Salgın Günlüğü – 2
Ufak çöp atmaları saymazsak evden hiç çıkmadığım dördüncü haftayı da bitirmek üzereyim. Lakin haftaya bu dönem de sona erecek ve düzenli ofise gitmeye başlayacağım.
İlk salgın günlüğümde evden ne kadar verimli çalıştığımdan ve hatta bu durumun normal mesai kavramını değiştirdiğinden bahsetmiştim. Sen misin, öyle yazan? Haftaya vardiyeli şekilde çalışmaya başlayacağım. Bu garip dönemde ofis hayatı da bir o kadar garip olacaktır. İzlenimlerimi üçüncü günlükte anlatırım artık.
Yaklaşık 14 ay sonunda (sadece bazı geceler okuduğumdan bu kadar uzadı) Alâeddin Şenel’in Kemirgenlerden Sömürgenlere İnsanlık Tarihi‘ni (4. Baskı, 2018, İmge Kitabevi) bitirebildim. Büyük patlamadan yakın çağa kadar insanlığı etkileyen olayları aktaran bu devasa kitabı, dünya hakkında birazcık kafa yoran herkese tavsiye ederim. Bana çok şeyler kattı, üzerinde bayağı düşündürdü ki bu düşüncelerin bir kısmını şu yazımda okuyabilirsiniz. Ardından aylık rutin dergilerimle biraz rahatlayınca sonbaharda başlayıp devam edemediğim Lütfi Ö. Akad otobiyografisi Işıkla Karanlık Arasında‘ya (2. Baskı, 2018, İletişim Yayıncılık) tekrar başladım. Sinema literatürünün klasiği François Truffaut’un Hitchcock nehir söyleşisinden (1. Baskı, Çev.: İlyas Hızlı, 1987, Afa Yayınları) sonra Akad’ın anılarını okumak çok ilginç oldu. Biri dünya, biri de ülkemiz sinemasına damga vurmuş bu iki yönetmenin, yönetmenliği öğrenmek için benzer -hatta kimi zaman aynı- yerlerden geçtiğini görmek çarpıcı.
Eşim -dünyadaki çoğu insan gibi- dram tarzı iç karartıcı şeyler izlemek istemiyor bu dönemde. O yüzden ya güncel dizileri izliyoruz ya da klasik komedi filmlerini. Bartu Ben (2018), Tunç Şahin’in ilginç antoloji mini dizisi 7 Yüz (2017), Dark‘ın ikinci sezonu (2019) ve Unbelievable‘ı (2019) tamamladık. Emin Alper’in polisiye dizisi Alef (2020) ve sevimli gerilim-romantik-komedi Run (2020) ve Killing Eve‘in (2018-…) yeni sezonu izlemeye devam ettiklerimiz. Bir de Demon Landelof’un kült işi The Leftovers‘a (2014-2017) başladık, birkaç yerde şu salgın döneminde izlenmemesi salık verilse de.
Komedi klasikleri benim adıma da iyi oldu. Mesela The Lady Eve (1941) ile Barbara Stanwyck’i tanımış oldum. Sinema tarihinde hakkı verilmemiş oyunculardan kesinlikle. The Shop Around the Corner‘a (1940) vuruldum. Keza Desk Set (1957), The New Leaf (1971), Moonstruck (1987), Something Wild (1986) ve The Philadelphia Story (1940) herkese tavsiye edebileceğim komedi klasiklerinden.
Gündüzleri ise her telden çalıyorum. Lütfi Akad klasiklerinden Beyaz Mendil (1956) ile Kızılırmak-Karakoyun‘dan (1967), ünlü savaş klasiği Idi i Smotri‘ye (Come and See – 1985), Bond filmi Skyfall‘dan (2012) geçen yılın başarılı dramlarından Waves‘e (2019). Dizi cephesinde ise çok başarılı bir aksiyon-dram-bilim kurgu olan Watchmen‘den (2019) sonra Devs‘i (2020) de kısa sürede bitirdim. Felsefe altyapım iyi olsa Devs hakkında kapsamlı yazmak isterdim. Çünkü her konuyu, her şeyi, tanıdığı her insanı birebir kontrol etmek, yönetmek isteyen günümüz insanı hakkında çok başarılı tespitleri var. Alex Garland yine çok uçuk bir fikirden ayakları yere sağlam basan, sürükleyici bir aksiyon-gerilim yaratmış. Anlattıkları bazen o kadar uçuyor ki herkese tavsiye edemeyeceğim. Ama düşünmeyi sevenler kaçırmasın.
Dünyanın ve ülkemizin salgınla mücadelesini de uzaktan izlemekle yetiniyorum. Çoğu kişinin, birkaç hafta veya ay sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatın devam edeceğini düşünmelerini de komik buluyorum. Belki bu salgın bundan 1-2 yıl sonra tamamen bitecek ama çoğu şey Corona öncesi duruma dönmeyecek. Her insan; pozitif veya -genel olarak- negatif, az ya da çok, doğrudan veya dolaylı, maddi ve/veya manevi olarak bu süreçten etkilenecek.
Ayrıca bu salgının bitmesiyle de tüm kötü günler geride kalmayacak. İnsanlığın ya da kendini öncü sanan gelişmiş ülkelerin devamlı görmezden geldiği aşırı nüfus sorununun, dünya genelinde giderek artan sosyal dengesizliğin, ilk ciddi emarelerini vermeye başlayan küresel ısınma krizinin; radikal çözümlere ihtiyaçları var. Bu çözümlerin de kentsel veya bölgesel olarak değil, küresel çapta uygulanması gerekiyor. Mesela çevreyi çok kirlettiği 70’lerde anlaşılan tekstil endüstrisinin Avrupa dışına çıkarılmasıyla sorun çözülmüyor, sadece erteleniyor.
Bu tarz insan kaynaklı sorunların yanında çok hafife alınan doğa afet olasılıkları var. Mesela 1815 Nisanı’nda Endonezya’da gerçekleşen büyük bir yanardağ patlaması tüm dünyadaki sıcaklıkları düşürmüş ve 1816 yılının ‘yazsız geçen yıl‘ olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. Tüm dünyada o yıl hasat yapılamadığından büyük çapta kıtlık yaşanmıştır.
Umarım bu salgını, gelecekteki daha ciddi krizler için bir prova olarak görebiliriz. Yazıyı Murathan Mungan’ın yeni çıkardığı albumden şu sözlerle kapatalım:
“Müzik çok yüksek
Kimse duymuyor birbirini
Yanıp sönüyor ışıklar
Ama kimse görmüyor bir diğerini
Yan yana herkes, ama kimse birbirine değmiyor
Hafta sonları, kulüp ağzına kadar dolu
Ama bu kalabalık ne çok yalnızlığa benziyor”
-
28/05/2020, 17:16Salgın Günlüğü – 3 | Artun'un Karalama Defteri
Son Yorumlar