İnsanın Makineleşmesine Dair
Son zamanlarda aşı karşıtlarının en çok kullandığı argümanlardan biri, aşılanan insanın beyninde çip oluşacağı teorisi. Bu, aslında çok daha büyük bir korkunun ya da endişenin özelleşmiş bir hâli. İnsanlık, endüstri devriminin başından beri makineleşmekten korkuyor. Önceleri birkaç düşünür veya sanatçının kafa yorduğu bu konu, artık sokaktaki insanın da günlük muhabbeti arasına girdi.
Tektipleşmeye, duygusuzlaşmaya veya küreselleşmeye itiraz etmeyen, etmeyi bile düşünmeyen bir insanın; bir çip ya da kablo takılarak makineleşeceğini veya robotların işini elinden aldığında aç kalacağını düşünmesi bana ironik geliyor. Neden olduğunu açıklamaya çalışacağım.
Bir makinenin/robotun bir insana göre en önemli avantajı; yorulmadan, hastalanmadan, dinlenmeye ihtiyaç duymadan ve duygularını yaptığı işe asla karıştırmadan çalışabilmesidir. Ayrıca bir makine/robot bozulduğunda veya ömrünü tükettiğinde işini kısa vadeli olarak aksatması dışında hiçbir sorun oluşturmaz. Kolayca gözden çıkarılır, kimsenin onunla duygusal bir bağı olmadığından hatırlanmaz, yaptığı işe ekstra bir vasıf katmadığından kolayca yeri doldurulabilir.
Yukarıdaki paragraftaki makine yerine insanı koyduğunuzda kavramların çok da sırıtmadığını fark etmişsinizdir. Etmediyseniz bir daha okumanızı öneririm. Bu durum, aslında Marx’ın ta 19. yüzyılda yazdığı, Charlie Chaplin’in de Modern Times‘ta (1936) görselleştirdiği ‘insanın (fiziksel olarak) doğaya, çevresine ve hatta kendisine yabancılaşması’nın gelebileceği en son durumdur. İnsan, yaşamdan o kadar soyutlanacak, yaptığı işle o derece özdeşleşecek ama aynı zamanda o işin önüne geçmeyecektir ki onun varlığı bile sorgulanabilecektir.
Aslında bu türden bir insan, sadece kapitalizmin istediği bir şey değildir. Tarih boyunca tüm efendiler, devlet yöneticileri, krallar ve kraliçeler tebaalarından benzer şekilde davranmalarını istemiştir. Vatanın, ülkenin, krallığın, bölgenin bekaası için kendi hayatını hiç umursamadan çalışacak ve kendini feda edebilecek insanlar istenir. Onların adını, hayatlarını kimse yazmaz, bilmez. Onların görevi bellidir, ona tamah etmeleri beklenir.
Kısacası Mezopotamya’daki ilk şehir kurularak insanlar arasında uzmanlaşma ve dolayısıyla yönetici sınıfı ortaya çıkmasından itibaren istenen, az ya da çok aynıdır: Birine veya bir zümreye hizmet edecek, ederken de katiyen yaptığı işi ve varlığını sorgulamayacak kitleler. İnsanlığın geliştirdiği tüm teknolojiler de aslında bu amaca yöneliktir. Yazıyı, Sümerliler tapınağın topladığı ganimetin hesabını tutmak için bulmuştur. Din, alfabe, matematik, para, finans, motor ve hatta felsefe. Hepsi de aynı amaca hizmet etmek için bulunmuş veya geliştirilmiştir.

İnsanlık hızla makineleşmeye devam etmektedir. Doğal olarak da kullanılan, hiç edilen, isimsiz insanların yerini zamanla makineler/robotlar alacaktır. Aslında endüstri devrimi bu değişimi başlatmıştır, fakat teknolojik yetersizliğin yanında kapitalizmin ürettiği malları satacak bir pazara da ihtiyaç duyulması bu değişimin hızını yavaşlatmıştır. Ne zaman ki gerekli teknolojik altyapı sağlanacak ve bir pazara ihtiyaç duyulmayacak bir evreye erişilecek, o zaman değişim hızla gerçekleşecektir. Lakin o zamana dek de isimsiz insanlar medya, din, felsefe, politika, vb aracılığıyla (fiziken olmasa da manen) makineleştirilmeye devam edilecektir.
Bunun için aşı olmanıza da, fiziken çip veya kablo takmanıza da gerek yok. Açıkçası Covid pandemi sürecinin bu makineleşmeyi durdurmak (en azından duraksatmak), düşünmek, gezegene ve de kendi türümüze yaptıklarımızı algılamak için bir fırsat olduğunu ama bunu kaçırdığımızı düşünüyorum. Doğanın bize sunduğu bu manidar (zorunlu) duraklatmayı, bir lanet olarak algılamak ve bir an önce eskiye dönmeye çalışmak çok daha kolayımıza geldi. Sanırım bu da binyıllardır süregelmiş bir dürtünün devamı.

Yazıyı aslında burada sonlandıracakken, akabinde tamamen rastlantısal şekilde okuduğum Gündüz Vassaf’ın şu satırlarını* da ekleme ihtiyacı hissettim:
“İnsan ister evrime ister yaradılışa inansın, ikisinde de ortak olan anlayış, dürtü ve duyguların kötü olduğudur. Darwin’den bu yana geliştirilmiş olan etoloji bilimi, homo sapiens’in bütün türler içinde akıldışı, içgüdüsel davranışa en az bağımlı tür olduğunu ileri sürmekle, bir anlamda her iki görüşü de savunmaktadır. (…) Uygarlık, insan aklının uygulamaya geçirilmesinden doğar. Aklın duygulara engel olması savaşları, cinayetleri, ihmalleri önler. Akıl, sorumludur. Duygular, vahşi ve ilkeldir. Akıl ile duygu (Apollo ile Dionysos) arasındaki ayrım, en azından yirmi iki yüzyıldır sürüp gitmektedir. Zihin bedene, akıl da duyguya galebe çalmalıdır. Yirminci yüzyılın kahramanı Freud’un geliştirdiği bilimsel insan psikolojisi de aynı görüşü savunur. Ego ile süperego, id’in vahşice haz ve tatmin arayan dürtüleri üzerinde etkili olmasa, toplumda düzen kalmayacağı gibi, uygarlık da olmazdı.”
*: Gündüz Vassaf – Homo Sapiens Blues – Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 37. Baskı, Çev.: Zehra Gençoğlu ve Ömer Madra, İletişim Yayınları, 2020
Bu yazının devamı olarak nitelenebilecek bir yazıyı art-his’te yayınladım. Aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:
https://www.art-his.com/makineler-de-asik-olup-yas-tutabilir-mi-uc-duygu-durumu-uc-dizi/
Son Yorumlar