2024 Özeti

2024’te dünyada, ülkede ve kişisel hayatımda yine bir sürü şey oldu. Bunların bir kısmını ya hiç fark etmedim ya da etkisinin önemini daha kavrayamadım. Lakin fark ettiklerim ve deneyimlediklerim arasında üzerine en çok kafa yorduklarımı kısaca özetlemeye çalışayım.

Özel hayatımda seneyi en fazla domine eden şey, 40 yaşımı doldurmamdı. Yaşa pek önem vermesem de bu durum, geçmişi biraz didiklememe yol açtı. Bu gayri ciddi sorgulama da bir Spotify müzik listesiyle, bir yazıyla ve arkadaşlarımı çağırdığım bir geceyle sonuçlandı. Fakat bu üç somut çıktıdan ziyade, bunların hazırlanma süreci ve akabinde bana düşündürttükleri beni etkiledi.

Arkadaşlık/dostluk müessesesi, üzerinde yeterince durulmayan bir konu. Sosyal bir tür olan insanın, yaşamındaki en önemli ilişki türü belki de. Doğuştan gelmediği için kişinin bilfiil emek vererek kurması ve yaşaması için iki tarafın da istemeye devam ederek çaba göstermesi gerekiyor. Aksi hâlde kuruyor ve bir yerde sona eriyor. 

Bu yıl, bende iz bırakan sona ermiş bazı arkadaşlıklarımı düşündüm. Neden devam etmediğini, bendeki etkilerini… Hâlâ devam edenleri malum geceye çağırdım. Gelemeyenler oldu tabii ama bahaneyle de konuşmuş veya yazışmış olduk.

O gece çok bölündüm. Çünkü birbiriyle alakasız farklı kişiler benim için geldi ve hiçbiriyle gereğince ilgilenemediğimi hissettim. Sanırım bir daha bu tarz bir etkinlik düzenlemem ama bahaneyle senelerdir göremediğim bazı dostlarımı gördüm ve onlarla sohbet etmeyi ne çok özlediğimi fark ettim. Artık onlarla daha sık görüşmeye çalışacağım çünkü hayat onlarla daha manalı.

Aslında sevgililik ve bunun devletle-aile-toplum önünde tescillenmiş hâli olan evlilik de özel bir ilişki türü. Fakat bir asır önceye kadar böyle düşünülmüyordu. Evlilik -o zamanlar- bir anlaşmaydı. Bu yüzden evlilik yüzüğüne, Latin kökenli dillerde ‘anlaşma’ anlamına gelen ‘alyans’ diyoruz. Kadının ve erkeğin belli sorumlulukları vardı ve bunları yapması yeterliydi. Arkadaş olunması şart değildi. Zaten zaman da, zamanın istekleri de farklıydı.

Son 100 yılda toplum da, teknoloji de, toplumun hayata bakışı da çok değişti. Kadın başta olmak üzere, bireyin konumu da değişti ve dolayısıyla evlilik kurumunun da değişmesi kaçınılmaz oldu. Artık iki taraf da her anlamda eşit ve bu özel ilişkinin yaşaması için iki tarafın da sürekli emek vermesi gerekiyor.

Üzücü de olsa olağan olan şu ki bilhassa erkekler evlilik kurumundaki bu değişimi kabullenmek istemiyor. Bu durum ise boşanmaların artmasına yol açıyor. Arkadaşlarımı topladığım gecede üç boşanma haberi duymak beni şaşırttı. İkisinin nedenlerini bilmiyorum açıkçası ama cinsiyetinden bağımsız olarak bireyin, daha fazla farkındalık sahibi olması gerekiyor.

Birey öncelikle kendisinin farkında olmalı. Neyi isteyip, neyi istemediğini ve de zamanla bu isteklerindeki değişimi iyi analiz edebilmeli. Bunlara ek olarak da herhangi bir ilişkisinde dinamikleri gözlemleyebilmeli. Aksi hâlde günümüz dünyasında ruhsal olarak ayakta durmak çok zor. 

Tabii ilişkilerin böyle çetrefilli bir duruma evrilmesi; bireyin neredeyse herkesten, her an şüphelenmesine, her şartta kendisini öncelemesine ve egosunun da tavan yapmasına yol açıyor. Bu, maalesef hayatın her tarafı için geçerli günümüzde ve her geçen yıl şiddeti artıyor. İşte, evde, yolda, alışverişte… Siyasilere, komşumuza, yan şeritten geçen arabanın şoförüne, gittiğimiz hekime, et aldığımız kasaba, evimizi yapan müteahhite, patronumuza güvenmiyoruz. Üstelik güvenmememiz için mevcut sebepler her geçen gün artıyor.

Halbuki herkes, her şeyden anlayamaz. Mesela ben sonlu elemanlar analizi alanında uzmanlaşmış bir makine mühendisiyim. Ama birkaç yıl önce ekonomi terimleri sözlüğü okudum çünkü kazandığım parayı ne yapacağım konusunda kimseye güvenmiyorum. Aynı şekilde tıp, mimarlık, inşaat vs gibi her şeyi okuyamam ki! Birilerine güvenmem gerek ama kime ve nasıl? 

Her alanda herkes birbirini suistimal etmeye başladı. Bu durum aşikarlaştıkça düzeleceğine, her şey daha kötüleşmeye başladı. “Dünya düzdür” savına inananların veya aşı karşıtlarının azalacağına giderek artmasının sebebi bence bu. İnsanlar kime, neden ve nasıl inanacağını bilmiyor. En küçük bir yanlış anlamada, iletişimsizlikte sorun daha da katmerleniyor üstelik.

Günlük hayatta bu durum giderek arapsaçına dönerken, sistem bu durumu çözeceğine yararlanma peşinde. 2024’te dinlediğim bir podcast yayınında Yalın Alpay ‘post-truth’ kavramının ‘gerçek sonrası’ değil, ‘gerçeğin anlamını kaybetmesinin ardından’ manasına geldiğini söylemişti. Yani artık gerçeği söylemeniz, yazmanız, savunmanız değil; karşı tarafın iddianıza -yanlış, hatta saçma da olsa- inanması önemli. Şu anda iktidarda olan çoğu hükümetin bu durumu sonuna kadar kullandığını görüyoruz. Erdoğan, Putin, Trump… 

Giderek her şey maddileşiyor. Burada kastettiğim sadece parasal kıymet değil, birer sayıya dönüşmemiz. Mutluluk enflasyon oranına, kişi başına düşen gelire, tuttuğunuz takımın skoruna, oy verdiğiniz partinin yeni anketlerdeki oranına bağlı artık. Böyle olunca kişiler de birer sayı. Gazze’de şu kadar çocuk yaralanmış, Kartalkaya’da şu kadar kişi ölmüş, o film şu kadar ödül toplamış.

Tartışmamız ve düşünmemiz gereken esas konuların içleri boşaltıldıkça, birer rakama dönüştükçe yaşamlarımız da manasızlaşıyor. Yapay konulara kafa yormaktan, birinin çıkarı için ölen insanları veya hayatını heba edenleri görmek, “Neden yaşıyoruz?” sorusuna içten bir cevap vermek zorlaşıyor.

Daha da ilginci, sadece ezilen çoğunluk mutsuz değil. Anlık olarak kazananlar da mutsuz çünkü bu kazançlarını hakkıyla elde etmediklerinin bilincindeler ve dolayısıyla her an kaybeden tarafına geçebileceklerinin farkındalar. Farkında olmasalar da hissediyorlar. Bu yüzden de daha şiddetli, daha ölümüne ezmeye çalışıyorlar. İkiyüzlülüklerini yaparken artık saklamaya da uğraşmıyorlar.

Ama onlar ezdikçe verilen tepki de artıyor ve giderek şiddetlenen bir kaos oluşuyor. Ânı kurtarıyorlar ama tüm geleceklerini riske atıyorlar. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri geçiştirilen, suni pansumanlarla çözülmüş havası verilen her konu sonradan çözülmesi daha da zorlaşarak önümüze gelmiyor mu? Filistin sorunu, Kıbrıs sorunu, Kore’nin bölünmesi, Kongo ve çevresindeki şiddet sarmalı, Latin Amerika’daki darbeler,…

Ben artık neye ve kime inanacağımı bilmiyorum. Kafam karmakarışık. Bazen yalnızken çok basit bir konuya hüngür hüngür ağlar hale geldim. Artık o konuya mı ağlıyorum, kendime mi, dünyaya mı bilmiyorum. Ama büyük ihtimalle 2025 özeti yazım çok daha karamsar olacak.

Kişisel geleneğim olduğundan 2024’te en beğendiğim film ve dizilerin listesini aşağıya bırakıyorum.

1967 yapımı PlayTime filmi, çekildiği zamanı anlattığı kadar günümüzü de şık bir biçimde betimliyor. Öylesine açıp izlemeye başladığım bu film, beni şoke etti. İnsanların iletişimsizliği ve bunun modern hayattaki yansımaları ancak bu kadar sanatsal ve farklı anlatılabilir.

2024’te ilk kez izlediğim, 2022 veya daha önceden yapılmış filmlerden en beğendiklerim

1) PlayTime – Jacques Tati – 1967

2) Mon Oncle (My Uncle) – Jacques Tati – 1958

3) Stop Making Sense – Jonathan Demme – 1984

4) Alphaville, Une Etrange Aventure de Lemmy Caution (Alphaville) – Jean-Luc Godard – 1965

5) Spring Night, Summer Night – Joseph L. Anderson – 1967

6) Les Vacances de Monsieur Hulot (Monsieur Hulot’s Holiday) – Jacques Tati – 1953

7) Fantasia – Bill Roberts, Paul Satterfield, vd – 1940

8) Trafic – Jacques Tati – 1971

9) Vanskabte Land (Godland) – Hlynur Palmason – 2022

10) Kauas Pilvet Karkaavat (Drifting Clouds) – Aki Kaurismaki – 1996

The Zone of Interest, tüm yıl boyunca üzerine yazmak isteyip de bir türlü düşüncelerimi süzemediğim tek film oldu. İkinci Dünya Savaşının bir kesitini, muazzam bir teknik beceriyle anlatırken aslında 21. yüzyıl insanının ikiyüzlülüğü ancak böyle anlatılabilirdi.

2024’te 2023 veya 2024 yapımı filmlerden en beğendiklerim

1) The Zone of Interest – Jonathan Glazer – 2023

2) Anora – Sean Baker – 2024

3) Nu Aştepta Prea Mult de la Sfârșitul Lumii (Do Not Expect Too Much From the End of the World) – Radu Jude – 2023

4) All We Imagine as Light – Payal Kapadia – 2024

5) Ainda Estou Aqui (I’m Still Here) – Walter Salles – 2024

6) Dargeçit – Berke Baş – 2024

7) Furiosa: A Mad Max Saga – George Miller – 2024

8) Dahomey – Mati Diop – 2024

9) Straume (Flow) – Gints Zilbalodis – 2024

10) Godzilla Minus One – Takashi Yamazaki – 2023

Yine iletişimsizlik üzerine bir başyapıt. Yabancı ve çok garip bir gezegende mahsur kalmış bir grup insanın, kurtulmaya çalışırken aslında öncelikle kendileriyle yüzleşmeleri gerektiğini gösteriyor. Scavengers Reign’i izlemesi de, sindirmesi de zor fakat sonunda verdiği sanatsal haz ve sevk ettiği düşünce dünyası o çabaya değiyor.

2024’te izlediğim dizi sezonlarından en beğendiklerim

1) Scavengers Reign – 1. sezon – 2023 (HBO Max)

2) For All Mankind – 1. sezon – 2019 (Apple+)

3) Baby Reindeer – mini dizi – 2024 (Netflix)

4) Anadolu Arkeolojisi – tüm sezonlar – 2018-2023 (TRT 2 / tabii)

5) Slow Horses – 2. sezon – 2022 (Apple+)

6) Slow Horses – 4. sezon – 2024 (Apple+)

7) For All Mankind – 4. sezon – 2024 (Apple+)

8) Sugar – 1. sezon – 2024 (Apple+)

9) Slow Horses – 3. sezon – 2023 (Apple+)

10) For All Mankind – 2. sezon – 2021 (Apple+)

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın