Arşiv

Posts Tagged ‘Sam Mendes’

Sinema Sinema

Jagten (The Hunt / Onur Savaşı) [Thomas Vinterberg – 2012]

Filmekimi’nde  izlediğim bu Danimarka filmi gerçekten senenin nadide kaliteli yapımlarından. Dogma 95’ten bize miras kalan Thomas Vinterberg ile Avrupa’nın sayılı aktörlerinden Mads Mikkelsen’i buluşturan film, bir iftira vakasını anlatıyor. Bir anaokulunda çalışan, boşanmış ve çocuklu Lucas’ın, o gün ondan yüz bulamayan bir çocuğun cinsel istirmar iftirasına maruz kalması ve ardından toplum tarafından uğradığı linçi izliyoruz. Başından sonuna kadar soluk bile almadan, biraz da Lucas’a yapılanlara kızarak ve hatta sinirlenerek izlediğim film, gerçekten şahane bir drama. Vinterberg’in ne önemli bir yönetmen olduğunu ve Mikkelsen’in de Cannes onaylı performasının ne kadar çarpıcı olduğunu görmek için bile izlenir.
Daha fazlasını oku…

Kıyıda İzlenmiş Filmler

Yine bir film birikimi oldu. Uzun zamandır size yazmak istediğim ama gerek vakitsizlikten gerekse tembellikten yazamadığım birkaç film birikti. Çok da kısa geçmeden özetleyelim isterseniz:

Away We Go, haziranda ilk duyduğumda çok şaşırdığım bir proje. Hep büyük starlı ve nispeten büyük bütçeli filmler çeken Sam Mendes’in bağımsız çektiği bir drama. Aslında romantik-komedi denmesi gerek ama ben bu türden çok farklı buldum kendilerini. İlk çocuklarını bekleyen evlenmemiş bir çift, hayatlarına hep destek olmuş oğlanın anne-babasının aniden Avrupa’ya taşınacağını duyduklarında şok oluyorlar. Ama bu, başka bir kararı tetikliyor: Ülkedeki yakınlarını ziyaret ederek yerleşmek için kent seçmek. Böylece birbirinden ilginç akraba/arkadaşlarını teker teker görürken o kentlerin yaşanabilirliğini de sınıyorlar. Aslında çiftin yaptığı, hayatlarını anlamlandırmak ibaret. Ne olacaklarına, nasıl devam edeceklerine karar vermek. Bu yüzden de kendime çok yakın bulduğum ve beğendiğim bir film oldu. Sanki dışarıdan gösterişsiz gözüken ama yakından bakıldığında parıldayan bir mücevher.
Daha fazlasını oku…

Revolutionary Road

10 yıl sonra Sam Mendes yine Amerikan banliyösüne dalıyor. Banliyönün sahteliğini, dışarıdan göründüğü kadar masum olmadığını anlatmaya çalışıyor. Bazı insanlar için bu hayat tarzının dayanılamayacak bir zulüm olduğunu altını çiziyor.

American Beauty’yi yaptığında banliyö konusu çok bakirdi. Hemen öncesinde çekilen bağımsız Happiness hariç, banliyö film dünyasında mükemmeliyet ve huzurun simgesiydi. American Beauty dışarıdan mükemmel görünen Amerikan ailelerinin içine soktu bizi. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Herkesin başka bir ideali vardı ama kendilerine yüklenen görevleri yaparak mutsuz oluyorlardı. Bu sahte dünyayı yok etmek içinse bazen bir kıvılcım bile yeterli oluyordu. Hemen sonrasında birkaç film ve dizi daha konuyu ele aldı. Lakin gayet bıçak sırtı bir konu olduğundan başarılı olanlar azınlıkta kaldı. Todd Fields bu tarzda Mendes gibi öne çıktı. In the Bedroom ve Little Children ile banliyö yaşamını yorumladı. İşte 10 yıllık bir aranın ardından Mendes de konuya geri döndü.

Wheeler çifti dışarıdan bakıldığında kusursuzdur: Bahçeli büyük bir ev, iki sağlıklı çocuk, satış yapan baba ile amatör oyuncu anne. Lakin bir şeyler terstir. Bu yüzden anne, April ailece Paris’e taşınıp yeni bir hayata başlamayı önerir baba, Frank’e. Frank de nefret ettiği işinden kurtulma düşüncesiyle fikri kabul eder. Böylece Wheeler çifti hazırlıklara başlar, bu sıkıcı banliyö hayatından kurtulacaklardır. Ama öngörülmeyen iki olay çiftin önüne çıkar: Frank’in terfisi ve April’in hamileliği.

Mendes yine dinamikleri çok ustaca kuruyor. Yavaş yavaş artan iç gerilimleri finalde tavana çıkartıyor. En güzeli de bunu yaparken yan karakterleri çok zekice kullanması. Yan komşular, emlakçı kadın ve deli (!) oğlu, Frank’in iş arkadaşları çok önemli görevler üstleniyorlar. Tabii performanslar da göz kamaştırıcı. Kate Winslet ile Leonardo DiCaprio Wheeler çiftinde döktürüyorlar resmen. Onlara Michael Shannon, Kathy Bates, Zoe Kazan ile David Harbour hiç ezilmeyecek şekilde eşlik ediyorlar. Ayrıca Deakins’in kamerası ile Newman’ın müziği öne çıkan öğelerden.

Son 1 yılda üzerine bayağıdır düşündüğümden olacak, aile kurumunun sahteliği üzerine yapılan bu kaliteli eser beni çok etkiledi. Dışarıdan bakıldığında tekdüze, yavaş ve American Beauty’nin farklı bir kopyası gibi gözükebilir ama sizi temin edebilirim ki bambaşka duygularla salondan ayrılacaksınız. Hele son 30 dakikanın dakik kurgusuna hasta olacaksınız.

Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Kate Winslet, Kathy Bates, David Harbour, Kathryn Hahn, Zoe Kazan, Michael Shannon, Dylan Baker – Görüntü Yönetmeni: Roger Deakins – Müzik: Thomas Newman – Senaryo: Justin Haythe (Richard Yates’in romanından) – Yönetmen: Sam Mendes

Kategoriler:film eleştirisi, Oscar adayı Etiketler: