Arşiv
Yaşamın Kıyısında
Fatih Akın’a karşı hep soğuk kalmışımdır. Son iki filminde hep kusurlar buldum ve başkalarının beğendiği kadar başarılı bulmadım. Bir tek Im Juli’yi seviyordum, onda da bariz senaryo hataları olmasına rağmen sıcacık olmasının getirdiği bir duyguydu. Halbuki Yaşamın Kıyısındaçok farklı. Kendini sevdirmesini biliyor ve çok başarılı bir film.
21. yüzyılın ilk on yılına kesinlikle damga vuran parçalı hikayeli ve kesişen insanları anlatan filmlerden biri daha var karşımızda. Filmdeki 6 insanın hayatları bir şekilde birbirlerine teğet geçiyor. Üstelik bu örgüyü alelade kullanmayarak zoru başarıyor. Neye nerede müdahale etmesini bildiğinden film dağılmıyor, tam tersine finalde birleşiyor.
Filmde 3 ana bölüm var: ‘Yeter’in Ölümü’, ‘Lotte’nin Ölümü’ ve ‘Yaşamın Kıyısında’. Yönetmen/senarist her bölümün başlığını başında vererek, bize ne olacağını zaten söylüyor ama, hep dediğim gibi, sinemada sorun ne olduğu değil, nasıl olduğudur. Bunun da onlarca örneği vardır. En barizi de Titanic’tir, herkes geminin batacağını bile bile sinemaya gitmiştir fakat asıl merak edilen geminin nasıl batacağıdır.
Bu filmde de bölüm sonlarını bilsek de merak ediyoruz, nasıl olacak diye. Mesela ilk bölüm: Karadenizli Ali, genelevde tanıdığı Yeter’i yanına alır. Yeter de toplum baskısından kurtulmak için kabul eder. Bir yandan Türkiye’deki kızını özleyen Yeter, içini Ali’nin Alman Dili Profesörü oğlu Nejat’a açar. Tam ortalık durulmuşken vahim bir kaza sonucu ölen Yeter, Nejat’ın Türkiye’ye gitme sebebini oluşturur. İstanbul’da Yeter’in kızını arayan Nejat, en sonunda bir kitapçı açarak İstanbul’a yerleşir.
İkinci öyküde ise Yeter’in kızını görürüz. Onun da hikayesi, kendisinin olgunlaşıp dünyaya farklı açıdan bakmasıyla sonuçlanıyor. Yani filmdeki 6 ana karakterden ikisi olgunlaşırken, ikisi ölüyor, kalan diğer ikisiyse çocuklarını anlama ve onlara kendilerini anlatabilme çabasında. Ölüm hakkında çeşitlemeler sunan film, bir yandan da evebyenlik ve çocuk olma durumunu masaya yatırıyor. Yeri gelince anne/babalarını anlamayan çocuklar hayatlarındaki deneyimlere paralel onları anlamaya başlıyor ve hayata farklı bakıyorlar.
Filmin esas derdi yukarıda anlattıklarım olsa da ve bunları anlatmada çok başarılı olsa da yan hikayeciklerde bir bocalama söz konusu. Yıllar önce senaryo yazma hakkında sohbet ettiğim bir arkadaşımın dediği gibi, başlangıç ve sonuç ortada ama problem onları nasıl bağlayacağın, yani problemi matematiksel olarak nasıl çözeceğindir. Burada da Akın, ana iskeleti harika kursa da onu destekleyen yan unsurlarda bu başarısını gösteremiyor. Mesela? Lotte’nin ölüm sebebinin yüzeysel kalması ya da Nejat’ın hayatını 10 günde tümüyle değiştirmesi gibi. Ama genel tabloya baktığınızda bunlar asla göze batmıyor.
Oyunculuklara gelirsek, 6 ana oyuncu da birbirleriyle yarışıyor diyebiliriz. 2 usta, Tuncel Kurtiz ve Hanna Schygulla’yı izlemeye doyamıyorsunuz. Nursel Köse benim için yeni bir keşif oldu. Baki Davrak çok sakin oynarken, Nurgül Yeşilçay karakteriyle özdeşleşmesini biliyor. Lotte rolündeki Patrycia Ziolkowska ise oldukça dinamik oynuyor, hislerini dışarıya vererek.
Son sözüm filmin ses kaydına. Bence tek kelimeyle şahane diye nitelendirebileceğim kayıtta, Kazım Koyuncu-Şevval Sam’ın ‘Ben Seni Sevdiğimi’ düeti filme damgasını vuruyor.
