Sevgi Soysal Üzerine
Sevgi Soysal’ın adını çok geç duyduğumu itiraf edeyim. Edebiyata ilgimin arttığı son birkaç sene öncesinde belki de hiç duymamıştım. İsmini zihnimde yer edindiren muhtemelen Nilay Örnek’in Nasıl Olunur? adlı popüler podcasti. Onun iki bölümünde Örnek, konuğu ile Soysal’dan bahsetti. İlki Soysal’ın kız kardeşi olan butik otel işletmecisi Şebnem Uyar, ikincisi de gazeteci, yazar, akademisyen Oya Baydar. Ardından meraklanıp bir kitabını okumak istedim ve Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nu (1976) aldım.
Kitabın türünden bile haberim yoktu açıkçası. Meğerse Soysal’ın 12 Mart (Muhtırası) sonrasında iki kere girip kaldığı Ankara Yıldırım Bölge Karargâhı’ndaki tutukevi günlerini anlattığı anı kitabıymış. Ben de bu kitapla öğrendim ki tutukevi ile hapishane farklı kavramlarmış. Hapishane, ceza kesinleşince girilen yerken tutukevi, darbe zamanları siyasi (fikir) suçluların cezaları kesinleşmeden önce askeri bir yerleşkedeki bir koğuşta kaldıkları yer. Hatta kitabın ikinci kısmında belirttiği üzere, o yıllarda meclis bir kanun çıkararak bu tutukluların asker olduğuna hükmediyor. Yani hem tutuklusun, hem cezan belli değil (çünkü çoğunluğunun içeri girme sebebi yersiz, saçma sapan), hem de asker olarak (karşısında olduğun) muhtırayı yapan topluluğun tüm söylediklerini harfiyen yapmakla mükellefsin!
Okurken ağladım da, sinirlendim de, hüzünlendim de ve güldüm de. Çünkü Soysal, Behice Boran ve Oya Baydar gibi solcularla beraber burada yaşadıklarını asla ajitasyona girmeden, belli bir mizah duygusunu hep koruyarak aktarıyor. Maalesef hayatı, ülkesini ve de dünyayı yaşadıklarından ibaret sanan bir halk olarak 50 yıl öncesinden bile bihaberiz. Soysal, dönemin ruhunu ve insanlarını son derece sade ama apaçık bir şekilde anlatıyor. Bu da insanın ülke gerçekleriyle yüzleşmesini sağlıyor bir açıdan.
Kitapta Soysal, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti (1974) romanını yazdığından da bahsediyor. Hatta kendisine günlük sayfa yazma sınırı koyuyor, tutukevinin saçma rutinlerine kapılmamak ve kendisini yararlı hissedebilmek için. Kaderin cilvesi belki, benzer zamanlarda okuduğum Hikmet Hükümenoğlu’nun Atmaca (2020) romanındaki edebiyat akademisyeni baş kahramanın ‘mutlaka okunması gereken kitaplar’ listesinde de yer alıyordu Soysal’ın bu romanı. Doğal olarak listedeki diğer kitaplarla beraber hemen aldım.
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti sanırım okuduğum en keyifli ve ilham verici yerli romanlardan biri. Yine de fazla kitap okumadığımdan, bu iddialı tabirime fazla paye vermemenizi rica ederim. Ankara’da sıradan bir günde geçen roman, Nazım Hikmet’in ünlü Memleketimden İnsan Manzaraları (1938) gibi bir panorama sunuyor. Çeşitli etnik kökenlerden, sosyal sınıflardan gelen insanların; geçmişleriyle beraber o günkü düşüncelerini ve eylemlerini aktarıyor. Kitabın çoğu karakteri, birbirini ya hiç tanımıyor ya da çok az tanıyor. Tıpkı ülkenin herhangi bir caddesinde, herhangi bir anda bulunanlar gibi. Böylece Sevgi Soysal, 70’ler Türkiyesinin bir fotoğrafını çekiyor. Kadınıyla erkeğiyle, sağcısıyla solcusuyla, tezgahtarıyla profesörüyle, çingenesiyle fahişesiyle…
Doğal olarak çarpıcı olan da bu panorama ve panoramanın detaylarında kaybolabilme keyfi. Soysal’ın çok güçlü olduğu bariz olan gözlemleme yeteneği, duru Türkçesiyle birleşince ortaya son derece akıcı ve zengin bir eser çıkmış. Bilhassa Ali-Doğan-Olcay üçgeninde her karakterin kendisini sorguladığı bölümler beni çok etkiledi ve düşündürdü. Anlatılanlar Soysal’ın kurgusu olsa da ülkenin 70’lerdeki durumu kadar, bugünü hakkında da çarpıcı tespitler barındırıyor kanaatimce. Başkaları da bu eseri başarılı bulmuş ki roman yayınlandığı yıl Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanıyor.
Soysal’ın adını duyanların bile hatırlayacağı üzere, kendisi çok genç yaşta, 1976 yılında kanserden hayatını kaybediyor. Bu kadar önemli eserler veren bir yazarın zamansız vefatı, ailesiyle beraber ülkemiz adına da büyük kayıp. Keşke daha uzun yaşayarak edebiyatımıza başka özgün eserler verebilseydi.
Son Yorumlar