Pinochet Üçlemesi

Bu yıl Oscar’a aday olan ‘Yabancı Dil’ kategorisindeki filmler, gerçekten kaliteli yapımlardı. Sinema sanatının meziyetlerini çeşitli alanlarda kullanıyorlardı. Bunlardan Şili adına aday olan No, gerek siyasi metni gerek gerçek bir olaya dayanması gerekse bunları ana akım sinema diline başarıyla yedirmesiyle öne çıkıyordu. Aslında No, genç Şilili yönetmen Pablo Larrain’in, ülkesinin diktatörlük yıllarını anlatan ‘Pinochet üçlemesi’nin son halkası. No‘yu bahane ederek arka arkaya üçlemeyi izledim. Böylece bu yazının oluşma şansı doğdu.

Tony Manero – 2008

Tony Manero ismini sinemaseverler iyi bilir, bilhassa 70’leri takip edenler. Çünkü zamanın en popüler filmlerinden Saturday Night Fever‘ın baş karakterinin adıdır. John Travolta’yı yıldızlaştıran karakter, işçi tabakasından gelip tezgahtarlık yapan ama geceleri dans yeteneği sayesinde diskoların yarışmalarına katılıp bu yolla üst tabakaya atlamaya çalışan biriydi.

SNF

Gerçek Tony Manero

tony manero

Çakma Tony Manero

Pablo Larrain’in ilk filmi de 80’lerin ilk yıllarında geçiyor. Tony Manero karakterini kafasında saplantı haline getiren, hasta ruhlu birini merkeze yerleştiriyor. İşsiz güçsüz kahramanımız, hırsızlık yaparak ve geceleri bir dans merkezinde dans ederek geçimini sağlıyor. Arada da kimsenin ilgilenmediği insanları öldürmekte sakınca görmüyor. Aslında bundan bir zevk de almadığından neden yaptığını da anlamıyoruz. Hayattaki tek amacı ise, tıpkı Tony Manero gibi, cam bir zeminde dans etmek ve tabii ki onun da amacı olan köşeyi kolay yoldan dönebilmek. Bu uğurda da onun için her şey mübah! Dönemin baskı ve zaruretle dolu atmosferi bile umrunda değil. Onun yoluna çıkmamaları kafi. Tabii, bu anlayış dönemin diktatörlük ve kapitalist anlayışına birebir uyuyor. Baş karakter üzerinden Şili’nin o dönemdeki halet-i ruhiyesini gözler önüne seren Larrain, daha ilk filminde oldukça dengeli, soğukkanlı ve aklı başında bir yapı kuruyor.

Tony-Manero-testo

Alfredo Castro’nun birinci sınıf bir oyunculuk sergilediği film, şimdiden modern bir klasik sayılıyor. 2010’da yapılan çoğu ’10 yılın enleri’ listesine girmiş ve İstanbul Film Festivali’nde de En İyi Film ödülünü almıştı.

Post Mortem (Morg Görevlisi) – 2010

Üçlemenin ikinci filminde Larrain, diktatörlük ihtilalinin hemen öncesine gidiyor. Pinochet sosyalist hükümeti devirmeden birkaç ay önce başlayan film, yine Alfredo Castro’nun oynadığı bir otopsi zabitini merkeze alıyor. Bir hastanedeki morgta, doktorun yaptığı otopsilerin kaydını tutup arşivleyen kahramanımızın bu filmdeki tutkusu da, karşı komşusu. Belli bir zaman öncesinin ünlü bir şov kadını olan komşuya tutulan kahramanımız ile aslında başkasıyla beraber olan ama düşüşe geçen kariyerinde kendini tatmin etmek adına bu garip hayranıyla da takılan kadın arasındaki ilişki yine, Şili’nin 70’lerdeki ruhunu yansıtıyor. Filmin ortasında gerçekleşen ihtilal ise, kırılma noktasını oluşturuyor. Devlet memuru olduğundan bir anda orduya bağlanan kahramanımız, her gün morga gelen yüzlerce ceset arasında sıkışıp kalıyor.

postmortem01-640x420

Ama en dehşet dolu olan sahne, otopsi ekibinin bir anda başka bir binaya götürülüp devrilen devlet başkanının infazına intihar süsü vermeye dayatılmaları oluyor. Larrain, bu sahnede tüm yeteneklerini kullanıp klastofobik, baskılı ve gerilim dolu atmosferi tamamiyle seyirciye geçirmeyi başarıyor. Bu sahneden sonra gelen, hastane koridorlarının bile ceset dolu oluşundan otopsi asistanının cinnet geçirme sahnesi, seyircinin kanını iyice donduruyor. Bu sırada sosyalist olduğundan evindeki bir kuytuya saklanmak zorunda kalan komşu ise, ihtilal ortamının halk tarafını gözler önüne seriyor.

post-mortem

Tek plandan oluşan minimalist final ise, üçlemenin en iyi filmine çok başarılı bir şekilde noktayı koyuyor.

No – 2012

Diğer iki filmin aksine, komediye ağırlık veren ve daha hafif olan üçlemenin son halkası, 80’lerin sonunda diktatörlüğün son yıllarında geçiyor. Larrain, bu sefer tamamen gerçek bir olayı anlatıyor. Bu dönemde, dış ülkelerin baskısıyla (!) Pinochet bir referandum düzenlemeye karar verir. Referandumun sorusu basittir: “Diktatörlüğe devam mı?” Ülke televizyonları ve gezeteleri tamamen Pinochet’e bağlıyken, gece yarısına yakın bir saatte ‘Hayır’cılara 15 dakikalık bir zaman dilimi tahsis edilir. “Nasılsa kimse izlemez!” denilerek boşlanan bu zaman diliminde, ‘Hayır’cılar sıra dışı bir kampanyaya imza atar. Reklamcılığın tüm gramerini kullanarak umut vaat eden, neşeli ama diktatörlüğün kötü taraflarını da vurgulamaktan çekinmeyen bir kampanya hazırlanır. Kampanyanın başına da ülkenin büyük reklam şirketlerinden birinin artistik direktörünü oturtarak resmen kapitalist sisteme nanik çekerler ve onun direktifleriyle hazırlanan reklam filmleri o kadar ilgi çeker ki Pinochet tarafı da paniğe kapılıp onun patronuna bir kampanya hazırlatır. Ortaya çıkan sonuç tarihe geçer: %56 oy oranıyla “Hayır!” denilir Pinochet’e. Böylece, referandumdan 1.5 yıl sonra olsa da 20 yıllık diktatörlükten çekilir Pinochet.

no-2012

İşte böyle bir zaferi, ana akım gramerini kullanarak çeken Larrain, bu yıl Şili tarihinde ilk kez Oscar’a aday oldu. Kapitalist rejimin, kapitalizmin başlıca silahıyla vurulması gibi bir ironiyi öne çıkarması, filmin ana malzemesi. Doğal olarak, hayatın o kadar da basit olmadığını bilsek de bu tatlı zaferden etkilenmemek mümkün değil.

no-2012-001-crowd-of-flags

Larrain’in Pinochet üçlemesi, ana akım filmlere alışkın seyirci için ağır kaçsa da, dünyanın öbür ucundaki bir ülkenin politik geçmişine dair sağlam fikirler elde edinebilmek için birebir ve bu bakış açısını kaliteli bir üçleme aracılığı ile izlemek, her zaman denk gelmez.

1988’de gösterilen gerçek ‘NO’ reklamları

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: