Başlangıç > film eleştirisi > Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull

Indiana Jones and the Kingdom of the Crystal Skull

Çok bekledik ve beklediğimize de değdi. 19 yıl sonra Indiana Jones 4. kez beyazperdeye yansıdı. Yine gizemli bir maceraya, mizahla karışık ortak etti bizi. İsterseniz biraz geriden başlayalım yazıya. Çünkü filmi izlemeden önce üçlemeye bir göz attım, neler izlemişiz diye. Bir hayli konu oluştu kafamda.

Spielberg Amcam Jaws’ın ardından Close Encounters of the Third Kind’ı da çekip başarısını pekiştirip şöyle bir Bond çeksem derken Lucas Beyefendi havuzdan çıkıp “Ce-eeeee!” diyor ve aklındaki arkeolog-hazineci fikrini ona anlatıyor. O an Indy doğuyor. Tıpkı Bond gibi başlangıçtan itibaren seri olması planlanan Indiana Jones’un dramatik yapısı da Bond’a benziyor. Filmin başında bir aksiyon sahnesi izleniyor, ardından Indy evinde normal takılıyor, hatta M’den bozma rektör ona öğüt veriyor. Yeni bir maceraya atılan Indy, önce esas kızı buluyor, sonra da yavaş yavaş olaylara girişiyor. Tabii hafif film-noir, bilimkurgu, fantezi esintileri de var öykülerde. Mesela her öykünün ana objesi, gerçek hayatta sırrı çözülemeyen efsanelerden alınıyor. İlk filmde Eski Ahit Sandığı’nı, sonra Kutsal Hint Taşları’nı, 3. filmde Kutsal Kase’yi ve yeni filmde de Kristal Kafatası’nı arıyor Indy. Ama belki de en önemlisi bunları birleştirirken kendine has havasını yaratmayı başarıyor. Bu da Spielberg’in alamet-i-farikası. Adamın sihirli değneği var.

Şahsen üçlemede en çok ilk filmi, ardından üçüncüyü severim. İkinci fazla maceralıdır, zaten ana yapıyı hafif bozar, bu yüzden de film içinde bir kopukluk sezersiniz. Hoş, Indy yine Indy’dir, seyredilir fakat en zayıf halkadır ikinci film.

Dördüncü filmde ise ilk filmin yapısı birebir takip edilmiş. Belki de bu yüzden ben çok keyif aldım. Filmin başında Indy esir Rus askerlerin elinde, tabii ki kurtuluyor, üstüne de bir nükleer patlamayı bir sıyrıkla atlatıyor. Okuluna dönüyor ama bu sefer de ordan atılıyor. Tam şehirden ayrılacak, yeniyetme bir genç onu alıkoyup, Peru’ya götürüyor ve macera başlıyor. Maceranın ana durakları İnka kalıntıları, eski Indy kızı Marion’un dönüşü, efsanevi kent El Dorado ve UFO’lar.

Hikaye ve senaryoyu ben beğendim. Harrison Ford’un yaşına uygun yazılmış ki bence bu çok önemli bir artı. Bazı fiziksel kural ihlalleri mevcut elbet lakin Indy filmidir izlediğiniz, o kadar olacak. Gerçi Bond bile zamana uydu, fiziksel kurallara riayet eder oldu ama sonuçta Indy fantastik şeylerle uğraşıyor.

Ayrıca Harrison Ford’un karizması yerli yerinde. Biraz bakınca adamın 80’lerin ilk yarısının tek starı olduğunu görürsünüz ama sonra bu özelliğini kaybediyor doğal olarak. Lakin bu filmde 80’lerin Ford’u geri dönmüş gerçekten. Çok önemli bir artı. Marion’un dönüşü, aileye yeni birini katılması gibi unsurlar iyi oturtulmuş. Elbette John Williams’ın tema müziği ve Lucas’ın efektleri.

Kardeşim, bu film dört dörtlük bir popcorn filmi. Ötesi de yok.

Oyuncular: Harrison Ford, Cate Blanchett, Karen Allen, Shia LaBeouf, Ray Winstone, John Hurt, Jim Broadbent – Görüntü Yönetmeni: Janusz Kaminski – Müzik: John Williams – Senaryo: David Koepp (George Lucas ve Jeff Nathanson’ın hikayesi ve George Lucas ile Philip Kaufman’ın karakterlerinden) – Yönetmen: Steven Spielberg

Kategoriler:film eleştirisi Etiketler:
  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın