Arşiv

Posts Tagged ‘Amasra’

Batı Karadeniz Gezisi

08/11/2016 1 yorum

Tatil kavramı ülkemizde nedense sabittir. Alacaksın mayonu, terliğini; güneyde bir sahil kasabasına gidip malak gibi yatacaksın. Son yıllarda buna Avrupa tatili eklendi. Lakin onu da kentin merkezinde bir cafeden diğerine geçip Facebook’tan fotoğraf paylaşarak bol dedikodu yapmak sananlar çoğunlukta. Bu kulaklar Paris’te yaşlı bir bayanın “Kızım, acaba Uzan’ın evi bu sokakta mı?” dediğini duydu. Onlarca müze dururken tüm ülkeyi kazıklayan adamın evini aramak, gerçekten şaşılası bir hareket.

Hâlbuki tatil, en basitiyle dinlenmektir. Bedenini dinlendirirsin, ruhunu, bilincini… Orası kişiye kalmış. Kimisi müze gezerek, öbürü Dubai’de akıllara zarar pozlar vererek, bir başkası balık peşinde koşarak dinlenir. Biz ise bu sefer ormanda kaybolma korkusu yaşayalım istedik. İstanbul cangılındaki vahşi hayvanları o kadar kanıksamışız ki gerçek hayvanlar bize bir şey yapamaz diyerek ormana dalmak istedik. Teoride oldukça mantıklı dursa da pratik pek öyle değilmiş. Sonuçta hepimizden üstün olan doğadan bahsediyoruz.

doga

19 Mayıs Perşembe sabahı sekiz kişilik bir kafile olarak bindik arabalara ve rotamızı kuzeydoğuya çevirdik. Batı Karadeniz’in yemyeşil coğrafyası Kocaeli’nde başlıyor neredeyse. Her kilometrede artan yeşilin tonlarıyla, oldukça iç açıcı bir yolculuk sonunda Batı Karadeniz’in şirin sahil kasabası İnkumu’na vardık. Bartın’ın sahil mahallesi olarak da niteleyebileceğimiz bu küçük yerleşim, içeriye doğru mesafesi oldukça sınırlı olan 2-3 kilometrelik bir koydan ibaret. Lakin kumlu sahili gayet geniş ve yazın denize girmenin oldukça keyifli olacağını düşünüyorum. Koyun bir ucunda yer alan otel/cafe’ye oturup manzara karşısında öğle yemeği yerken kıştan sonra ilk defa denk gelen güneşli hava içimizi ve derimizi ısıtırken bize neşe de verdi.

inkumu-1

inkumu-5

Bu tatlı başlangıçtan sonra o gece kalacağımız Amasra’ya geçtik. Küçük bir yarımada üzerinde kurulu olan Karadeniz’in bu şirin kasabasında yapılabilecek çok bir şey yok. Denize karşı güzel bir akşam sofrasında bulunmak ve güneşinin batışını tam merkezdeki parktan izlemekten başka. Güneş resmen gözünüzün önünde şov yapıyor ve çok güzel karelere davetiye çıkarıyor. Ardından Canlı Balık Mustafa Amca’nın Yeri’nde gazet güzel bir yemek yedik. İçinde sayısız malzeme barındıran Amasra Salatası da, neredeyse ikişer porsiyon yediğimiz balıklar da pek lezizdi. Hesabın gayet uygun gelmesinin yanında garsonların da çok cana yakın olduğunu not edelim. Geceyi de kutu gibi odalara sahip olan Asyam Otel’de geçirdik ama zaten çok da seçeneğiniz yok. Kahvaltısı fena değildi, fiyatı da oda başı 120 TL (iki kişi).

amasra-8

amasra-6

amasra

Cuma sabahı kahvaltı sonrasında yine yollara düştük. Bartın üzerinden Pınarbaşı istikametine doğru, oldukça virajlı ama nefes kesen manzaralar eşliğinde muazzam bir seyahat gerçekleştirdik. Ağaçların sıklığı, bakirliği ile geçit vermeyen duruşları oldukça etkileyici. Sanki başka bir gezegene gelmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Doğanın basitliğinin verdiği saf güzelliğe hayran kalmamak elde değil. Yolun zorluğu mecburen hızınızı düşürse de bir süre sonra bu duruma alışıyorsunuz, hatta bazı yerlerde arabayı durdurup uzun uzun etrafı seyre dalıyorsunuz. Her şeyin büyük bir hızla yapıldığı İstanbul cangılından sonra, hayatın olabildiğince yavaş aktığı gerçek cangıla alışmak biraz zor gelse de doğanın büyüleyiciliği size yardım eli uzatıyor. Her şey çok uzakta sanki. Ofis, kübikler, bitmeyen toplantılar, acımasız şirket dedikoduları, azarlar, gelmeyen terfiler, saçma sapan çalışanlar… Hepsi binlerce ışık yılı ötede. Burada sadece ağaçlar, çalılar, hayvanlar ve Güneş var. Saf doğa… Oksijeni yavaşça içinize çekin, biraz bekleyip yavaşça verin. İşte bu kadar!

