Başlangıç > başyapıt, fikir, hayat > Salgın Günlükleri – 4

Salgın Günlükleri – 4

Covid-19 pandemi süreci dünyayı olduğu gibi, beni de etkilemeye devam ediyor. Önceki yazılarımda paylaştığım ufak fiziksel etmenleri/olayları bir kenara bırakırsak, düşünsel ve psikolojik bir süreçten geçiyorum.

Okuduklarım, izlediklerim, dinlediklerim ve de yaşadıklarımla birebir bağlantılı olsa da bence esas olarak bu salgın sürecinde kişilerin ve kurumların salgına ve genel olarak hayata verdikleri ve vermedikleri tepkiler beni hayal kırıklığına uğrattı.

Mesela salgının başlangıcında ikinci/üçüncü dalganın neden olabileceğini anlamlandıramıyordum. Bir şekilde durumu kabullenen ve bilinçlenen kişi/kurum gerekli önlemleri alarak salgın bitene kadar sürdürecekti, benim düşünceme/algıma göre. Ama hiç de böyle olmuyormuş meğer. Tarihteki diğer salgınların açıkça gösterdiği üzere, insanlık unutmaya bu konuda da -her ne kadar yaşamsal olsa da- fena halde yatkınmış.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın defaatle yenilediği üzere daha birinci dalga bitmeden çoğu insan kafasından salgını bile sildi. Fiziken salgının olduğu bir düzende yaşamaya devam etse de, kağıt üzerinde bu doğrultuda birtakım kararlar alsa da uygulamada salgın yokmuş gibi düşünüyor, karar veriyor ve eylemde bulunuyor.

İkinci dalga gelince çok mu farklı olacak? Hayatı değiştiren başka bir durum/olay (deprem, savaş, iklim krizi, vs.) olduğunda farklı mı olacak?

Belki de yanıldığımız ya da yanılmak istediğimiz ana unsurlardan biri de dünyanın yaşayışıyla gündelik kişisel hayatımızın farklı şeyler olması gerektiği. Halbuki ikisi de birbiriyle doğrudan bağlantılı. Siz kişisel hayatınızda bazı değişiklikler yapmadığınız sürece başkaları da yapmayacaktır.

HyperNormalisation’da değinilen konulardan bazıları: Kişisel gelişim, Kaddafi, internet ve psikolog yazılım
(Kaynak: regmedia.co.uk)

Tüm bunların üzerine Adam Curtis imzalı HyperNormalisation (2016) belgeselini izledim. Dünya siyasetinin bugünkü çarpışık halinin fotoğrafını çekebilmek için 1975-2016 arasındaki olayları inceleyen bu çarpıcı yapım, doğal olarak günümüzün insan psikolojisine de gözünü dikiyor biraz olsun. Bu konuda 80’lerden trajikomik bir örneği barındırıyor.

Yazılım dünyasının bu emekleme çağında bir yazılımcı, sırf popülist psikologlarla dalga geçmek için kişisel problemini yazdığında aynı cümleyi soruya dönüştürerek geri soran bir program yazıyor. “Bugün kendimi çok kötü hissediyorum.” yazılınca program “Neden kendini çok kötü hissediyorsun?” diye geri dönüyor mesela. Yazılımcının tüm şaşkınlığına rağmen program çok tutuyor. Çünkü insanların; kendilerine tepeden bakmayan, dalga geçmeyen ve sadece onları dinleyen birine ihtiyaçları olduğu anlaşılıyor. Diğer açıdan bakılınca da insanın kendi yansımasına ve basitliğe olan hayranlığı gözlemleniyor. Bu farkındalık içinde 2010’ların sosyal medya çılgınlığının ve yalan söylediğini inkar bile etmeyen politikacıların popülerliğinin sebepleri daha da billurlaşıyor.

Matrix’te Cypher’ın gerçek olmadığını bildiği et
(Kaynak: filmfoodsafari.wordpress.com)

Günümüz insanlığı artık bir sürü sebebi olan, karmaşık gerçekliği; bırakın anlamayı, dinlemek ve görmek de istemiyor. İnsanlar kandırılmak, aldatılmak ve yalanlarla yaşamak istiyor. The Matrix’te (1999) Cypher’in pirzola yediği sahneyi hatırlıyor musunuz? Devamlı yağmur yağan, kapkaranlık, pek yiyecek olmayan gerçek dünyada yaşamaktansa hayali bir dünyadaki şık bir lokantada, gerçek olmadığını çok iyi bildiği ama beyninin tat sinirlerini bir şekilde uyaran hayali bir pirzolayı yeğliyordu kendisi.

Yaşadığımız böyle bir çağda; gerçeklerin görülmek istenmediği, onun yerine daha basit ama ikame fantazilere inanıldığı bir zaman diliminde; pandeminin yok sayılarak tatile koşulmasını, uyulmayan tedbirleri, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesini, kadınlara şiddet her geçen gün artarken İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmek istenilmesini, onca devlet baskısına rağmen artan döviz kurlarına paralel düşüşe geçen enflasyonu anlamlandırma çabası size de beyhude gelmiyor mu?

Lakin bu durumda tüm suçu politikacılara, ABD’ye, AB’ye veya başka bir makro güce atarak insanın kendisini aklama çabası ne derece anlamlı? Siz de bu insanlığın bir parçası değil misiniz? Eleştirdiğiniz şeylerin hiçbirini gündelik hayatınızda (işte, evde, sokakta…) yapmıyorsunuz, değil mi?

Yazıyı geçen ay izlediğim ve beni çok çarpan bir başyapıtla sonlandıracağım. Ettore Scola imzalı Una Giornata Particolare (1977 – A Special Day), 1938’de Hitler’in İtalya’yı ziyaret ettiği gün geçiyor ama baştaki Hitler ile Mussolini’nin belge(sel) görüntüleri hariç ne bu iki tarihi figürle, ne diğer siyasilerle ya da siyasi olaylarla, ne de herhangi bir şekilde sokakla ilgileniyor. Orta-alt sınıfa ait bir apartman kompleksinde daha önce tanışmamış iki kişinin arasında geçiyor: Biri altı çocuklu bir ailenin vefakâr annesi, diğeri anti-faşist olduğundan çalıştığı radyodan kovulmuş entelektüel bir spikerdir.

Una Giornata Particolare’den bir kare
(Kaynak: Wikipedia)

Tüm insanların heyecanla Hitler mitingine gittiği gün, koca komplekste kalan -kapıcı hariç- iki kişi onlardır ve bir tesadüf anneyi, spikerle tanıştırır. Tüm gün boyunca bir şekilde konuşan, birbirini dinleyen, tartışan ve gülen bu ikiliyi izledikçe anlarız ki gerçek politika o gün şehir meydanında yapılan mitingte yapılmamaktadır. Miting, sadece kapıcının radyosundan duyulan bir kuru gürültüdür. Esas politika bu sade iki vatandaşın konuşmalarında, cümlelerin ardına gizlenmiş imalarda, jestlerde ve mimiklerdedir. Çünkü faşizm başta olmak tüm siyasi akımlar, gündelik hayatın basit detaylarından beslenerek bir çığa dönüşmektedir.

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: