Hayattan Notlar
- Hayattan Notlar yazmayalı 1 yılı geçti galiba. Zaten yazmayı sevsem de çok üşengecim. Fil’m Hafızası’na girdikten sonra iyice boşladım blogu. Ama son 1 aydır, bu bölüme tekrar başlamayı düşünüyordum çünkü yazılacak sürüyle şey var ama bunlar için ayrı yazılar kaleme alacak vakit yok.
- Ayağımın alçıya girmesinin tek yararı daha çok yazabilecek olmam herhâlde.
- “Ayağına ne oldu?”: Sanırım önümüzdeki 1 ay, en çok cevaplayacağım soru bu 🙂 Apartmanımın olduğu sokak gayet dar ve kaldırımsız. Metro ile Doğuş Üniversitesi arasındaki bağlantı olduğu için de gayet kalabalık olabiliyor. Öğle vakti dışarı çıktığımda sokakta hem insan hem de araç yoğunluğu (ayrıca tek şerit) vardı. Sokağa inip yürümeye başlamamla, yeni hareket eden bir sedanın geri geri giderken sol ayağımı ezmesi bir oldu. Bu aracın şoförü karşıdan gelen ve ondan yol isteyen diğer aracın telaşına kapılıp dikiz aynasına bakmayı unutunca (!) beni görmemiş. Ben de arkam dönük, diğer tarafa yürüdüğümden aracın geldiğini görmeyince (ki insanlarda dikiz aynası yoktur) bu kaza oldu.
- Bu kaza sebebiyle bugün (16 Nisan Perşembe) biletim olan 4 festival filmine, cuma gecesi Fil’m Hafızası Geceyarısı Çılgınlığı partisine, cumartesi Phantom of the Opera müzikaline (ki bileti ocak başında almıştım), 22’sinde Fil’m Hafızası Star Wars Belong Partisi’ne, 24’ünde yakın bir arkadaşımın Bursa’daki düğününe ve 26’sında 101 Lezzet Yemek Festivali’ne (ki bunu da uzun zamandır bekliyordum) gidemeyeceğim. Evet, bu yüzden moralim bozuk.
- Festivalden devam edeyim. Bugün gidemeyeceğim 4 film (ve sansürlenen biri) hariç diğer filmlerime muntazam gittim. Kendi programımı gayet güzel oluşturmuşum, gittiklerim beni gayet tatmin etti. Fil’m Hafızası için dördünü ayrıntılı yazdım (bunu yazarken ikisi yayında sadece), diğerlerine de final dosyamızda değinmeye çalışacağım.
- Genelde en beğendiğim yapım, bir kısa film olan Müjdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına! (2015) oldu. En beğenmediğim ise Hint yapımı Court (2014) oldu.
- Aslında Court kötü film değil. Hint Hukuk Sistemi’ndeki çürümüşlüğü ve hantallığı anlatıyor. Devletin istediği kişiyi keyfi olarak tutuklayabildiğini ve ceza verebildiğini, bu sürece dahil olanların da (sanık, sanık avukatı, savcı, hakim, vd.) aslında normal birer insan olduğunu anlatıyor. Bizim hiç yabancı olmadığımız konular yani. Ama sorunu bu meramını yan hikâyelerle destekleyemediği (veya derinleştiremediği) için filmin çok sarkması. Aynı şeyleri defalarca izliyoruz ve sıkıyor.
- Müjdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına! ise Türk Sineması’nın ilk filmi olduğu iddia edilen ama kimsenin izlemediği Ayestefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı‘nın (1914) akıbetini araştıran bir belgesel. Ama durum o kadar trajikomik ki bir süre sonra kahkaha atmaktan nefes alamıyorsunuz. Bergmanya’ya Yolculuk (2013) ve Gözümün Nuru (2013) filmlerinden aşina olduğumuz Melek Saraçoğlu ile Hakkı Kurtuluş ikilisinin kotardıkları film, aslında resmi tarihin saçmalıklarına atılan koca bir şamar.
- Resmi tarihimiz saçmalıklarla dolup taşıyor. Geçen ay #tarih dergisinin Haziran 2014 sayısını okurken yeni bir tanesiyle karşılaştım. Hani birkaç ay önce IŞİD bombalayacak diye gece operasyonuyla taşınan Süleyman Şah Türbesi var ya, türbede yatanın kim olduğu bilinmiyormuş bile. Çünkü bu türbeyi, Osmanlılar kökenlerini Oğuzlar’a bağlayabilmek için (ki bu da meçhulmüş) uydurmuş. Sonra da zaten türbe defalarca yer değiştirmiş.
