Eleştiri Kültürü Üzerine Düşünceler
Ülkemizde eleştiri kültürü maalesef yok. Bunun sürüyle sebebi var. Bir sosyolog, psikolog veya antropolog olmadığımdan bu sebepleri irdelemeye çalışsam da yüzeysel kalırım, şahsi iddialardan öteye gidemem. O yüzden bu yazıda, neden uzun zamandır kötü eleştiri yazmadığımı açıklamaya çalışacağım.
Bu konu aslında yıllardır üzerine -zaman zaman tabii- kafa yorduğum bir konu. Bu yazıda örnekleri filmler üzerinden vereceksem de aslında günlük hayatın her alanında, her ânında karşılaştığımız ikilemleri de kapsıyor. Çünkü eleştiri kavramı özünde demokratik bir eylem (bu yüzden de gayet politik) ve dozunu ayarlamak çok önemli.
Ergenken insan -doğal olarak- her şeye karışmaya hakkı olduğunu düşünüyor. Her konuda, her koşulda ve her zaman fikir beyan edebileceğini sanıyor. Çünkü o zamana kadar edindiği kısıtlı bilgiyle ve/veya bakış açılarıyla her şeyi bildiğini düşünüyor ve bu kısıtlı dağarcığıyla da gayet sert bir şekilde karşısında olduğu görüşü/kişiyi/kavramı/eseri tamamen subjektif açıdan eleştiriyor.
Buraya ufak ama önemli bir parantez açayım. Tüm insanların gelişim sürecindeki önemli aşamalardan biri olan ergenlik, fiziksel açıdan belli bir yaş aralığında gerçekleşiyorken psikolojik olarak sona erme yaşı -bence- çok değişebiliyor. Meramımı hemen bir örnekle açıklayayım: Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi Ahlat Ağacı (2018) vizyondayken bir arkadaşım film hakkında fikrimi sormuştu, ben de “Bir ergenin büyüme hikâyesi sonuçta” deyince gülmüştü, “Üniversite mezunu biri nasıl ergen olur” diye.

Halbuki Ahlat Ağacı‘nın başkarakteri, fiziksel ergenliğini çoktan tamamlamış olsa da tavırları, davranışları, düşünceleri ile filmin başında tam bir ergendi. Yazacağı kitabın kapışılacağını, sevdiği kızın da onu sevdiğini, babasının silik bir karakterden ibaret olduğunu zannederken filmin sonunda fikirleri tamamen değişiyordu. Çünkü öncelikle kendisini tanımaya başlıyordu ve de dünyada hiçbir şeyin tek yönlü olmadığını fark ediyordu. Zaten bu sürece de olgunlaşma deniyor lakin maalesef olgunlaşmanın net bir yaşı yok.
Türkiye’de eleştiri kültürünün gelişememesinin önde gelen sebebi de yurdum insanının kültürel ve demokratik olarak olgunlaşamaması. Bu yüzden de eski bir reklamdaki tabirle “ağzı olan konuşuyor”, yani herkes her konuda ve her şekilde fikir beyan edebileceğini sanıyor. Daha da kötüsü çoğu insan demokrasiyi fikrini söyleyebilmekten ziyade, kabul ettirmek ve bu yolda her şeyin mübah olduğunu sandığı için tam bir kaos ortamı oluşuyor.
Oysaki iyi bir eleştiri için öncelikle konuyu çok iyi bilmek gerekiyor. Altyapısını, geçmişini, teorisini, pratiğini, vs… Konu hakkında her şeyi olmasa bile eleştirirken savunacağın argümanın altını doldurabilmek gerekiyor.
Benim negatif eleştiri yazmamamın sebeplerinden biri bu. O yazının, pozitif olanlardan çok daha iyi olması gerek. Basitçe “Ben bunu beğenmedim veya sıkıldım” yazamam. Beğenmememin birkaç sebebini bularak altı dolu argümanlarla onları desteklemem lazım. Belki de buna yönelik araştırma yapmam lazım.
İkinci olarak ezmek, hakaret etmek, hor görmek için eleştiri yapılmaz çünkü bunları içeren bir konuşma veya yazı sadece anti demokratik bir fikir olabilir. Mesela bir filmden iğrenmem veya hiç beğenmemem, bana o filmi ve filmi yapanları aşağılama hakkı vermez. Zaten benim kişisel beğenim de bir filmi iyi ya da kötü yapmaz.

Misal geçen sene Joel Coen’in çektiği The Tragedy of Macbeth’ten çok sıkıldım. Filmin takdir ettiğim tarafları olsa da günümüze dair bir şey söylememesi beni üzdü. Lakin Shakespeare’in Macbeth metnini okumamış, uyarlandığı önemli film ve oyunları izlememiş biri olarak, Coen’in filmini eleştirmem son derece sığ olur.
Bu gerçeğin farkında olarak da sevmediğim bir şey için düşünüp, emek harcayarak yazı üretmek bana saçma geliyor. Sevmeyeceğimi anladığım film veya diziye zaman ayırmak bana zul gelirken bir de üzerine yazmak iyice mantıksız geliyor.
Bu yılın en popüler işlerinden Erşan Kuneri’ye üç bölüm dayanabildim mesela. Bu diziye yaklaşık üç saat ayırdığım için üzülüyorken neden tamamını izleyip, bir de yazmak için zaman ve emek harcayım ki?
Ayrıca bir eleştiri yazısı, hedefini de bulmalı. Lakin negatif eleştiriye çoğunluğun daha okumadan negatif yaklaştığı bir kültürde, böyle bir uğraş suya yazmak gibi de geliyor. Geçen aylarda gündeme gelen Fazıl Say – Serhan Bali çatışması, ülkemizin bu durumunu özetlemiyor muydu? Say, klasik müzik gibi üst eğitim tabakasına hitap eden bir sektörde yer almasına rağmen kendisi hakkında çıkan negatif bir eleştiriye dayanamamış, bunun üzerine onun üzerine yazmayı durduran Bali ve dergisi Andante’yi kendisi hakkında yazmamakla suçlamıştı. Fazıl Say bile kendisinin eleştirilemez olduğunu düşünüyorsa sıradan yurdum insanı ne düşünsün?
Bu yüzden bırakın negatif eleştiri yazmayı, özel ve profesyonel hayatımda bile negatif bir yorum getirmeden önce defalarca düşünüyorum. Karşı taraf alınır mı, anlar mı, dikkate alır mı diye. Çünkü çoğu insan, negatif eleştiriyi hakaret olarak algılıyor ve bırakın üzerine düşünmeyi, düzgün dinlemiyor bile. Çünkü kendi yaptığının veya söylediğinin kayıtsız şartsız doğru olduğunu düşünüyor. Diğer bir deyişle bir demokraside yaşadığını içselleştirmediği için, kendisinin eleştirilebileceğini de kabul etmek istemiyor.
Zaten ülkemizin bir şekilde yerinde saymasının sebeplerinden biri de bu. Sağlıklı bir eleştiri kültürü olmayınca fikirler, eylemler de geliştirilemiyor. Düzgün bir negatif eleştirinin kıymeti bilinmiyor. Bilinmedikçe de asırlık sorunlar çözülemiyor, üzerine yenileri ekleniyor ve sorunlar dağ gibi büyüyor. Bu sorunlar makro ölçekte de böyle, mikro ölçekte de… Değişim içinse öncelikle demokrasi bilincinin gelişimi, sonra da bol tartışma ortamı ile alınan kararların uygulanması için herkesin fazlasıyla çalışması şart.
Zor mu? Zor! İmkânsız mı? Değil!
Son Yorumlar