Arşiv
Yarışma ve Sonrası
Bu yazı yayınlandığında bir sürü kişi beni beyazcamda görmüş olacak ve herkesin kafasında farklı bir düşünce oluşacak. Bir önceki yazımda, yarışmaya kendim için katıldım derken ciddiydim. Yarışmayı yüz bin kişi izlediğini varsaysak (“Yetmiş milyon beni izliyor!” geyiği yapmayacağım) yüz bin farklı düşünce demektir bu. Oysa bunlardan kaçı benim önemlidir diye sorarsanız. Sıfır demem gerek.
Teoride kimsenin düşüncesinin benden daha önemli olmadığını bildiğim halde, zihin yine negatif düşünüyor. “Aman benim hakkımda ne derler?”, “Bana acırlar mı?”. “Acaba yanlış mı anlaşılırım?”, “Joker kullanmadığım için herkes üzerime çullanacak!”, … Peki ne kadarı doğru yada ne kadarını dikkate almalıyım? Bu düşünceler gerçekten beynimin düşünceleri mi yoksa zihnin ürettiği boş kaygılar mı?
Yayın saati yaklaştıkça kafamda düşünceler artıyor. Stüdyoya çıkarken bile aklıma gelmeyen sorular bunlar. Ama beynimim bir köşesi ısrarla direniyor: Başkalarının düşüncelerini dikkate alma, kendini birinci sıraya koy!
Bugün kafamda Andy Warhol’un ünlü sözü dolaşıp durdu: “Herkes 15 dakikalığına ünlü olacak!” Evet, bu gece çoğu kişi beni izleyecek ve ahkam kesecek. Yani? 1-2 hafta sonra kim hatırlayacak ki? Eminim, bir süre zarfında beni görenler bir sürü yorumda bulunacak. N’olmuş ki? Ben 10 gün önce olayı bitirmişim, çıkıp yarışmışım zaten. Kafamda muhasebesini yapıp bir kenara koymuşum.
Yine de buraya yazmam gerek: Neden hiç joker kullanmadığımı? (seyirci jokerini saymıyorum)
Benim borcum yok şükür, alacağım vereceğim de yok. O yüzden daha yarışmaya gitmeden, belli yere kadar risk alacağımı kafamda belirlemiştim. Benim için asıl önemli olan, orada heyecandan yoksun olarak kendim olarak yarışmaktı ve saçmalamamaktı. O yüzden çıkınca ve ilk 7 soru da kolay gelip hiç düşünmeden cevaplayınca ben rahatladım. Şu var, Kenan Işık’ın engelimi öne çıkarmak istemesini anlayınca rahatsız oldum biraz ve mevcut heyecanımı arttırdı ne yazık ki.* Ama soruları düşünmeme engel olmadı neyse ki.
Geldik 8. soruya: “Semerkant kitabı kimi anlatmaktadır?” Bana ters bir soru. Modern edebiyatı takip ettiğim söylenemez yazar adları dışında. Ama 2 şıkka indirmişken ve kaybedecek para ödülüm yokken risk almak istedim. Seyirci jokeri hataydı ama zaten hiç umursamadım. Sonuçta Semerkant’a Cengiz Han çok daha yakındı, Ömer Hayyam’dansa (yaşam yeri olarak). Son raddede yanlış cevaplayıp, 15000 TL’yi alıp çıktım. Allah bereket versin.
İçim oldukça rahat. Tek korkum gelecek saçma sapan yorumlar. Onların da bir çaresine bakacağım artık.
Benim için çok ilginç bir deneyim olduğunu söylemem gerek. Kendimle hesaplaşma adına ve bir nevi kendimi kanıtlama adına önemli bir adımdı.
Son olarak, herkes parayı ne zaman vereceklerini merak ediyor: Anlaşmaya göre yayından 90 gün sonra verecekler.
*: Bugün gördüm ki televizyonda, gazetelerde ve internette ‘engelli’ oluşum öne çıkarılıyor. Eminim ki yarışma sonrasında da bunu öne çıkaracaklardır. Kendini her zaman öncelikle ‘insan’ olarak tanımlayan biri olarak bu bakış açısı, bana çok ters gelse de; TV’nin bu pazarlama stratejisini çok da önemsemediğimi söylemem gerek. İsteyen istediği gibi düşünür, isyen beni aciz bir engelli olarak görür, isteyen bilgisini ve beynini kullanmaya çalışan bir insan. Size kalmış.
İlişki Türleri
Son zamanlarda aklıma bir şey takıldı. Bir ilişki sırasında kendini değiştirme mevzusu. Bilmiyorum, hiç ilişki yaşamamış biri bunu nasıl açıklayabilir ama son zamanlardaki gözlemlerim şunlar:
Kadın-Erkek İlişkisi Hakkında bir Gözlem (Ordinary People)
Bu akşam Ordinary People‘ı izledim. Robert Redford’un 1980 yapımı filmi. Çoğu insan bu filme karşı önyargılıdır. Çünkü 1981 Oscar’larında Raging Bull‘u alt etmiştir, Scorsese’nin efsane filmini ki aynı yıl David Lynch’in en normal filmi The Elephant Mande yarışmıştır.
5×2 – Evlilik Üzerine
Artık yaş kemale ermeye başladı ya, evlilik konusu daha çok gündeme geliyor artık. İstemesem bile karşıma çıkıyor pat diye. Artık umursamıyorum lakin daha fazla düşünüyorum “Evlilik nedir?”, “21. yüzyılda evlilik nasıldır?”, vs…
Dün François Ozon’un 5×2‘sini izledim. Gösterime girdiğinden beri bildiğim, kah izlemekten vazgeçtiğim kah izlemem gerektiğini hissettiğim bir filmdi. Sonunda izlemekten memnun kaldığımı söylemeliyim. Ama harika bir film olduğundan değil. Gayet izlenebilir ama çok da aham şaham olmayan bir film.
Yeni Yıl Dileklerim
Her yılbaşında; büyük, iddialı ve çoğu gerçek dışı dileklerde bulunuluyor. İnsanlar böyle yetiştirildiklerinden mi, yoksa hayali diyarlara olan aşırı ilgilerinden mi bilemiyorum. Tek bildiğim böyle iddialı dileklerde bulunmak istememem. Tabii isteyen, istediği dileği dilemek de özgürdür.
Bunun yerine size küçük şeyler dilemek istiyorum. Küçük ama hayata anlam katan şeyler. Çünkü hayatı güzel kılan da böyle küçük şeylerdir. Karşı çıkabilirsiniz lakin benim en mutlu anlarım hep küçük şeylerle olmuştur.
Onun için, size yeni yılda…
- Yemyeşil, mis gibi kokan tek şeritli bir yolda yol almanızı;
- Etrafımı rahatsız ederim diye çekinmeden kahkaha atmanızı;
- Sevdiğiniz bir şarkıyı yalnızken bağıra bağıra söylemenizi;
- Zifiri karanlık bir gecede dışarıda yere uzanıp yıldızlara bakmanızı;
- Çok susadığınız bir anda kana kana su içmenizi;
- Sessiz bir ortamda kitap okumanızı;
- En yakın arkadaşlarınızla toplanıp saçma sapan şeyler konuşmanızı;
- Eski fotoğraflara bakıp hayıflanmak yerine yeni fotoğraflar çektirmenizi;
- Sevdiğiniz bir filmi seven biriyle tanışıp film hakkında konuşmanızı;
- Yeni bir hobi edinmenizi veya var olan hobinizi geliştirmenizi;
- Yeni yerler görmenizi (yaşadığınız şehirde de olabilir);
- Tüm ailenizle yemek yemenizi;
- Aşıksanız aşkınıza sahip çıkmayı;
- Değilseniz aşkı bulmanızı;
- Değişik şeyler yapmaktan korkmamanızı;
- Canınız istediğinde doya doya uyumanızı;
- Bir dağ yürüyüşü yapmanızı;
- Sevdiğiniz bir ünlüyle sohbet etmenizi ve
- … (Bu da sizin kendiniz için bir dileğiniz olsun)
DİLİYORUM.
YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN.
‘The One’ın Türkçesi!
İngilizce’de ‘the one’ tabiri var ya. Hani ‘hayatında aşık olabileceğin tek kişi’ anlamındaki. İşte o tabir, Türkçe’de yok. Sanırım Türkler kavrama alışkın değil!
Aslında geçmişe bakınca mantıklı da geliyor. Düşünsenize, hayatını sadece çocuklarının annesi sıfatı için evlendiği kadınla bilumum metresleri arasında geçiren Türk erkeği. Diğer tarafta da, mahallenin koca karısının bulduğu ilk erkekle evlenen Türk kızı. Zaten ortada aşk diye bir şey yok ki! Nerede ‘the one’ kelimesine ihtiyaç duyulacak?
Hal böyleyken, bizim neslimiz de aynı hastalıktan mustarip hayatını mahvediyor. Hastalığın tanımı şu: Her heyecanı aşk zannetmek. Ama duyduğunuz her duygu aşk değil ne yazık ki! Zaten öyle olsaydı, aşk bakkalda da satılırdı. Hiç unutmuyorum, bir arkadaşım günde 5 kere aşık olduğunu savunuyordu. Yüzüne salak gibi bakmıştım. Meğerse okul-yurt arasında otobüste gördüğü her kıza aşık olduğunu sanıyormuş!
Daha fazlasını oku…
İş Hayatı Yorumları #1
4 aydır bifiil çalışıyorum.8-6 mesaisinden hareketle haftanın 5 günü iş yaşamındayım ve dikkatlice gözlemliyorum, nasıl bir şey diye bu yaşam. Umduğum şeyler de çıkıyor mutlak, şaştığım olaylar da. Gerçek ve profesyonel hayata girdiğinden detaya girmekten kaçınıyorum ama genel hatları hangi şirkette çalışıyorsam çalışıyım sizlerle paylaşmaya çalışacağım. İlk dikkate değer konu, kişilerin kendi işlerinden çok diğerlerinin işlerini nasıl ve ne kadar yaptığını gözlemlemesi. Diğeri hata yaptı mı onun da hata yapma hakkı olduğunu sanması.
Aslında olay tamamen tembellik üzerine kurulan bir kültürden besleniyor. Şöyle ki kimse işinden memnun değil! Hayat savurmuş onları bir şekilde ve bulundukları yere gelmişler. Eğer gerçekten sevdikleri mesleği yapsalardı çalışırlardı, hayatlarını onun üzerine kurarlardı. Şu an Türkiye’de iş sadece hayatı geçirmek için bir araç. O sevilen mesleğe neden ulaşılamadığını ve ya öyle bir şeyin bile aranmadığını sorgulamayacağım bu yazıda.
Derdim, kimsenin işini layığıyla yapmaması. Belki bu cümle size önemli gelmeyebilir okuduğunuzda lakin hayatın belki de özü. Çünkü herkes işini adam gibi yapsa dünyada sorun kalmaz! Düşünsenize; politikacı gerçekten politika yapıp halkını temsil etse, doktor para peşine düşmeyip hayat kurtarsa, çöpçü caddeleri düzgün temizlese, futbolcu şike yapmayıp spor yapsa, şoförler taşıdığı her yolcunun canını yüreğinde hissedip aracını kullansa, müteahhit malzemeden çalmayıp binasını muntazam dikse… Uzar gider!
Her meslek, makine mühendisleri dahil, işini beynini vererek, vicdanını dinleyerek yapsa bu dünyanın nasıl bir yer olacağını hayal bile edemiyorum. Edemiyorum çünkü bu bir ütopya! En az komünizm kadar, hatta ondan da yukarıda bir ütopya! (Hayır, komünizmin bir ütopya olduğunun bilincinde olduğum için komünist değilim!)
Ama ben hiç olmazsa bir denizyıldızı hayata dönsün diye kendi işimi elimden geldiğince değer vererek yapmaya çalışıyorum. Hatalarım olsa da her geçen gün her birinden ders çıkarıp bir daha yapmamaya çalışıyorum. Benden de bu kadar, ey ahali!
Aşk
Ne kadar garip değil mi? Tüm hayatımız onun peşinde koşmakla geçse de aslında ona hapsolmak hiç istemiyoruz. Korkuyoruz ölesiye. Tüylerimiz diken diken oluyor karşılaşacağız diye. Ama her yerde ondan bahsediyoruz. Onun hakkında kitaplar okuyup, şiirler döktürüp şarkılar dinliyoruz. Yetmiyor klişelerle dolu filmleri onun için ilk defa izliyormuşçasına seyre dalıyoruz. Hatta işi daha da sapıtıp kendimize zarar veriyoruz onun uğruna!
Daha fazlasını oku…
Zaman Kavramı ve Hayatıma İzdüşümü
Zaman dediğimiz kavram inanın çok garip. Tanımlar yetmiyor açıklamaya. Bir zaman biriminin açıklamasını mutlaka görmüşünüzdür mutlaka bir yerlerde. Çok detaylı bir tanımdır, diğer temel birim tanımlarına hiç benzemez.* Keza zamanın algılanışı bambaşka bir olaydır. Günümüze kadar kaç aklı başında bilim adamı kafa yormuştur üzerine bilinmez ki delileri hiç saymıyorum. Bir süre önce ‘kum saatindeki zaman akışı’ diye bir kavram duymuştum mesela, beni çok şaşırtmıştı. Şaşırtan yanı okuyunca saçma gelse de hayata inanılmaz şekilde ‘cuk’ oturmasıydı.**
Şahsi hayatlardaki zaman akışları da değişkendir nitekim. Çocukluk genelde yavaş geçer mesela. Büyüdükçe de akış hızlanır. Bir bakarsın, lise bitmiş! Diğer göz açışında üniversite mezunusun! Ama aralarda geçen bazı zaman dilimlerinde akış hızı değişebilir. Aşık olursun mesela, ışık hızıyla zaman geçer. Hemen ardından terk edilirsin, saniyeler geçmez olur.
Daha fazlasını oku…
Son Yorumlar