- 24 Nisan yaklaştıkça alevlenen Ermeni Soykırımı tartışmaları ile festivalde Bakur‘un (2015) sansürlenmesinin altında ortak iki sebep yatıyor. Bizim kültürümüzde olan yapılan negatif hareketi inkar etme ve yüzleşmekten kaçınma eğilimi ile tüm karşıt sesleri susturma/bastırma isteği. İnsanlarımız bu iki hareketi işine geldiği her yerde kullanmakta sakınca görmez ve genelde de güçlü olan devamlı haklı olur. Yüzyıllar boyunca bu, böyle gelmiştir. Resmi tarihte de, devlette de, sıradan insanda da bunun sürüyle örneği mevcuttur.
- Türk insanının esas sorunu da budur zaten. Hatalarından hiçbir zaman ders çıkaramayan, en küçük negatif eleştiriyi dinlemekten köşe bucak kaçınan ve bu yüzden de aynı hataları yüzlerce yıldır tekrar etmekten bıkmayan bir halkız.
- Tabii bir de karşısındaki insanı, kendi dengi, bir insan olarak görmeme; en küçük karşıt eylemde onu şeytanlaştırma eylemi de cabası.
- Biraz da hafif konulardan devam edelim. Sonbahardan beri arka arkaya takip ettiğin şarkıcıların albümleri çıktı: Jehan Barbur, Ceylan Ertem, Peyk, Mabel Matiz ve Yasemin Mori. İçlerinde en iyisi Ceylan tabii, dinledikçe daha alışkanlık yapan bir çalışma. Peyk’inki hayalkırıklığı oldu. Yasemin Mori bu sefer fazla uçmuş ama zamanla alışılabilir. Mabel’in Vals’i muhteşem. Jehan’da da Naz Barı’nı çok seviyorum.
- Kayahan’ın vefatına üzüldüm. Kaliteli müzisyenlerdendi, modern popun demirbaşlardandı. 90’ların sonlarına doğru tek şarkı üzerine albüm yapmaya başlayınca soğumuştum. Oysaki önceki döneminde albüm başı 5-6 popüler şarkısı vardır. Bunu geçtiğimiz aralıkta çıkan tribute albümünde de gözlemleyebilirsiniz. 80-95 arası bir sürü enfes şarkıya imza atmıştı. Bunlar içinde benim en fazla aklımda kalan Seni Seviyorum’dur.
- İzlediğim dizilere baktığımda hepsinin bir derdi olduğunu ve hayatı sorgulayan karakterlere sahip olduğunu görüyorum. Bu kış önce Black Mirror‘a başladım. Yakın gelecekte gerçekleşebilecek teknolojik olayların negatif tarafları üzerinden insanlık hâllerini sorgulayan aşırı depresif bir İngiliz yapımı. Günlük hayatta karşılaştığımız birtakım sorunların ne kadar evrensel, basit ama çözmesi de bir o kadar karmaşık olduğunu gözlemliyoruz.
- Günümüzde dönen politik oyunlarla evlilik hayatının gelgitlerini keşiştiren House of Cards, insanlığın önemli durumlarından ikisini irdeliyor. Konuya olan dürüst yaklaşımı ve Kevin Spacey ile Robin Wright’ın büyüleyici performansları ile öne çıkan yapımda, seyirciyi düşündüren bir sürü sahne var.
- Daha bir sezonu yayınlanan ve Altın Küre’lerden zaferle çıkan The Affair, yazar olmaya çalışan evli ve dört çocuk babası bir öğretmenin yaşamını sorgulamaya başlamasından sonrasını anlatıyor. Karşısına da birkaç yıl önce ölen çocuğunun acısını hâlâ unutamayan egzantrik bir kadın çıkıyor. İkili arasında başlayan yasak aşkla beraber sadece ikisinin değil çevrelerindeki insanların hayatlarına da şahit oluyoruz. Klişe gözüken bu öyküyü farklılaştıran unsur, her bölümde iki tarafın bakış açısını ayrı ayrı izlememiz. Böylece aynı olay karşısında kadın ve erkek arasındaki görüş farklılıklarını daha iyi gözlemleyebiliyoruz.
- Daha yeni Louie‘ye başladım. Çok önemli konulara değinen, ayrıksı bir komedi. Biraz sivri arkadaşlarla öneririm.
Kategoriler:dizi, fikir, hayat, yorum, İstanbul Film Festivali
Etiketler:Black Mirror, Ceylan Ertem, Hakkı Kurtuluş, House of Cards, Jehan Barbur, Kayahan, Louie, Mabel Matiz, Müjdeler Var Yurdumun Taşına Toprağına Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına, Melik Saraçoğlu, Peyk, The Affair, The Court, Yasemin Mori
Yorumlar (0)
Trackbacks (0)
Yorum bırakın
Geri İzleme
Son Yorumlar