Ciddi Bir Bayram Yazısı
Geçen seferki bayramı da (kurban olanı) evimde geçirmiştim. Sizlere küçük bir yazı yazıp, dünyadaki tüm olumsuzlukları, bir bayram olsun, görmezlikten gelip hayatın küçük güzellikleriyle nefes almanızı öğütlemiştim. Kaçınız bu öğüdümü tuttu bilemeyeceğim ama dünyadaki olumsuzluklar giderek ve ısrarla artmaya devam ediyor.
Sanki biraz uzaktaki köprünün yıkık olduğunu bildiğimiz bir trende yol almaya devam ediyoruz. Tek yapabileceğimizin de gözümüzü kapatıp, hayatımızdaki güzel anlarımızı düşünmek olduğunu sanıyoruz. Son birkaç aydır tüm bu düzenin o kadar umutsuz olmadığını fark ettim. Kafamızı kuma gömmek veya suçu başka birilerine atmaktan vazgeçmeliyiz. Sonuçta ilerideki köprüden düşeceksek hep beraber düşeceğiz. Hiçbir şeye karışmamakla veya bir çocuk gibi “Öğretmenim! O da şunu yaptı!” deyip suçu başkasına atmakla treni düşmekten kurtaramayız. Önce durup, sakin kafayla düşünmeliyiz. “Ben kimim? Tüm bu düzenin içinde nerdeyim? Hoşlanmadığım olaylara karşı nasıl bir aksiyon alıyorum? Aynısı bana yapılsa ne yapardım?”
İyilik de kötülük de içimizde. Hepimizin içinde! Bunun farkına varıp, tek iyinin kendimiz, tek iyi kararların kendi kararlarımız olmadığını anlamalıyız. Hata yapabildiğimizi, yanlış kararlar verebildiğimizi, gerekirse bunları afişe etmenin sanıldığı kadar kötü olmadığını anlamalıyız. Mesela ben bunları yazıyorum da hiç mi hata yapmadım? En çok aileme olmak üzere, eski kız arkadaşlarıma, dostlarıma, arkadaşlarıma sürüyle hata yaptım. Hepsi de benim içimde yazılıdır, hesapları da er ya da geç verilecektir. Önemli olan hata yapmamak değil, yaptığın hatanın farkına varıp ondan gerekli dersi çıkarabilmektir.
Ama çevreme baktığımda, bunu anlamamak çırpınan bir kalabalık görüyorum. Bir konuşmamızda ortak tanıdığımızı yerin dibine sokan kişi, 10 dakika sonra aynı hatayı bir başkasına yapabiliyor ve kendini haklı farz ediyor. Çünkü kendi fikrinin hatalı olabileceği ihtimalini düşünmüyor bile. Bu örnek, en küçük, günlük bir olaydan; gayet büyük, savaşa sebebiyet verebilecek olaylara kadar geçerli.
Son birkaç aydır adalet anlayışımız çok sorgulandı. Sanki bu topraklarda, yüzlerce yıldır muntazam bir adalet sistemi var da, gül gibi adil bir yaşam sürdük de AKP hükümete geldi, adaletsiz yönetilmeye başladık. Bu toprakların en güçlü olduğu Kanuni zamanında bile Fuzuli “Selam verdum, rüşvet deyudur deyu almadular.” diye yazmamış mıdır ünlü Şikayetname‘sinde. Ne Osmanlı zamanında, ne Cumhuriyet zamanında hiçbir zaman adil bir sistemimiz olmadı. Erki ele geçiren her grup (bu ister bir siyasi grup, ister bir tarikat, ister bir mezhep, ister bir etnik grup olsun) kendi yararına devletin tüm güçlerini (ordu, polis, hukuk, bürokrasi, eğitim, sağlık, vs.) kullanıp karşıt düşünceyi canının istediği gibi cezalandırdı. Kah astı, kah hapse attı, kah sesini kıstı. Daha da ilginci, hepsi günü geldiğinde sona erdi (koskoca Osmanlı bile 200 yıl sürse de battı!) ve başa geçen yeni grup yine aynısını yaptı. Sanki tüm sistem bir marangoz hatasından* ibaret de gruplar köşe kapmaca oynuyor. İktidar rolünde olan hükümdar olup, kendi bildiğini okuyor; muhalefet ise hep zulmedileni oynuyor. Bu oyun; Jön Türklerde de, Abdülhamit döneminde de, İttihat ve Terakki döneminde de, (ne yazık ki) Atatürk döneminde de, Büyük Şef döneminde de, Menderes’li yıllarda da, sonrasındaki ordu gözetimindeki sağ ağırlıklı dönemlerde de değişmedi. Doğal olarak, AKP hükümetinde de değişmedi.
Bazılarınız “Kardeşim bu topraklara hiç mi iyi adam gelmedi?” diye sorabilir. Atatürk’ün yaptığı bazı hatalara (Güneş Dil Teorisi mesela) karşı iyi bir politikacı olmadığını inkar edemeyiz mesela. Tüm suçu tek kişiye atamayız zaten, atmamalıyız da. Sorun bizim mantalitemizdedir, daha doğrusu sistemdedir. Sistemin değiştirilmesi de tek adamın yapacağı iş değildir! (ki bunu değiştirmeye en yaklaşan kişi de Atatürk’tür!) Özellikle son 3 ayda yaşadıklarımız, bunu daha da aleni biçimde göstermektedir. Eğri oturup, doğru konuşalım; 2003’e kadar bir şekilde ülkenin kaymak tabakası hep iktidardi. Partilerin, isimlerin değişmesi bunu, ne yazık ki hiç değiştiremedi. Hatta Soner Yalçın’ın Efendi kitabında şöyle bir cümle vardı: “Bir aile düşünün ki iktidar sahipleri değişse de kabinede her zaman ailenin bir ferdi bulundu!” Bu yüzden bu kaymak tabakasının yaptığı zorbalıklar, yanlışlar ve hatta fiyaskolar görmezden gelindi, hasır altı edildi veya zorla ortaya çıkması engellendi. 1923’ten 2003’e kadar devletin hesap vereceği o kadar olay var ki! Bu hatalar, hep de aynı bahaneyle savunuldu: “Devletin bekaası için!”
Affedersiniz ama ben bu cümleye çok gülüyorum. Çünkü ben insana önem veririm ve insanın da bu dünyada yaşayan, tıpkı diğer canlılar gibi, nefes alıp veren sıradan bir canlı olduğunu savunurum. O yüzden parası, gücü, erki olduğundan kendini diğer insanlardan üstün zannedenlerden hiç hoşlaşmam. (Ama nefret etmem, çünkü ‘nefret’ kötülüğü getirir.) Keza devlet denilen sistem de, insanların yaşamını kolaylaştırmak için kurulmuş bir sistemdir. Bir gruba ait değildir! İnsanlar devleti korumaz! Devlet, insanını korur! Yani devletin geleceği için insan öldürülüyorsa, orada bir hata vardır! Hiçbir bahane de buna gerekçe olamaz. Bunun bir polis, bir asker, bir ajan tarafından yapılması da bu hatayı doğru yapmaz!
2003’ten sonra hasbelkader, farklı bir kesim iktidara gelince işler değişti. Kaymak tabaka, muhalefette kaldı. Önceleri ekonomik pompayla durum kontrole alındı. İki taraf da halinden memnundu. Yeni hükümet kadrolaşsa da para geldiği müddetçe sorun yoktu, hem askere de dokunmuyorlardı. Yeni hükümetin zamanla kendine güveni artınca işler değişti ama! Önce kendine saldıranları temizledi. (bkz. Uzanlar, tabii adamlar o kadar kokuşmuştu ki kimse olayı sorgulamadı) Sonra sıra eski zamanların hesaplarını temizlemeye gelince sorunlar başladı. (Burada da AKP’nin kendi içindeki nefreti kusması var ki yukarıda da yazdığım üzere ‘nefret’ kötülüğü getirir!) Orduyu hizalamak için Ergenekon süreci başlatıldı. Burada şunun altını mutlaka çizmeliyiz ki ordu da hiçbir zaman ak kaşık değildi, bilhassa 1960’tan 2003’e kadar bir erk sahibi olarak dilediği atı koşturdu bu ülkede, kendini ülkenin sarsılmaz koruyucusu sandı. Ama yazdığım üzere, hiçbir sistem insandan üstün değildir, olamaz da! Dava süreci yanlış mıydı, kesinlikle! Ordu böyle cezalandırılmamalıydı! AKP’nin yaptığı küçük bir çocuğun kendisini yenmek isteyen diğerinin kusurlarını ortaya dökmekten başka bir şey değildir. Lakin bu kusurları açıkça (kanunen) çıkaramayınca (ki kimsenin çıkarabileceğini de zannetmiyorum) düzmece kusurlar yarattı. Bahaneyle ülkeye çöken ordu vesayeti yenildi ama ne uğruna! Bir zorbalığı bitirip kendi zorbalığını yarattı. Ve: Elde kaldı sıfır!
Ergenekon süreci devam ederken de AKP, elinde birikmiş bagajlarının yıpratıcılığıyla ciddi hatalar yapmaya başladı, bilhassa dış politikada. Bu arada yaklaşan ekonomik krizi de gördü ve bu onu daha da panikletti. Çünkü ekonominin kötüleşmesi, onu bir şekilde destekleyen kapitalistlerin elden gitmesi ve daha kötüsü iktidarın gitmesi demektir. (Çünkü AKP’nin çok sevdiği neo-liberalizmde para her şeydir!) Nitekim Gezi Olayları ile iş, iyice çocuklaştı. Aynı anda hem organize olmayan ama kıvrak zekalı gençlerle uğraşmak hem Suriye politikasını iyi yönetememek (hatta eline yüzüne bulaştırmak) hem ekonomik krizin ilk etkileriyle savaşmak (ABD’deki tahvil faizlerinin yükselmesi) hem medya ile uğraşmak hem yaklaşan seçim taktiklerini düşünerek hem de AKP’nin ömrünün biteceğini sezen patronlarla savaşmak. Bu çok cepheli savaşın altından, sokak taktikleriyle kalkmak imkansız. Medyayı karartarak, gençlere isimler takarak, patronlara vergi denetimi yollayarak hepsinden sıyrılamazsınız. Elbet patlayacak, herkes de o anı bekliyor.
Ama işin daha kötüsü o andan sonrası! AKP gidecek de ne olacak? Her şey değişecek mi? Yeni gelen hükümet, şeffaf mı olacak, eğitimi, adaleti ve sağlığı bir anda düzenleyecek mi? Halbuki çoğunluk bunu bekliyor ve yanılıyorlar. Sistemi değiştirmedikçe, kafalardaki yapıyı değiştirmedikçe hükümetin değişmesi pek bir şey değiştirmez. İnsanlar yani biz değişmedikçe devlet de değişmez. Bugün bir şekilde ünvan, koltuk, erk sahibi olan binlerce kişi var. Mesela ben de makine mühendisiyim ve çeşitli sorumluluklarım var. Daha önemlisi bir insan olarak sorumluluklarım var. Belli bir seviyedeyim diye kimseyi hor görmemem, gerektiğinde konumumu kullanmamam gerek. Çünkü en basit olayda bile bunu yapsam, bunun mislini yapanı da onaylamış olurum bir bakıma.
O yüzden bu bayramda durun ve kendinizi düşünün. Bu dünyayı değiştirmek için neler yapıyorsunuz? Kendi hatalarınızı görebiliyor musunuz, onları bir daha yapmamaya çalışıyor musunuz? Bu dünyaya yararlı bir insan olmak için çabalıyor musunuz? Bir yerden başlayabilirsiniz, buna inanın. Küçük-büyük adım fark etmez. Atılan her adım değerlidir.
Hepinizin, ailelerinizin ve tüm İslam aleminin bayramını kutlarım.
*: ‘Marangoz hatası’ deyimi, Fransız İhtilali sonrası yargılanan soyluların kullandığı bir cevaptır. Kendisini suçlayan bir yargıca, bir soylu “Eskiden orada ben vardım. Tüm bunlar da birer marangoz hatasıdır.” diye çıkışmıştır.
Son Yorumlar