araba

doga-3

Yaklaşık 2.5 saatlik yolculuktan sonra Kastamonu’nun küçücük ilçesi Pınarbaşı’na vardık. İlk önce iki gece kalacağımız Sarımeşe Oteli’ne yerleştik. Eski belediye başkanı Halil Bey ve ailesi tarafından işletilen otel, köy yaşamına uygun olarak tasarlanmış. Otel içinde ayakkabı yasak, ya galoş takacaksınız ya da terlik giyeceksiniz. İkincisi daha rahat oluyor tabii. Merdivenlerden çıkarken modern hayatta unutulan eski eşyalara rastlamak da başka bir hoşluk. Odalar gayet ferah ama banyo konusu hafif sıkıntılı. Suyun tazyiği, sıcaklığı ve banyonun konumu duş almayı biraz çetrefilli hâle getirse de köy yaşamının bu zorluklarına katlanacaksınız artık. İlçede yemek yenecek pek yer olmadığından biz akşam yemeğini de otelde yedik. Yörenin otantik yemeklerini gayet leziz bir şekilde tadabiliyorsunuz böylece. Lakin yemekle beraber gecelik ücret 110 TL kişi başı.

horma-3

horma-2

Odalara yerleştikten sonra hemen orman için hazırlandık ve Halil Bey’in rehber kokartlı oğlu Ahmet ile beraber Küre Dağları Milli Parkı’nı arşınlamaya başladık. İlk durağımız Horma Kanyonu’ydu. Arabayla kanyonun girişine gittikten sonra çantalarımızı sırtımıza takarak kanyona girdik. Gayet düzgün bir patika bizi bekliyordu. Valilik güzel bir hamleyle yolu oldukça düzenlemiş. Neredeyse 2006’da Dresden’in güneyinde tırmandığım dağ patikaları kadar güvenli ve temizdi. Lakin daha yeni yapılsa bile aksaklıklar hemen göze çarpıyordu. Patikada bir 10 dakika ilerleyince sağlam olması için kullanılan ama oldukça çirkin gözüken alüminyum aksamda yer yer çöküntüler oluşmuş mesela. Benim gibi hafif yükseklik korkusu olanlar için bile biraz korkutucu çünkü alt taraf tamamen uçurum. Zaten doğa da bu durumdan hoşnut değil ki bir köprüyü tamamen yıkmış. Patika da mecburen orada son buluyor. Hâlbuki valiliğin esas amacı, bu patika ile trekkingçileri Ilıca Şelalesi’ne çıkarmakmış. Oldukça hoş bir fikir ama doğaya estetik ve sağlamlık bakımından daha uygun bir tasarım yapılmalı.

Buna rağmen kanyonun içinde yarım saat olsun yürümek çok ferahlatıcı. Doludizgin akan suyun biraz üstünde olmak, iç gıdıklayıcı fotoğraflar çekmek, doğanın acımasız ama güzel şiddetinin izlerini görmek…

horma-6

valla-4

Horma’dan sonra başka bir kanyona, üstelik dünyanın en büyük kanyonu olduğu iddia edilen (neye göre, kime göre?) Valla Kanyonu’na yollandık. Gidiş yolu inanılmaz kötü, arazi arabası kullanmanız itinayla tavsiye edilir. Gidene kadar bayağı sarsıldık. Hele araba alçaksa taşıt ve yolcular adına biraz kötü bir seyir oluyor. Kanyona tam girerken yerel bir işletmeci gözleme-ayran satıyor. İşletmecinin tavırlarını hiç beğenmesem de gözlemesi çok leziz, ayranı da içtiğim en doğal ayrandı. Gözlemecinin evinden ormana girilip 30 dakikalık yürüyüş sonunda kanyonun en tepesine varılıyor. Bu patikanın çoğu oldukça düzgün, gayet elden geçirilmiş. Lakin kalanı biraz atlamalı-zıplamalı, neyse ki 5 dakika sonra seyir tepesine varıyorsunuz.

