayet güçtü. Hele duvardan çıkan mini masayı açınca iyice imkânsızlaşıyordu. Yatağın sadece bir kenarı boştu, neyse ki iki gün de çok yorgun olduğumuzdan çok sıkıntı çekmedik. Lakin oda başı gecelik fiyatının 1295 NOK olması ve merkezi konumu yine de oteli mantıklı bir seçim yapıyor. Önceki üç yazıda da belirttiğim üzere İskandinavya el yakıyor, hem de cayır cayır.

20150905_154806Oslo sokaklarından bir tasarım

Ertesi sabaha yağmur ve soğukla başladık. Maalesef yapacak pek bir şey yoktu, zaman kaybetmeden gezmemiz gerekiyordu. Önce kahvaltı yapmak için bir yer bulduk yakınlarda. Bizdeki Komşufırın kıvamında olan Stockflash’a girdik. Kahveyle beraber bir sandviç ve turtayla karnımı doyurdum (123 NOK). Ardından şehrin ünlü müzelerinden Munch Museum’a gitmeye karar verdik. Yağmur ve şehrin dağınık yapısı bizi gayet zorladı. Sağanak altında 30 dakika yürüdükten sonra müze önünde gayet uzun bir kuyrukla karşılaşmak, moralimizi bozdu. Neyse ki yağmur biraz olsun hafiflemişti ve müzedeki serginin konusu ilgi çekiciydi.

Yaklaşık 1.5 saatlik bekleyişin (bunun çoğu soğuk altındaydı) ardından içeri girebildik. Bu kadar ilginin sebebi Van Gogh-Munch karşılaştırmalı sergisinin sondan ikinci günü olmasıydı. İkisi de ülkelerinin nadir yetiştirdiği sanatçılardan sayılan bu iki dehanın resimlerini yan yana görebilmek gerçekten çok farklı ve eğitici bir deneyimdi. Sergi, ressamların benzer ve birbirini (tabii daha çok Van Gogh’un Munch’u) etkilediği düşünülen temalar üzerinden oluşturulmuştu. Yaklaşık 1.5 saat içinde tamamladığımız sergide Munch’un Çığlık tablosu gibi ünlü eserleri de görme şansı bulduk. Daha fazlasını oku…

İskandinavya Macerası – II: Bergen

03/11/2015 2 yorum

Bir önceki yazı için tıkla: Kopenhag

20150903_121422Kuş bakışı Bergen

20150903_120735Kuş bakışı Bergen – 2

2 Eylül Çarşamba sabahı Kopenhag’tan Bergen’e uçarak Norveç’e geçmiş olduk. Norwegian Airways şimdiye kadar uçtuğum en düzenli ve yeni çağa uyumlu havayolu olabilir. Havaalanında güvenlik kontrolü hariç kimseyle muhatap olmadan uçağa binip iniyorsunuz. Böylece ne kuyruk oluyor, ne de karmaşa. Türkiye’deki uygulanabilirliği şüpheli de olsa, 21. yüzyılın kolaylıkları gündelik hayata yavaştan uyum sağlamış oluyor.

Bergen’e indiğimizde yağan yağmur hafiften moralleri azaltsa da hızlıca bu kompakt ve sevimli havaalanından çıkıp otobüse biniyoruz. Kredi kartıyla şoföre ödemeyi yaptıktan sonra otobüsteki kablosuz internetin keyfini çıkarmaya başlıyoruz. Yaklaşık 30-40 dakikalık bir yolculuk sonrası kuzeyin huzurlu şehrine varıyoruz.

Norveç’teki yaşam bizden biraz farklı, fiziksel ve ekonomik koşulları sağolsun. Bilindiği gibi her tarafı froydlarla (fyord mevzusuna bir sonraki yazıda detaylı gireceğim) kaplı olan Norveç bu yüzden bir sürü körfeze, koya, dağlık araziye, adaya ve göle sahip. Buna rağmen nüfus, belli yerlerde kümelenmemiş, tam tersine nereye baksanız ev var. Dağ, tepe, orman, ada, göl; her yerde mutlaka ev var. Bana açıkçası çok garip geldi. İnsan bu soğuk ülkede, belki 2-3 kilometre yakınında insan yokken ne diye yaşar? Valla oluyormuş. Bu yüzden belli bir kasaba yerine, bölgeler var burada. Bergen’de, mesela bariz bir kasaba merkezi olsa da aslında burası koca bir bölgenin merkezi. Bu sebeple tepeden baktığınızda, ev olmayan alan yok. Tabii bunlar dip dibe değil. Az olan kasaba merkezleri hariç, evler arasında ciddi mesafeler var ve her yer yemyeşil! Kendinizi cennette sanabilirsiniz.

20150903_121847Almışız arkamıza Bergen’i

20150902_163837Bu sefer de aşağıdan tepeye bakıyoruz 🙂

Tabii bu huzurun bir sebebi de ülkenin akıl almaz zenginliği! Kutup Buz Denizi’nde çıkan petrol ve bunun sosyalist bir politikayla dağıtımı sağ olsun, ülke ferahtan dolup taşıyor. Dünyanın en pahalı ülkelerinden biri burası. Geldikten sonra araştıracak kadar merak ettim bu ekonomiyi, sayesinde Big Mac Endeksi’ni (her ülkedeki Big Mac fiyatına göre yapılan sıralama) öğrendim 🙂 Gelmeden önce farkındaydık zaten de, bizzat görmek farklı oluyor. Herkesin pek bir cool takıldığı bir yer burası, artık iklimden midir bilemeyeceğim 🙂 Daha fazlasını oku…

İskandinavya Macerası – I: Kopenhag

18/10/2015 1 yorum

Yurt dışına çıkmak maddiyatla bire bir bağlantılı olduğundan, çoğu insan bu eylemi fuzuli ve hava atma aracı olarak algılıyor. Böyle olarak kullanan bir kesim hâlâ mevcut da olsa 21. yüzyılda yurt dışına çıkmak çok daha farklı anlamlar ihtiva ediyor. Yeni kültürler tanıma, farklı yetişmiş insanlarla tanışma, rutinin dışına çıkma, yeni coğrafyalar görme bu anlamların sadece birkaçı.

2005’ten beri devam eden yurt dışı seyahatlerimde Sibirya ve Sicilya gibi alışılmışın dışında rotalar seçmem, insanları daha da meraklandırıyor. Belli ki amacım farklı, sadece yurt dışına çıkıp egomu tatmin etmeye çalışmıyorum. Benim için her yurt dışı seyahati; ruhumu dinlendirdiğim bir terapi, yeni deneyimler edindiğim bir macera ve kendimi geliştirdiğim bir süreç. Ne yazık ki beyaz yakalı bir çalışan olarak günlük çalışma düzeninde bir rutine saplanıp gidiyoruz, nefes almaya bile vakit bulamıyoruz. Bu yüzden amacım rutinin olabildiğince dışına çıkıp farklı eylemlerde bulunmak, daha önce tatmadığım küçük şeyleri keşfetmek.

20150830_171700Nyhavn’dayız

Bu yıl da kadim dostum Onur’la beraber rotayı İskandinavya’ya çevirdik. Öncelikli amacımız fyordları görmekti. Kopenhag-Bergen-Flåm-Oslo’dan rotanın son hâli de bunun etrafında şekillendi. 8 günlük bu program oldukça dolu geçtiğinden yazıyı kentlere böleceğim. Yine de umarım; oldukça uzun olacak yazıları keyifle okursunuz, benim aldığım keyfi, biraz olsun siz de duyumsaysınız ve de kendi seyahatinizi planlarsınız.

30 Ağustos 2015 Pazar sabahı Kopenhag uçağına binerek başladı maceramız. Lokal saatle 2 civarı indik havaalanına. Stockholm’daki gibi tahta zeminli, şirin bir havaalanı karşıladı bizi. Hiç sorun çıkmadan pasaport kontrolünden geçip trenlere yöneldik. Hayatımda yaptığım en kısa havaalanı-şehir merkezi yolculuğundan (12 dakika) sonra merkez gara vararak şehrin kalbine adım atmış olduk. Otele nasıl varacağımıza daha önce baktığımız için 10 dakikalık sorunsuz bir yürüyüşle otele vardık, tabii Kopenhag hakkında ilk gözlemlerimizi de yaparak. Mesela garın çaprazında bedava harita bulup istediğinizi sorabileceğiniz ‘Tourist Information’ var. Emin olun, içeri girmeseniz bile nerede olduğunu bilmeniz sizi rahatlatıyor ki ben genelde harita alıp çıkarım.

20150830_174451Küçük Deniz Kızı Heykeli’ne giderken karşımıza çıkan fıskıyeli bir heykel

20150830_175801Küçük Deniz Kızı Heykeli

Villa Armonia Guest House aslında ne bir hotel, ne de bir hostel. Oldukça merkezi bir lokasyona konumlanmış Villa Armonia, her katında dört oda bulunan bir apartman. Her kattaki odalar ortak olarak banyoyu, tuvaleti ve mutfak holünü kullanıyor. Yani otelden çok, pansiyona yakın ama gayet memnun kaldık. Sahibiyle check-in hariç hiç muhatap olmak zorunda kalmadık ki gayet güler yüzlü ve yardımseverdi. Ipad’i ve ona bağlı küçük bir POS aletiyle ödememizi (3 gecelik oda fiyatı 2100 DKK)* alıp tüm gerekli anahtarları (oda, kat ve dış kapı) teslim ettikten sonra yanımızdan ayrıldı. Biz de odaya yerleştikten hemen sonra kendimizi dışarıya attık. Daha fazlasını oku…