Siz de ailece sinema salonuna girerek bu güzel yapımı seyredin. Hele o mükemmel, tek plan finalde ayağa kalkmadan sadece huzur bularak jeneriğin akmasını seyredin.
Oyuncular: Nurgül Yeşilçay, Baki Davrak, Tuncel Kurtiz, Hanna Schygulla, Patrycia Ziolkowska, Nursel Köse, Erkan Can – Görüntü Yönetmeni: Rainer Klausmann – Müzik: Shantel – Yazan ve Yöneten: Fatih Akın
****1/2 G.T.: 26 Ekim Y.T.: 1 Kasım
Persepolis
Fransızlar daha çok animasyon yapmalılar. Onların animasyonları bir farklı oluyor. Ne Pixar, ne de Miyazaki gibiler. Bambaşka çiziyorlar çizgilerini. En son Belleville’de Randevu ile şahit olmuştuk bu türe. Üstelik değişik olan sadece teknikleri değil, hikaye anlatma biçimleri de. Dolayısıyla bir başka yapıyor bunlar filmlerini. Her biri izlenip, zevk alınması gereken filmler.
Marjane Satrapi’nin otobiyografik hikayesini izliyoruz. İran doğumlu bir grafik romancı olan Satrapi, çocukluğundan Fransa’ya taşınmasına kadar olan zamanı kimi zaman oldukça gerçek, kimi zaman da masalsı olarak anlatıyor bize. Tabii öyküyü ilginç kılan husus, bu çocukluk ve gençliğin, politik çalkalanmalar yaşamakta olan İran’da geçmesi. Dolayısıyla dünya filme, bir animasyon olarak değil, bir politik günlük olarak bakıyor. Bence çok yanlış. Bu şartlanmayla giden seyircinin hayal kırıklığına uğrası bile muhtemel. Çünkü Satrapi İran’ı kötülemiyor, sadece gördüğü olayları takdire şayan bir sadelikle anlatıyor. Böyle yapması da, filmin değerini (en azından benim gözümde) bir kat daha arttırıyor. Halbuki filme politik unsurları için giderseniz, bir çocuğun politik bakış açısını izleyeceksiniz ki size çok hafif gelebilir.
Seslendirenler: Chiara Mastroianni, Catherine Deneuve, Danielle Darrieux, Simon Abkarian, Gabrielle Lopes Benites, Gabrielle Lopes, François Jerosme – Müzik: Olivier Bernet – Senaryo: Vincent Paronnaud, Marjane Satrapi (Marjane Satrapi’nin çizgi romanından) – Yönetmen: Marjane Satrapi, Vincent Paronnaud
**** G.T.: 26 Ekim Y.T.: 30 Ekim
4 Ay, 3 Hafta ve 2 Gün
Filmi seyrederken kendimden ciddi ciddi şüphe duydum: “Ben mi salağım, anlamıyorum?” Neyse ki jenerik akmaya başlayınca arkadaşım Naci, duygularıma tercüman oldu: “Abi, kaç, kaç! Çabuk!”
Söz konusu film Cannes Film Festivali’nde bu yıl Altın Palmiye almıştır, ey okuyucular. Aradan 2 gün geçti izleyeli, hala düşünüyorum, nasıl böyle bir filme o koskoca ödülü verebilirler. Anlamıyorum.
Film, komünizmin son yıllarını yaşayan Romanya’da kürtaj sorununu anlatıyor. Kürtaj yasa dışı olduğundan otel köşelerinde kürtaj olmak zorunda kalan 2 üniversite öğrencisi genç kızın başına gelenleri izliyoruz. Doğrusu içlerinden biri kürtaj oluyor ama neden olduğunu hala sorguladığım üzere öbür kız daha çok etkileniyor olaylardan (tamam, olay beklemediği şekilde ona da dokunuyor ama…).
Ben bir kere şunu anlamadım: Film bize ne anlatmak istiyor? Kürtaj kötü bir şeydir mi? Kürtaj yasa dışı olmasaydı hiç bunlar olmayacaktı mı? Bir kürtaj oldum, hayatım değişti, erkek arkadaşımdan nefret ediyorum mu? Nedir? Bana 2 saat boyunca o film neden izlettirdiniz? Bu filmin Dünya Sinema Tarihi’nde ne gibi bir yeri olabilir?
Bana bu soruları açıklayan olursa beri gelsin.
Oyuncular: Anamaria Marinca, Laura Vasiliu, Vlad Ivanov, Alexandru Potocean, Ion Sapdaru, Teodor Corban – Görüntü Yönetmeni: Oleg Mutu – Yazan ve Yöneten: Cristian Mungiu
Son Yorumlar