Kanyon oldukça derin ve dik. İçine girmek için valilikten özel izin ve ekipmanlar gerekiyormuş, en az da dört gün alıyormuş çıkmak. Keşfediliş hikâyesi de hoş: 90’ların başında dört İTÜ öğrencisi kanyona giriyor ve çıkmıyor. Millet panik oluyor tabii, aramalar başlıyor. Öğrenciler 15 gün sonunda tüm neşeleriyle çıkıyor kanyondan. Gazeteler haber yapıyor, gençler de kanyonun bir cennet olduğunu belirtiyorlar. Tabii ilgi tavan yapıyor birden.

horma-11

valla-2

ilica-selalesi

Seyir tepesinde manzara izlemek ve fotoğraf çekmek çok keyifli. Doğanın güzelliğine bir daha, bir daha âşık oluyorsunuz. Çoluk çocukla da gelinebilecek güzel bir parkur. Tıpkı sonrasında gittiğimiz Ilıca Şelalesi parkuru gibi. Burasının patikası çok daha kolay, şelale de çok hoş. Ilıca’dan sonra da yerel bir işletmede sussuzluğumuzu kestik. Burasının da ayranı efsane!

ilica-6

ilica-8

8’e doğru otele ancak varabildik. Yemekten sonra biraz ilçede yürüdük ama pek gidilecek yer yok zaten. Erkenden dönüyoruz ki ertesi güne enerji toplayalım. Oksijeni bol havada az uyumak bile yetiyor. Ertesi sabah 7’ye doğru kendi kendime uyandım ki pek görülmemiş bir olaydır. Balkona çıktığımda nutkum tutuldu resmen. Enfes bir kırsal manzara tam karşımda duruyordu. Kusursuz bir tablo sanki. Şehir insanı olan benim bile ağzım açık kaldı, bu manzaranın keyfini uzun uzun çıkardım, ânı yaşadım.

img_0479

Kahvaltıdan sonra 7 buçukta arabalarla hareket ettik. Bu sefer rehberimiz Bayram Bey (Baki). Bugün sadace iki durağımız var. İlki güneydeki Azdavay ilçesine yakın olan Çatak Kanyonu. Araba yolu, yine dar ve alabildiğine kötü. Arabadan indikten sonra küçük bir güzellikle karşılayoruz, kanyonun yürüme yolu engellilere göre düzenlenmiş. Yerden biraz yüksek bir platform yapılmış ama daha tamamlanmamış. 20 dakika sonra platform sona eriyor, biz de orman içinden devam ediyoruz. 15 dakikalık daha yürüyüşle kanyonun seyir yerine vardık. Ama burada yapılan platformun ne kadar yanlış tasarlandığını da gördük. Daha iskeleti yapılan platform, neredeyse seyirlik açıklığın tamamını kaplıyor. Bayağı adım atacak yer bırakmamış. Tasarlayanlar kaş yapayım derken bayağı göz çıkarmış anlayacağınız. Lakin Çatak Kanyonu parkuru da yürümesi zorlu olmayan ve gayet keyifli bir rotaya sahip. Dönüşte bazı iki ayaklı hayvanların (pardon, hayvanları tenzih ediyorum) attığı çöpleri toplaya toplaya yürüdük.

catak-kanyonu

horma-12

İkinci rotamıza doğru harekete geçmeden Pınarbaşı’na uğradık, nevale almak için. Bol içecek, peynir, ekmek, domates, salatalık, bisküvi… Gereksinimler tamamlanıp çantalara üleştirilince arabalara tekrar bindik. 1 saatlik bol virajlı ve inişli çıkışlı bir yoldan sonra parkur girişine vardık. Arabadan indiğimde öğle ezanının okunduğunu çok net hatırlıyorum, 1’e geliyordu saat. Hedefte üç farklı mağara vardı: Mantarini, Ejder Çukuru ve Ilgarini Mağarası.

Parkurun başında yaklaşık 500 metre, buldozerle açılmış orman yolundan gittik. Sonrasında Bayram Bey bizi bir patikaya soktu. Bir 40-50 dakika daha sorun olmadı. Ardından tırmanmaya başladık ki kötü de olsa yine bir patika vardı. Mantarini’ne kadar çok sıkıntı yaşamadık ama bu parkurun öncekilere göre açık ara zorlu olduğu gayet belliydi. Bir kere patika çok zor seçiliyordu, ayrıca yer yer dikti ve kolaylaştırma adına hiçbir şey yapılmamıştı. Hatta yer yer ağaç devrildiğinden (ki o gün sayısını hatırlamadığım kadar çok gördüm) patika kapanmıştı ve çevresinden oldukça güç bir şekilde geçilebiliyordu.

ejder-cukuru-3

doga-2

Mantarini, çok derin olmayan bir mağara. Girişin yanında bir ayı ini hemen göze çarpıyor ki kışın buraya gelinmemesi için mantıklı bir neden oluşturuyor. Mağaranın girişine kötü de olsa bir merdiven yapılmış ama nem ve ıslaklıktan gayet kaygandı. Mağara içinde biraz ilerledikten sonra mağaraya adını veren büyük kayaya denk geldik. Kaya gerçekten çok büyük bir mantar şeklinde. Mağara içinde yeler oldukça dik ve kaygan olduğundan (mağara içi daha nemli ama soğuk) dikkatli yürümek önem arz ediyor.

Tabii buraya gelmemiz yaklaşık 1.5 saati bulmuştu. Hemen hemen hiç dinlenmeden devam ettik yola. Parkur, aşırı zor olmasa da bol inişli çıkışlı bir hâl aldı. Hemen ardından öğle yemeği molası verdik. Zaten sabah 7’den beri bir şey yemiyorduk ve 3’e yaklaşıyordu. Oturacak pek yer olmayan bir açıklıkta ekmek arası domates-peynir-ton balığı yedik. Herhalde 15 dakika içinde yeniden yola koyulduk çünkü Bayram Bey’in en büyük korkusu, ormandan çıkmadan havanın kararmasıydı. Daha o vakitte bunun ne kadar olası olabileceğini kestiremiyorduk.

Bir 20 dakika içinde Ejder Çukuru’na vardık. Burası çok derin ve dik bir mağara, ağzı da çok geniş. Karanlık ve derinliğinden dibi görünmüyor ki adı da buradan geliyor. Mağaraya girmek zaten çok zor, özel ekipman kesin şart. O yüzden ağızdan bakıp yola devam ettik.

alone

İşte esas zorlu kısım burada başladı. Patika yani toprak bitip kayalıklar başladı. Bunların üzerinden kimi zaman atlayıp kimi zaman tırmanıp kimi zaman da dar bir kalas üzerinden geçmek zorunda kalıyorduk. Parkur gerçekten normal değildi, mesela bir yerde tek seferde yarım metrelik bir kayaya tırmandım. Normal şartlarda hayatta yapamazdım lakin geri dönmeye kalksam zaten o yolu tek başıma inemezdim, ayrıca direkt kaybolurdum. Orman çok sık olduğundan yolu bilmeden adım atamazsınız! O yüzden bir şekilde devam ettim.

Son hedefimiz olan Ilgarini Mağarası içinde antik birkaç yerleşim de olan çok büyük ve derin bir mağara. En dibindeki yerleşim kalıntıları MÖ 2000’e kadar tarihleniyormuş. Kısacası tarih boyunca önem arz eden, doğa harikası bir mağara ama ulaşımı, okuduğunuz üzere biraz zahmetli.

Dönüş yolculuğumuz ise 2 saatten fazla sürdü. Sonunda en baştaki buldozerle açılmış orman yoluna çıktık ki gerçekten ağlayacaktım yorgunluktan. O yoldan daha 500-600 metre daha yürüdük ama ormandan çıkmaktı önemli olan. Araçlara vardığımızda akşam ezanı okunuyordu, 8’e birkaç dakika kalmıştı sadece. Yani yarım saat daha kalsak hava kararacaktı, işte o zaman bomba olabilirdi o orman!

zafer

Sonradan baktık ki o parkur 14 kilometreymiş ama o iniş çıkışlarla iki kat etkisi yarattı. Bu arada bu parkuru yapan sadece iki rehber var, birini almanız mutlaka elzem ve kesinlikle Bayram Bey’i öneririm. Diğerini de gördüm dönüş yolunda çünkü ve Bayram Bey kadar hakim değildi.

1 saatlik araba yolculuğu sonunda otele vardık ki kimseden çıt çıkmıyordu yorgunluktan. Zaten o ağrılar yaklaşık 4-5 gün daha sürdü. Bilhassa sol dizime nasıl yüklenmişsem o gece en ufak harekette bile çığlık atıyordu resmen. Akşam yemeğine zoraki indim, yemeği bile zevkle yiyemedim.

Ertesi sabah kahvaltı sonrası dönüş yolculuğuna geçtik. Genel olarak çok farklı ve oksijen depomuzu fullediğimiz bir tatil geçirdik. Normal bir tatilden daha fazla hatırlayacağımı rahatlıkla söyleyebilirim. Şehir hayatının tam zıttı bir atmosferde, gerçek doğayla karşılaşmak düşündürücü olmasının yanında, eğlenceliydi de. Doğa tutkunlarının kaçırmaması gereken bir rota bana göre.