Başlangıç > gezi yazısı, mekan > İskandinavya Macerası – II: Bergen

İskandinavya Macerası – II: Bergen

Bir önceki yazı için tıkla: Kopenhag

20150903_121422Kuş bakışı Bergen

20150903_120735Kuş bakışı Bergen – 2

2 Eylül Çarşamba sabahı Kopenhag’tan Bergen’e uçarak Norveç’e geçmiş olduk. Norwegian Airways şimdiye kadar uçtuğum en düzenli ve yeni çağa uyumlu havayolu olabilir. Havaalanında güvenlik kontrolü hariç kimseyle muhatap olmadan uçağa binip iniyorsunuz. Böylece ne kuyruk oluyor, ne de karmaşa. Türkiye’deki uygulanabilirliği şüpheli de olsa, 21. yüzyılın kolaylıkları gündelik hayata yavaştan uyum sağlamış oluyor.

Bergen’e indiğimizde yağan yağmur hafiften moralleri azaltsa da hızlıca bu kompakt ve sevimli havaalanından çıkıp otobüse biniyoruz. Kredi kartıyla şoföre ödemeyi yaptıktan sonra otobüsteki kablosuz internetin keyfini çıkarmaya başlıyoruz. Yaklaşık 30-40 dakikalık bir yolculuk sonrası kuzeyin huzurlu şehrine varıyoruz.

Norveç’teki yaşam bizden biraz farklı, fiziksel ve ekonomik koşulları sağolsun. Bilindiği gibi her tarafı froydlarla (fyord mevzusuna bir sonraki yazıda detaylı gireceğim) kaplı olan Norveç bu yüzden bir sürü körfeze, koya, dağlık araziye, adaya ve göle sahip. Buna rağmen nüfus, belli yerlerde kümelenmemiş, tam tersine nereye baksanız ev var. Dağ, tepe, orman, ada, göl; her yerde mutlaka ev var. Bana açıkçası çok garip geldi. İnsan bu soğuk ülkede, belki 2-3 kilometre yakınında insan yokken ne diye yaşar? Valla oluyormuş. Bu yüzden belli bir kasaba yerine, bölgeler var burada. Bergen’de, mesela bariz bir kasaba merkezi olsa da aslında burası koca bir bölgenin merkezi. Bu sebeple tepeden baktığınızda, ev olmayan alan yok. Tabii bunlar dip dibe değil. Az olan kasaba merkezleri hariç, evler arasında ciddi mesafeler var ve her yer yemyeşil! Kendinizi cennette sanabilirsiniz.

20150903_121847Almışız arkamıza Bergen’i

20150902_163837Bu sefer de aşağıdan tepeye bakıyoruz 🙂

Tabii bu huzurun bir sebebi de ülkenin akıl almaz zenginliği! Kutup Buz Denizi’nde çıkan petrol ve bunun sosyalist bir politikayla dağıtımı sağ olsun, ülke ferahtan dolup taşıyor. Dünyanın en pahalı ülkelerinden biri burası. Geldikten sonra araştıracak kadar merak ettim bu ekonomiyi, sayesinde Big Mac Endeksi’ni (her ülkedeki Big Mac fiyatına göre yapılan sıralama) öğrendim 🙂 Gelmeden önce farkındaydık zaten de, bizzat görmek farklı oluyor. Herkesin pek bir cool takıldığı bir yer burası, artık iklimden midir bilemeyeceğim 🙂

Otobüsten son durakta inip 5 dakika yürüdükten sonra otelimiz, Thon Hotels Brygge’ye varıyoruz. Burası, 2 ay öncesinde baktığımızda en ucuz ikinci oteldi 🙂 Gecelik oda fiyatı 1295 NOK (482 TL), neyse ki bu fiyata kahvaltı da dâhil. Otelimiz, fiyatını olağan farz edersek, gayet güzeldi. Açık büfe kahvaltısı oldukça başarılıydı, neredeyse yok yoktu. Soğuk balık çeşitlerinden normal kahvaltılıklara ve enteresan meyvelere… İki sabah da üç tabak yiyecek kadar abandım, sonuçta büfede her şeyi denemek lazımdı. Beni bilenlerin de emin olduğu üzere, tabağa konan her şeyi mutlaka bitiririm. 🙂

20150902_112809Bastant’taki kahvaltı

20150902_130453Bryggen’e karşıdan bakış

Tabii o sabah daha kahvaltı yapmadığımızdan ve otelde hakkımız da olmadığından çantaları bırakıp sokağa çıktık tekrar. Otelimizden biraz tırmanma mesafesinde (yokuşlar oldukça dik) küçük bir cafeye gittik. Adı Bastant, içerisi biraz küçük ama çok sevimli. Çorbasının güzel olduğunu okuduğumuzdan çorbalı bir menü aldık. Gelen tabakta büyük bir kasede baharatlı domates çorbası ve fırında hafiften kızartılmış yarım sandviç vardı. İkisi de gayet başarılıydı. Norveç’in soğuğunda bu çorba, insanı kendisine getirir valla. (169 NOK)

Ardından Bergen’i gezmeye başladık. İlk durağımız UNESCO’nun ünlü koruma listesinde olan Bryggen bölgesiydi. 200 yıllık dip dibe inşa edilmiş ahşap yapılardan oluşan bir alandan bahsediyoruz. Pek ilgimi çektiğini söyleyemem, sadece görüntüsü klas duruyor.

20150902_133621Bergen’in ucundan dışarı doğru

20150902_133548Seattle’dan gelen totem

Bu kısa turun ardından tam merkeze geldik. Zaten Bergen’in gezilecek yerleri çok dar bir alanda. Bir yerden bir yere yürümeniz 15 dakika almaz, bilerek kaybolmadığınız sürece. Merkezde önce Tourist Information’a uğradık, fyord gezisi biletlerini almak için. Gayet modern bir düzen oturtturmuşlar. Para dönüştürmeden her türlü bilet almaya sayısız işlemi yapabiliyorsunuz ve çalışanlar her konuda yardımcı oluyorlar. Biz cuma için bilet istediğimizde, ilk önce trende (Mrydal-Oslo treni) yer kalmadığını öğrendik ki gayet sinir bozucuydu çünkü kafamızdaki plan birden değişmek zorunda kalacaktık. Neyse ki 2 saat sonraki trene yer varmış, Oslo’ya biraz daha geç varmak zorunda olsak da fyord gezisi ve iki tren biletimizi aldık (1865 NOK). Bu uzun yolculuğu sonraki yazımda detaylı okuyacaksınız. Ama şunu tavsiye edebilirim, yolculuk tarihleriniz kesinse bilet almak için hiç Bergen’i beklemeyin, online satın alın. Planlarınızı değiştirmek zorunda kalabilirsiniz ki biz ucundan döndük.

Bu önemli işlem bitince Bergen’de ne yapabileceğimizi sorduk. Gerekli talimatları edinince, zamanımızın bolluğunu kullanarak kenimize uzun bir rota çizdik. Şehrin ucunda bulunan bir parka vardık. Hava sevimsiz olsa da gezmek için idealdi. Tam burunda ta Seattle’dan gelen bir totemle karşılaştık. Etrafı bolca gözlemleyip fotoğraflayarak yavaşça yürüyüşümüzü sürdürdük. Bergen’in ilginç ve güzel taraflarından biri, evleri birbirlerinden ne kadar farklı olsa da kendilerine has bir tarza da sahip olmaları. Böylece sokaklarını yavaşça arşınlarken her adımda farklı bir mimari güzellik gözünüze çarpıyor ve bu görüntü bir süre sonra sıkmıyor da. Bu yüzden Bergen’e yolunuz düştüğünde biraz sokaklarında kaybolmanızı hararetle öneririm. Yabancı bir şehirde kasten kaybolmak, kafa dağıtmak için birebirdir ve çok keyiflidir.

20150902_140725Cafe keyfi

20150902_135146Bergen sokakları – 1

Böyle sokaklarda amaçsızca gezerken yolumuz şehrin kültürel merkezi olan Ulf’un cafesine düştü. Yağmur yeni dinse de serinliği ve masaların ıslaklığı hâlâ durduğundan içeri girdik. Birer leziz bisküvi ile latte alarak keyif çattık biraz. Yağmur sonrasının güzelim güneşi, kemikleri ısıtırken keyif de veriyordu.

Bu ufak moladan sonra sokakları arşınlamaya devam ettik. Bergen sokaklarının dikliğine biraz değinmiştim. Kışın yoğun karla beraber yürümenin zorluğunu çoktan keşfetmiş olmalılar ki bazı yokuşlu sokakların ortalarına ufak basamaklardan oluşan uzun merdivenler yapmışlar. İşte ülkemizde rastlayamadığımız güzel bir şehir planlamacılığı örneği.

20150902_194520Bergen sokakları – 2

20150902_151026Bergen sokakları – 3

Yine yürürken karşımıza üniversite çıktı, daha doğrusu bizi kendisine çekti. Çünkü yürürken güzel bir caz standardı duymaya başladık. Müziği takip ettiğimizde üniversitenin bahçesinde çalan küçük bir dörtlüye rastgeldik. Bahçede biraz oturarak hem dinlendik, hem de küçük bir caz konseri dinlemiş olduk. Oradan ayrıldıktan biraz sonra sakin bir parka giriş yaptık. İçinde akan derede, ördekler huzur içinde yüzüyorlardı. İnanın, şimdi evimde bunları kaleme alırken o anlar çok fantastik geliyor, hele Türkiye’de yaşadığımızı düşününce. Ama dünyanın hiç olmazsa bir köşesinde böyle huzurlu bir yerin olduğunu bilmek de insanın içini ferahlatıyor.

20150902_152243Biraz da caz…

20150903_112938Bergen sokakları – 4

Bir parktan çıkıp şehrin tam ortasında yer alan diğer parka gittik. Burasının ortasında kocaman bir gölet var ve insanlar çevresinde gelişigüzel oturup sosyalleşiyor. Parkların sadece amaçsız açık alanlar olmadığının güzel kanıtları bunlar, tabii fark edilebilirse. Bu güzelim parkta çimlerin üzerine uzandık bir güzel, hayatta başka bir dert yokmuşçasına ve uyumuşum, uzaklardaki hayatımı birkaç saatliğine unutarak. Uyandığımda öğlene kadar yağan yağmurun ıslaklığı popoma geçmişti 🙂 Pek üzerinde durmadan merkezde dolanmaya devam ettik. Saat 7’ye gelirken çok uçuk fiyatları olmadığını düşündüğümüz Pingvien’e oturduk. Ben yaban mesinli (mosmor) sosis söyledim, Onur da kuzu pastırma. Lâkin yemekleri paylaştık her zamanki gibi. Açıkçası mor sosisin pek olayı yoktu ama herhalde bir daha bu renkte sosis yiyemem. Pastırma da eh yaniydi 🙂 Birer yerel bira eşliğinde akşam yemeğimizi hâllettik böylece. (kişi başı 209 NOK)

20150902_183318Mosmor sosis

20150902_183309Kuzu pastırma

Çıkınca biraz daha yürüyelim dedik. Derken ufak bir yeşil alanda ufak toplarla bir tür oyun oynayanlara denk geldik. Daha önce görmediğimizden merak edip izlemeye başladık, “Ne yapıyorlar bunlar?” diye. İlgilendiğimizi gören bir kadın gelip bizi oyuna davet etti, hatta Bergen’de yaşıyorsak kulübe katılabileceğimizi söyledi. Nazikçe ret ederken oyunun bir spor, adının da ‘petank’ olduğunu öğrendik. Sonradan araştırdık ki bu Fransız orijinli spor bayağı oynanıyormuş, hatta Türk Milli Takımı gayet iyi dereceler alıyormuş. Bırakın futbolu, çözüm patenk gençler 🙂

20150902_191533Bergen sokakları – 5

20150902_164822Ana meydan

Geceye hafiften erişirken Henrik adında şık bir bara oturduk. Tezgahın karşısına kocama bir kara tahta asmışlar; üzerinde bardaki tüm biraların adları, türleri, menşeleri, alkol oranları ve fiyatları sıralı bir şekilde yazıyor. Böylece tahtadan seçtiğiniz birayı, sadece numarasını söyleyerek isteyebiliyorsunuz. O gece birbirinden farklı üçer bira aldık, gayet de güzel vakit geçirdik. Bu arada içtiklerimden bir meyveliydi ve gayet hoştu.

Çıkışta yine karnımız kazınıyordu. Henrik’in tam altında Deli de Luca vardı. Burası, Norveç’te adım başı bulabileceğiniz bir şarküteri/cafe/market. Büyük birer sandviç ısıttırıp paket yaptırdık ve sahildeki bir banka kurularak bir güzel karnımızı doyurduk.

20150902_200210Henrik’te meyveli bira

20150903_122000Fløyen’deki harita

Perşembe gününe Bergen’de herkesin yapması gereken ilk şeyle başladık: Teleferiğe bindik. Neredeyse 100 yıl önce açılan bu teleferik, sizi yaklaşık 850 metre yüksekliğindeki Fløyen Dağı’na çıkarıyor. Üstelik girişi hemen hemen deniz seviyesinde. Girişteki uzun kuyruk ve vagondaki deli kalabalığı es geçerseniz yolculuk kısa olsa da keyifli. Ama tabii esas keyif, teleferikten dışarıya adım atınca başlıyor çünkü muazzam bir manzara sizi karşılıyor. Manzaranın keyfini çıkarmak neyse ki beleş 🙂 Hemen dibinde birer market, dükkan ve restaruant var. Biz birer dondurma aldık buradan. Sonra da teleferikle inmek yerine yürümeye karar verdik. Bu manzara noktasından benim gördüğüm 4 yürüyüş/koşu parkuru çıkıyor ve ikisi Bergen’e doğru. Tabii bu arada okuyucularıma, Norveç’in en popüler doğa turizmi ülkelerinden biri olduğuna dikkat çekmek isterim. Yürümek, koşmak, bisiklete binmek, kamp yapmak, vs. için sayısız farklı turlar var. Webde bunların hepsini inceleyebilirsiniz ve hepsinin başlangıcı da Bergen neredeyse. Günlük, birkaç günlük, hatta haftalık trekking turları var mesela. Bu yüzden ülkenin her yanında düzenli trekking parkurları var ve bunlar oldukça aktif kullanılıyor.

20150903_125955Trekking manzaraları

20150903_130120Küçük yol göstericiler

Biz Bergen’e inenlerden birini seçtik. Ortalama inişi 45 dakika vermişler ama biz yolda dinlenerek ve biraz da yolu uzatarak 1 saatte ilk evleri gördük. Son derece keyifliydi. Yol kenarlarındaki ufak şelaleler, dereler, taştan yol göstericiler ve ufak tabelalar çok şirindi. Yol gösterici dediğim şey, birkaç taşın üst üste konmasıyla oluşmuş küçük bir heykel. İlk önce ne olduğunu anlamadık, sonradan Oslo’da öğrendik. Yerel kültürde doğa içinde yön göstermek maksadıyla yapılıyormuş. Sonradan bir arkadaşım Türkiye’de dağlarda da benzerlerinin bulunduğunu söyledi, dağcılıkla uğraşmadığımdan bilemeyeceğim. Üzerinde cadı resmi olan tabelalar ise bu patikaları arşınlayanları biraz olsun neşelendirmek için konmuş. Yoksa Norveç tarihindeki cadı avlarıyla ilgisi yokmuş. (Merak edip araştırdım biraz)

20150903_124729Cadılar giremez!

20150903_192840Avrupa’nın en eski balık hali (!)

İnince merkezde biraz daha yürüdük. Otelimizin hemen yanı başındaki alanda ertesi gün geleneksel bira festivali düzenleyeceğini öğrenmemiz biraz üzdü bizi. Aklınızda olsun her yıl eylülün ilk cuma ve cumartesisi bira festivali oluyormuş.

Akşama kadar pek kayda değer bir şey yapmadık açıkçası. Akşam saatleri yaklaşınca Bergen’in ünlü balık pazarına gittik. Açıkçası burasını çok merak ediyordum, Avrupa’nın en eski balık haliymiş, 300-400 yıllık filan. Ama deniz kenarında yan yan kurulan 5-6 tezgahı görmek hayal kırıklığı yarattı. Burada canlı balık bile satılmıyor yada ben göremedim. Tamamen turistler için tasarlanmış; yemek yiyebiliyorsunuz veya konserve filan alabiliyorsunuz. Biz de madem Bergen’deyiz diyerek burada yedik. Benim seçtiğim tabakta birkaç somon dilimi ile bol karides vardı, yanında da bol garnitür. Fena değildi, doyurucuydu. Ardından Roll and Rock Bar adlı Amerikan özentisi bir mekânda birer bira yuvarladık. Sabah erken kalkacağımız için de fazla oyalanmadan günü noktaladık.

20150903_185912Somon & karides

20150903_205024Bergen’de gün batarken

Efendim, Bergen gezdiğim en iyi kentler listeme (Edinburgh, Brugge, Antakya, Paris ve Mardin diğerleri) üstlerden giriş yapmış bulunuyor. Neredeyse 9-10 aylık soğuğuna rağmen imkânım olsa yaşayabilirim burada. Sonuçta Gulf Stream sayesinde Norveç’in en sıcak kenti kendisi. Oldukça huzurlu, düzgün ve kendine özgü bir kent. Lâkin gezecekseniz tek gün yeter, iki gün hafif sıkıyor. Günün birinde İskandinavya’ya yolunuz düşerse listenizin başında yer alması gerek (Sadece Finlandiya’yı görmeden bunu söylüyorum).

1 NOK = 0.3676 TL (gezinin yapıldığı tarihteki kur)

Fotoğraflar: Onur Son & bendeniz

Video: Onur Son

GELECEK YAZI: Fyord Turu – Myrdal Treni – Oslo’ya gidiş

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: