Başlangıç > film eleştirisi, liste, politika > Basın Bayramı’nda İzlenmesi Gereken Filmler

Basın Bayramı’nda İzlenmesi Gereken Filmler

Ülkemizin tarihi bir sürü çelişkiyle doludur. Her yıl temmuz ayının 24’ünde kutlanan Basın Bayramı da böyle bir hikâyeye sahip. Türk Gazeteciler Derneği 1946’da kurulduğunda gazeteciliğe özel bir gün organize edilmek istenir. Bir sürü tartışmanın ardından Falih Rıfkı Atay’ın 24 Temmuz önerisi kabul edilir. Bu günün seçilmesinin sebebi, Osmanlı döneminde basılan tüm gazeteleri denetleyen resmi bir sansür kurumunun faaliyetine II. Meşrutiyetin 24 Temmuz 1908’deki ilânıyla son verilmiş olması, dolayısıyla da basındaki sansürün resmi olarak kaldırılmasıdır. Tabii hepimiz biliyoruz ki gayr-ı resmi sansür hiç kalkmamıştır. Hatta II. Meşrutiyet ile iktidara gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin sansür konusunda gayet sıkı olduğu bilinmektedir.

Biz bu tarihi olayları bir kenara bırakarak Basın Bayramı’nın yıldönümü dolayısıyla basına ve her geçen yıl giderek azalan basın özgürlüğüne filmler aracılığıyla değinelim. Sinema tarihindeki bu kronolojik turumuz biraz sarsıntılı geçebilir, sıkı tutunun.

His Girl Friday (Howard Hawks – 1940)

his-girl-friday

Gelmiş geçmiş en başarılı komedilerden biri olmasının yanında, diyalogları ilk defa gerçek hayattaki gibi üst üste bindirmesiyle sinema tarihindeki yerini sağlamlaştıran His Girl Friday, aslında bir gazetecilik sevdası filmidir. Eski karısı olmasının yanında en iyi gazetecisi de olan Hilda’nın yeniden evlenip evinin kadını olmasının önüne geçmek isteyen  gazete editörü Walter, ona elindeki en bomba haberi verir. Gazetecilik tutkusu ile başlamak istediği yeni hayat arasında kalan Hilda’nın hikâyesi bol kahkaha attırıyor.

Citizen Kane (Orson Welles – 1941)

CITIZEN KANE, Orson Welles, 1941, astride stacks of newspaper

‘En İyi Filmler’ listelerinin bir numaralı müdavimi olan Citizen Kane, bir gazetecinin ünlü bir basın patronunun hayatını araştırmasını konu alır. Bunu yaparken de gazetecilik jargonunu metne ve biçime başarıyla yedirir. Ayrıca filmin, ünlü medya patronu William Radolph Hearst’ün (ki kurduğu şirketler hâlâ medya sektörüne hakimdir) hayatından esinlenildiğini belirtelim.

Ace in the Hole (Billy Wilder – 1951)

ace-in-the-hole

Büyük şehirdeki işinden kovulan kurt bir gazeteci, Chuck küçük bir kasabaya sığınır. Sıkıntıdan patlayan Chuck, yakınlarda gerçekleşen bir maden kazasını fırsata çevirerek eski işine dönmeye çalışır. Usta yönetmen Billy Wilder’ın nispeten az bilinen bu başyapıtı, başlı başına insanlık dramları üzerine. Gerçekçi bir taşra portresi çeken filmde asıl, ‘medya sirki’ teriminin gerçek karşılığına vâkıf olunuyor. Yozlaşmış ama işlinin ehli Chuck üzerinden hem gazeteciliğin kirli çamaşırlarını hem de sistemin bu düzeni nasıl körüklediğini görme fırsatı yakalıyoruz.

Sweet Smell of Success (Alexander Mackendrick – 1957)

sweet-smell-of-success

Ace in the Hole‘un şehirde geçen versiyonu olarak kabaca nitelendirebileceğimiz Sweet Smell of Success, adından (Başarının Tatlı Kokusu) da anlaşılacağı üzere şöhretin ve gücün getirdiği sarhoşluk hissi ile bunu kaybetmemek için dönen dolapları anlatan başka bir başyapıt. Ünlü bir Broadway dedikodu yazarı ile onun yemlediği küçük bir menajerin çevresinde geçenler, gazetede okuduklarımızın çok da masum olmadığını kulağımıza fısıldıyor. Ayrıca Burt Lancaster ile Tony Curtis’in karşılıklı döktürmelerini de izlemek için başka bir neden.

All the President’s Men (Alan J. Pakula – 1976)

all_the_presidents_men_redford_1

İki usta gazetecinin ünlü Watergate skandalını nasıl ortaya çıkardığını izlediğimiz film, has gazeteciliğe inanmamızı sağlayan hikâyelerin en bilinenlerinden. Tehditlere, karanlık güçlere ve bol gerilime göğüs gererek neler başarabilineceğini gösterir. Dünyanın en önemli mevkilerinden biri olan ABD Başkanlığı’ndan Nixon’ın istifa etmesini sağlayacak kadar hem de. Klasik “Demek ki istenince oluyormuş!” savının en cafcaflı örneği.

Mağlup Edilemeyenler (Atıf Yılmaz – 1976)

maglup-edilemeyenler

Sinemamızda başka örneğini pek bulamayacağımız filmde, gazeteci Murat’ın bir tecavüz vakasının arkasını eşelemesinin ardından önce sansürlenmesini ve çalıştığı büyük gazeteden ayrılmasını izleriz. Ardından kendisine ait bağımsız bir gazete kuran Murat, gerçekleri yazarak onu engelleyenlere meydan okumaya başlar. 70’lerin nispeten sosyalizme meyilli atmosferinden güç alarak çekilen Mağlup Edilemeyenler Basın Bayramı’nda seyredilmesi gereken filmlerin başında yer alıyor.

The Year of Living Dangerously (Peter Weir – 1982)

The-Year-Of-Living-Dangerously-1982

Avustralyalı bir gazeteci, diktatör Sukarno’nun yönetimindeki Endonezya’ya atanmasının ardından tanıştığı insanlar sayesinde olayların iç yüzünü anlamaya başlar. Bu sebeple kendisine tamamen yabancı bir ülkede tehlikeli şartlar altında mesleğinin farklı yüzlerini görür. Filmin atmosferini oldukça gerçekçi kuran Avustralyalı ünlü yönetmen Peter Weir, böylece baskıcı bir siyasi atmosferde yapılan gazeteciliğinin avantaj ile dezavantajlarını başarıyla aktarabilmiştir.

The Pelican Brief (Alan J. Pakula – 1993)

The-Pelican-Brief

Listedeki bu ikinci Pakula eseri, iki yüksek hakimin ölümündeki gerçeği doğru tahmin eden bir hukuk öğrencisi ile ona yardım eden bir gazetecinin hikâyesini anlatır. İşin içine para, mafya ve politika girdi mi gazeteciliğin ne kadar zorlu olduğunu gösteren The Pelican Brief, yakın zamanda ülkemizde yaşanan bir siyasi olayla yeniden hatırlanmıştı.

The Quiet American (Philip Noyce – 2002)

the-quiet-american

Savaş öncesi Vietnamı’nda yaşlı bir İngiliz gazeteci, savaşın kokusunu almasına rağmen genç bir Vietnamlı’ya duyduğu aşk yüzünden ülkeden ayrılmayıp gazetesine de yanlış bilgiler göndermektedir. İyi bir gazetecinin meslek etiği, aşkı ve gerçekler arasında kalışını Michael Caine’in de muazzam performansıyla izliyoruz.

Shattered Glass (Billy Ray – 2003)

shattered_glass

Gerçek bir olaydan uyarlanmış eserde şöhret peşindeki bir genç, yalan haberler uydurarak ünlü bir gazeteye girer ve hızla yükselmeye başlar. Fakat gerçeğin ortaya çıkması bu şımarık gence olduğu kadar gazetecilik etiğine de kara bir leke sürecektir. Dijital çağ haberciliği başlamadan vukû bulan bu sansasyonel olay, günümüzde yapılan asılsız haberlerin ilk uyarıcısı olması bakımından önem arz ediyor.

Capote (Bennett Miller – 2005)

capote

İşte “Gerçek gazetecilik nasıl olmalı?” sorusuna harika bir örnek! Ülke çapında tanınmış iki ünlü yazar olan (en önemli romantik komedilerden Breakfast at Tiffany‘nin (1961) senaristi) Truman Capote ve (ünlü klasik To Kill a Mockingbird‘ün (1962) yazarı) Lee Harper’ın dikkatini bir aile cinayetini içeren küçük bir üçüncü sayfa haberi çeker ve katili araştırmak için yolculuğa çıkarlar. Böylece gazeteciliğin bazen iğneyle kuyu kazmakla eş olduğunu görürüz. Capote’nin bu küçük haberden In Cold Blood adlı efsanevi kitabını çıkardığını ve bir daha eline kalem almadığını ekleyelim.

Press (Sedat Yılmaz – 2010)

press

Sedat Yılmaz’ın ilk uzun metrajı, 90’lı yıllarda Diyarbakır’da yayınlanmaya başlanan Özgür Gündem gazetesinin basın mücadelesini aktarıyor. ‘Her şeye, her koşula rağmen fikir özgürlüğü’nün önemini vurgulayan ve bu düsturu sürdürebilmek için nelere göğüs germek gerektiğini gösteren Press, aynı zamanda sade ve başarılı bir dönem filmi olmasıyla da ilgiyi hak ediyor.

Philomena (Stephen Frears – 2013)

philomena

Ünlü bir politika köşe yazarının, yıllar önce kilise tarafından elinden alınıp başka bir aileye evlatlık verilen oğlunu aramaya çıkan Philomena ile yollarının kesişmesinin giderek bir yol hikâyesine dönüşmesini klasik bir anlatımla izleriz. Aslında büyük meziyetleri bulunmayan filmin özelliği; kilisenin hataları, eşcinsellik, gazetecilik merakı gibi çok farklı konuları sırıtmadan aynı potada eritebilmeyi başarabilmesidir.

Spotlight (Tom McCarthy – 2015)

spotlight

Geçtiğimiz kış bayağı ses getirerek En İyi Film Oscarı’nı da kucaklayan Spotlight, aslında 40 yıl önce All the President’s Men‘in yaptıklarını tekrar ediyor. İbretlik ve alkışlanılası bir gazetecilik öyküsünü, başarılı bir senaryo ve düzgün bir rejiyle vermekten başka bir şey yapmıyor. Lakin anlattığı konu ve bunun ortaya çıkarılış süreci o kadar çarpıcı ki tüm dünyada gerçek gazeteciliğin unutulmaya başlandığı bir zamanda yüreklere su serperek herkese umut aşılamayı başarıyor.

Filmi ülkemizde izleyen herkes, doğal olarak benzeri bir haber Türkiye’de yapılsa neler olacağını düşündü. Bunun cevabını maalesef Karaman’da yaşanan çağ dışı olayın ortaya çıkış süreciyle hep beraber gördük. Demek ki sadece bir gün olarak Basın Bayramı kutlamakla sansür ve gazeteciliğin diğer ciddi sorunları ortadan kalkmıyor. O günün anlamını ve önemini tüm yıla yayarak yaşatmak gerekiyor.

Not: Bu yazıyı Sinema Terspektif dergisinin Temmuz 2016 sayısı için kaleme almıştım. Yazdığımdan bu yana yine bir sürü gazeteci içeri atıldı, bir sürü gazete ise kapatıldı!

  1. Henüz yorum yapılmamış.
  1. No trackbacks yet.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: