Başlangıç > fikir, film eleştirisi, Oscar adayı, sinema > Etkisiz Elemana Bir Ağıt: The Banshees of Inisherin

Etkisiz Elemana Bir Ağıt: The Banshees of Inisherin

İnsanlık çok büyük bir dönüşümün arifesinde ve bunun sıkıntılarıyla cebelleşiyor. Bu dönüşümün ne zaman ve nasıl olacağı ile insanlığın sonrasındaki durumu meçhul.

Lakin tarımın başlaması, rönesans/aydınlanma, sanayi devrimi gibi diğer büyük dönüşümlerden biliyoruz ki bu süreçte edinilen kazançların yanı sıra yabana atılamayacak kadar büyük kayıplar da veriliyor. İşin ya da doğanın kanunu bu olsa da belki de tarihte ilk defa önümüzdeki dönüşümde kazançların yanında kaybettiklerimizi de bolca konuşacağız.

İrlandalı ünlü oyun yazarı, senarist ve yönetmen Martin McDonagh’ın son filmi The Banshees of Inisheren (2022) aslında bu kaybedilenlere şimdiden yakılan bir ağıt.

Kaynak: Variety

Film günümüzden yaklaşık bir asır önce, 1923 baharında İrlanda’ya yakın küçük bir adada geçiyor. Neredeyse her gün beraber bara gidip laklak eden Padraic ile Colm’un araları âniden bozulur. Çünkü adada sanatla uğraşan nadir insanlardan olan Colm, artık boş konuşmak yerine tüm vaktini, adını yaşatacak olan bir beste yapmaya vermek istemektedir. Oysa yapması gereken günlük işler dışında başka hiçbir şey hakkında düşünmeyen düz biri olan Padraic bu duruma hiç anlam veremez.

Filmin güzel tarafı, taşralı iki huysuzun atışması olarak da gayet keyifle izlenebilecek olması. Eminim ki Oscar döneminde adı sıklıkla zikredilecek olan filmi, çoğu izleyici düz olarak izleyecek. Açıkçası bu da başta senaryonun olmak üzere filmin meziyetlerinden biri. Bir filmin her kitleye, her kesime hitap edebilmesi o filmi her zaman birkaç adım öne geçirir. The Godfather (1972), Casablanca (1941) gibi nice önemli klasik böyledir mesela.

Tabii benim gözümde filmi daha önemli hâle getiren özellikleri keyifle izlenebilmesinden ziyade; senaryonun çok katmanlı olması, bu katmanların çeşitli okumalara açık olması, yan hikâyelerin kendi başlarına durabilmesinin yanında ana öyküyü de tamamlaması ve aralara serpiştirilen detaylarla filme farklı lezzetler de verilmesi. Bu açılardan tam bir senaryo dersi aslında ve ben bu tarz senaryolara bayılıyorum.

Filmin bana dokunduğu yer ise senaryonun katmanlarından sadece biri belki de ve elimden geldiğince size filmin bende uyandırdığı hislerle bana düşündürdüklerini yazmaya çalışacağım.

Kaynak: World of Reel

Küçük bir adada yapılacaklar doğal olarak kısıtlı ve Colm ile Padraic filmden önceki zamanda çoğu vakitlerini adanın barında bira içip boş konulardan bahsediyorlarmış. Fakat Colm yaşının daha ileri olmasından dolayı, kalan ömründe geleceğe de kalma ihtimali olan manalı bir şey yapmak istiyor. Aslında bu arzu, 21. yüzyılın modern insanının da sorunlarından biri, en azından belli bir kesiminin. Televizyonda, sosyal medyada ve benzeri ortamlarda harcadığı saatlere hayıflanan, bu vakti kendisi veya başka bir şey için faydalı bir şekilde kullanabileceğini düşünenlerin içini kemiren sıkıntıyı çekiyor Colm. Kendisini bu sıkıntıdan kurtarmak için yaptığı dramatik hamleyle başlıyor film.

Filmi bu kadar sevmemin nedenlerinin başında, benim de bu sıkıntıyı içimde çoğu zaman hissetmem geliyor. Sanki hayatımı bomboş geçiriyormuşum ve zamanımı verimli şekilde kullanmayarak insanlığın gelişmesine katkıda bulunmuyormuşum gibi geliyor. Tabii bu, çok iddialı ve gereksiz bir endişe olsa da sistemin 21. yüzyıl bireyinin omuzlarına yüklediği bir sorumluluk. Burada salt çalışmayı, fiziksel ve manevi emek harcamayı kastetmiyorum. Bu sıkıntıya kendini üstün görme sevdası, hayatına bir anlam atfetme isteği ve kendisinden (günümüzde ve gelecekte) söz ettirme merakı da dahil aslında. Şahsen McDonagh’ın filmde bu konularla çok iyi dalga geçtiğini düşünüyorum. (İzlerken ve akabinde düşünürken bu egosantrik endişemle yüzleştim açıkçası.)

Colm’un tam karşı tarafında ise Padraic var. Hayata karşı hiçbir sorumluluk hissetmeyen, sadece gününü yaşayan, tam bir etkisiz eleman. Padraic herkese ve her şeye karşı iyi/nötr/sevecen olsa da Colm’un ona küsmesi bunu yitirmesini sağlıyor. Sistemin hırsı ve bencilliği (Colm’un yokluğu) ona yaşama alanı sunmuyor çünkü. Sisteme göre birey hem çalışarak hem de tüketerek sisteme katkı sağlamalıyken Padraic ve adanın delisi gibi etkisiz elemanlar öğütülmesi gereken birer çöp. Peki onların böyle bir sistemde yaşamaya hakkı yok mu?

İşte McDonagh, saf iyiliğin artık anlamını yitirdiği böyle bir durumda etkisiz elemanların nefes alamadığını belirtiyor ve onlara şık bir ağıt yakıyor.

Kaynak: BBC

Sistem, sanayi devriminden beri etkisiz elemanları ya içine dahil etmeye ya da yok etmeye çalışsa da bunu tam olarak başaramadığı da şüphesiz. Azalsa da, tükenmeye yüz tutsa da saf iyilik ve umut hâlâ mevcut. Savaşın ayak seslerinin gitgide yaklaştığı (filmde hiç görmesek de IRA çatışmalarının sesleri karşı kıyıdan adaya kadar geliyor), kendisi gibi olmayanlara/düşünmeyenlere hoşgörüsüzlüğün arttığı (Padraic’in kız kardeşine yapılan mahalle baskısı ve ataerkil şiddet ayrı bir yazı konusu) ve bireyin her şekilde mutsuz olduğu (finalde tüm karakterler (u)mutsuz olması) bir dünya sürdürülebilir olabilir mi?

Bana göre tüm bunlar ciddi bir dönüşümü muştulayan belirtiler. Bu dönüşüm ne kadar sancılı geçerse geçsin dönüşüm sonrasında Padraic ve Colm bomboş bir konuda yarını düşünmeden saatlerce konuşabilmeli. İşte o zaman başka bir dönüşüme gerek duyulmaz, belki de tarihte ilk defa!

Reklam
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: