Sinema Sinema
Mission Impossible – The Ghost Protocol [Brad Bird – 2011]
Yaklaşık 2 ay oldu filme gittiğim. Ama yine de yazmak lazım Cruise abinin son marifetini. Yetenekli animasyonculardan Brad Bird’ün ilk defa gerçek oyuncuları yönettiği bu ünlü serinin son filmini izlemesi çok keyifli. Az sayıda aksiyonun ciddi anlamda yüreğinizi hoplatabildiği günümüz sektöründe, büyük perdede böyle bir film izleyebilmek çok hoş. Yanlış anlaşılmasın, son Tehlikeli Görev türe yeni bir şey getirmiyor. Hatta konusu oldukça basit. Dört kişilik bir ekip, yine son saniyede dünyayı kurtarıyor. Ama film ne yaptığının bilincinde olarak oldukça dozunda hamlelerle adımlarını atıyor. Keyifli olan da bu. Yoksa ne bir Casino Royale ne de bir Bourne Identity.
A Dangerous Method [David Cronenberg – 2011]
Cronenberg’ün son filmini beğenmeyenlerdenim. Ünlü psikoanalist Jung’ın hayatını anlatan film, doğal olarak Freud’u ve bolca psikoanaliz terimi barındırıyor. Ama nedense bu kışkırtıcı özdense Cronenberg, Jung’ın önce hastası, sonra da meslektaşı olan Dr. Sabina Spielrein ile ilişkisine odaklanmış. Vasatın biraz üzerinde gezinen seyir keyfi, Keira Knightley’in abartılı oyunculuğuyla zedeleniyor ne yazık ki.Sonuçta kolayca unutulacak bir dönem filmine dönüşüyor. Halbuki bizim, bu kadro (Cronenberg, Fassbender ve Mortensen) ve konudan daha iyisini istemek hakkımız değil mi?
Take Shelter [Jeff Nichols – 2011]
Geçtiğimiz yıl, yurt dışında bolca övülen bu sıra dışı bağımsız film, her göze uygun değil. Taşrada yaşayan kalifiye bir işçinin, yavaştan gaipten sesler duyması ve kehanet düzeyinde rüyalar görmesini anlatıyor. Oldukça sakin temposu, gerçeküstülüğe göz kırpan konusuna rağmen her daim ayağı yere basan senaryosu ve Michael Shannon’un alkışlanılası performansı filme sizi çekiyor. Bu garip filme aşık olanlar kadar nefret edenler de olacaktır. Bence bir şans verin, her zaman karşınıza çıkmaz.
Friends with Kids [Jennifer Westfeldt – 2011]
Bu şeker-şurup romantik-komedi, akşam eve gelip de kafayı dinlemek için izlenecek cinsten. Hiç kafayı yormadan, sıkmadan size 100 dakika vakit geçirttiriyor. Çok yakın iki arkadaşın, romantizme bulaşmadan birbirlerinden çocuk sahibi olmalarını ve sonrasını anlatıyor. Filmin esas kozu oyuncu kadrosu: Jennifer Westfeldt, Jon Hamm, Kristen Wiig, Chris O’Dowd, Maya Rudolph, Adam Scott, Megan Fox ve Edward Burns’ten oluşan ekip çok iyi (evet bir çoğu geçen yılın ünlü komedisi Bridesmaids‘te de beraberdi). Senaryo ise, When Harry Met Sally…‘den bozma; Westfeldt biraz daha yetişkinini yazmaya çalışmış ama içinde bir sürü boşluk var. Yine de keyifle izleniyor. Hamile ve yeni çocuk sahibi çiftlere önerilmez!!!
Shi (Poetry) [Chang-dong Lee – 2010]
Bizde geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde gösterilen film, batıda 2011’in en iyilerinden biri olarak bolca adını duyurdu. Güney Kore yapımı bu oldukça ilginç film, ilk aşama Alzheimer teşhisi konan bir kadının başına gelenleri anlatıyor ama olayların hastalığıyla ilgisi yok, filmde kimse hasta olduğunu bilmiyor. Yaşamının son demlerinde şiir yazmak isteyen, hizmetçilik yaparak geçinen sevimli bir Koreli kadının, beraber yaşadığı torununun işlediği bir suçtan ötürü yaşadıkları anlatılıyor. Sakin temposu, ufak delikleri görmezden gelebileceğimiz kurgusu dakik senaryosu, Güney Kore’nin sıradan hayatlarını kenarlara işleyen küçük öyküleri ve başroldeki Jeong-hie Yue’nun harika performansı (Meryl Streep halt etsin) sayesinde çok başarılı bir filme dönüşüyor. Bir köşeye yazın.
Tower Heist [Brett Ratner – 2011]
Ratner’dan bekleneceği üzere berbat bir senaryo ile aksiyon-komedi yapmaya çalışan film, bazı anlarda cidden sinir bozuyor. Casey Affleck’in o kadroda ne aradığını ben dahil herkes merak ediyor!
J. Edgar [Clint Eastwood – 2011]
FBI’ın kurucusu ve uzun süreli yöneticisi J. Edgar Hoover’ın hayat hikayesini anlatmaya çalışan film, sağcı Eastwood ile eşcinsel senaristinin (iki sıfatı da karşıtlıkları belirten birer sıfat olarak kullandım) uyuşamaması sonucu vasat bir dönem filmi/biyografi olarak kalmış. Leonardo di Caprio’nun yerinde performansı, Judi Dench ile Arnie Harmer tarafından gölgeleniyor. Yine de benim gibi, dönemi gözlemlemek için izleyebilirsiniz.
The Muppets [James Bobin – 2011]
Benim kuşaktan kimsenin Muppets izlememişliği yoktur herhalde. Bu kukla şovunu sevmemek inanın çok zor. Gereksiz absürdlüğü bu yaşımda biraz canımı sıksa da bazı sahnelerde o kadar sevimliler ki hayran olmamak imkansız. Hele filmde, o enfes ‘Muppet Theme’ çalmaya başlayınca bir hüzünlenmişim ve bir keyiflenmişim ki sormayın. Günümüzün en popüler iki sitcomunun (How I Met Your Mother ile The Big Bang Theory) iki starının karşılıklı söylediği (Oscar da alan) ‘Man or Muppet’ şarkısına dikkat. Bir de sonda ‘Manha Manha’ çaldı ya of ki of!
Captain America: The First Avanger [Joe Johnston – 2011]
Sadece Marvel evreninde bir film eksik kalmasını istemediğimden izlediğim bu süper-kahraman filmine boşuna para vermeyin, evde de gayet izleniyor.
Young Adult [Jason Reitman -2011]
Jason Reitman ve senarist Diablo Cody’den çok daha fazlasını beklerken, yerine gediklere sahip senaryosu ve temposu dengesiz bir film izledim. Sinemada izleseydim çok kızardım. Charlize Theron’un güzelliği ve iyi performansıyla avunup bir an önce uzaklaşıyoruz.
The Rum Diary [Bruce Robinson – 2011]
Beat kuşağının ünlü simalarından Hunter Thompson’ın kendi anılarından romanlaştırdığı aynı adlı kitaptan uyarlanan film; içki, eğlence, yozlaşma ve hayatın kendisi hakkında bir dünya vaat ediyor. Ben izlerken keyif aldım. Johnny Depp’in artık göz tırmalayan plastik oyunculuğu ve Amber Heard seksi olmaktan (güzel değil kesinlikle) başka hiçbir şeye sahip olmaması filmin önemli eksileri.
Son Yorumlar