Başlangıç > eleştiri, fikir, politika, yorum > Biat Kültürü ve Türk Eğitim Sistemi Üzerine

Biat Kültürü ve Türk Eğitim Sistemi Üzerine

1.5 ay önce, yakın bir arkadaşımla oturmuş, gündem üzerine konuşuyorduk. Oldukça beğendiğim ve sonrasında da üzerine çok düşündüğüm bir cümle kurdu: “Bize okullarda insan olmayı değil, vatandaş olmayı öğrettiler.” Bu cümle o kadar çok şeyi açıklıyor ki şaşarsınız. Zaten bu yazıyı kaleme almamın sebebi de bu cümle.

Pak alakadar gözükmeyen bir örnekle başlayacağım. Bu yazın başında bizzat ilgilendiğim bir stajyerim vardı. Bir mühendislik öğrencisi olarak, gelecekteki kariyeri için önemli bir örnek olacağına inandığım stajı için mümkün olduğunca teori kısmını minimize edip pratiği ve iş yaşamını öne çıkarmaya çalıştım. Bu yüzden de verdiğim işleri öylesine yapmamasını, önemli olanın işin/görevin altında yatan mantık olduğunun üzerine basa basa vurguladım. Hakkını yememek lazım, zeki olduğundan kolay kapsa da soruları hep aynı yere çıkıyordu: “Ben bunları staj defterine nasıl yazmalıyım?” Çünkü okulda kendisini öyle bir korkutmuşlar ki sanki stajın tek amacı, staj defterini düzgün doldurmak!

egitim

Okullarda gördüğümüz, bu ülkede okula gitmiş hemen her bireyin yaşadığı bir korku bu: Tek bir hedefe yönelip o hedefin asıl mantığını ıskalamak. Ne yazık ki tüm eğitim sistemimiz aynı kural üzerine kurulu: Çeşitli hedefleri geçmekten ibaret olan bir eğitim hayatı. Sınavlardan yüksel not al, ortalamanı yüksek tut, hocanı dinle ve uyumlu ol. Bunları yaptığınızda ‘iyi öğrenci’ oluyorsunuz. Halbuki bilmiyorsunuz ki size asıl öğretilen ‘devletine saygılı vatandaş’ olma bilinci. Vicdan, erdem, düşünme, araştırma, yorumlayabilme, kendini ifade etme gibi en temel kişilik unsurları eğitim sistemimizde yer bulmuyor. Abartmayalım, bunlardan bazılarının ismi zikrediliyor ama hep dayatılan ana (ve çoğunlukla saptırılmış) hedef uğruna ıskalanıyor. Tamamına yakını ezbere dayalı ve kitabi olan bir sistemde ister istemez bazı insani özellikler ıskalanıyor.

Öğrenci hayatı, tamamen (devlet tarafından kontrol edilmiş) kitaplardan öğreniyor ve doğal olarak kendi kişiliğini oluşturabileceği temel bazı malzemelerden yoksun kalıyor. Hele aileden ve/veya arkadaş çevresinden benzeri bir eğilim gelirse (ki bizim toplumsal hayatımız zaten buna yatkındır, aşağıda açıklayacağım), birey başkalarının koyduğu hedeflere göre yaşayan bir insan haline geliyor. Bilhassa asker ve polis gibi daha orta okulda (yani kendi kişiliği oluşmadan) devlet yatılı okullarına alınıp ağır eğitime tabi tutulan meslek gruplarında bunu daha şiddetli hallerde görebilirsiniz.

Böyle bir sistemde yetişmiş bireye dayatılan hayat belli: İyi öğrenci ol, okulunu bitir, (erkeksen) vatani görevini yap, iyi bir iş bul, evlen, çocuk yap, vergini ver ve tabii bunların dışındaki hayatı, hele sistemi SAKIN sorgulama. Bu şablon, yüzyıllardan beri ufak değişikliklerle hep aynı kalmıştır. Bu ufak değişiklikler de o anda ülkenin başında bulunan grubun/bireyin isteğine yönelik değişir. Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet’in ilk yıllarında da ve tabii şimdi de aynı şablon devam etmektedir. Mesela AKP iktidarının vatandaşlık tanımı şöyledir: Hükümete biat eden (ona oy vermesi tabii daha makbuldur), Müslüman, Sünni, Türk, (yurt içinde) muhafazakar, (zamanı geldiğinde) evli ve üç çocuklu, TV seyreden, erkekse futbol/kadınsa Türk dizisi ve evlilik programı izleyen kişi. Bu saydığım sıfatların herhangi birine sahip olmamak sizi kötü vatandaş yapıyor!

Son olarak toplumsal yapımızı açıklamaya çalışarak yazıyı neticelendirelim. Bence bu konu ciddi bir şekilde antroprologlar, tarihçiler ve sosyologlar tarafından ortak bir çalışmada araştırılmalı ama bunu pek olası görmüyorum. O yüzden mühendis aklımla elimden geldiğince fikrimi kelama dökeyim: En küçük sosyal topluluk olan ailede bile mutlak bir lider vardır bizim toplumumuzda. Hala geniş aile yapısının çoğunlukta olduğunu göz önüne alırsak bu kişi, genelde en yaşlı kişi veya bu yaşlı kişiyi perde arkasından yönetebilen kişidir. Son 20-30 yılda sadece büyük şehirlerde görülen değişimler, bu kültürün çağın koşullarına göre evrimleştiğine işaret etse de ülkenin ana yapısı en azından 50 yıl değişmeyecektir.  (Burada hatırlatmakta fayda gördüğüm bir husus var: Türkiye (her ne kadar öyle sanılsa da) sadece İstanbul ve çevresinden ibaret değildir. Böyle düşünenler Türkiye gerçeğini ısrarla ıskalamaktadır.) Bu aile yapısında da her bireyin rolü bellidir ve kararları sadece ailenin mutlak lideri alır. (Bu yapıyı gözlemlemek adına Lütfi Ö. Akad’ın başyapıtı olan Gelin‘i seyredebilirsiniz.)

Lütfi Ö. Akad'ın Ardından: Göç Üçlemesi

Bir üst topluluk mahalledir. Burada mutlak bir lider olmasa da, yazılı olmayan sözlü ama keskin kurallar vardır. Toplumun (genelde devlet tarafından belirlenen) ahlak yapısına uygun olarak konan bu kuralları çiğnemeye kalkışan kişi/aile/topluluk kesin olarak dışlanır ve mahalle içinde yaşamasına izin verilmez. Bu gerçek, yüzyıllardan belli var olsa da AKP iktidarı ile bile daha görünür hale geldi ve adına ‘mahalle baskısı’ dendi. Halbuki bu olgu hep vardı ve değişmeden de içimizde yaşıyor. Bugün bunu eleştirenler bile, kendi çıkarları söz konusu olduğunda, farkında olmasalar da, bunu uygulamaktadır.

Mahalle kavramının hem paraleli hem de üst kademesi olarak görebileceğimiz yapı ise, arkadaş çevresi/çete/tarikattır. Bu üç terimin görünümü birbirinden çok farklı olsa da aynı kapıya çıkarlar. Bu sefer ‘mahalle baskısı’ olgusuna ek olarak bir de mutlak bir lider vardır. Arkadaş çevresinde bile adı konmayan bir lider vardır (kimse dillendirmese de, çizgisi silik de olsa böyledir). Çete ve tarikatta ise adı bellidir, reis ve şeyh olarak hitap edilir ve sorgulanmaz. Tahmin edilebileceği üzere, mutlak lidere koşulsuz (arkadaş çevresinde koşullu olabilir) bir biat vardır ve kurallara uymayan gruptan şutlanır, hatta kimi zaman daha ileriye gidilebilir. Çoğunlukla bu çerçeve bir siyasi grup veya inanç çatısı altındadır, kendisine yakın diğer çerçevelerle ilişki içindedir. Örnek vermek gerekirse mahalle ülkü ocakları ve bunların üst katlarını düşünebilirsiniz.

tarikat

Bunun paralelinde okul/iş yaşamı vardır. Burada da genelde mutlak liderler barındıran gruplar oluşur. Bir devlet kurumunda müdür (ki siyasi iktidara değişir) mutlak liderdir. Özel şirkette bu, patrondur. Bu liderler, işine yaramasa bile kendi düşüncesine uygun kişileri altına toplar (buna zaten ‘kadrolaşma’ deniyor ve devlet içindeki ‘bürokrasi verimsizliği’nin ana sebebini oluşturur). Küçük bir durum tespiti yapmak gerekirse, işte bir aksiyonun kazanç sağlayacağını gördünüz ama üstünüz ısrarla karşı, halbuki oldukça açık sebepleriniz de var. Sonuçta kimin dediği olur? (Batı toplumlarından en önemli farkımız tam da budur: Onlarda düşünce önemlidir, bizde ise mevkiye/koltuğa/ünvana/güce sonsuz güven vardır.) Aynı durumu okuduğunuz sınıfa/bölüme/okula da uyarlayabilirsiniz. Hocanız yanlış da olsa her zaman haklıdır çünkü ‘biat kültürü’ bunu gerektirir.

Üstte okuduğunuz yapılar, siyasi yapıda da aynen geçerlidir. Bu yüzden vali ve belediye başkanı kendini ilin/şehrin ağası sanar. Doğal olarak başbakan da kendini padişah sanar. (Şimdilerde Tayyip Erdoğan kendini padişah sanıyor diye sesi çıkanların kaçı Süleyman Demirel’e yıllarca ‘Baba’ denmesini eleştirmiştir acaba?) Gördüğünüz gibi bunda şaşılacak hiçbir şey yoktur. Toplumun yapısı böyledir. Bu yapı, kendine uygun bir eğitim sistemi ve sosyal yapı kurmuştur.  AKP iktidara gelene kadar halkın çoğunluğu gıkını çıkarmamıştır, çünkü bu sistemden memnundurlar. “Gık!” demeye çalışan nadide kişiler de komünist/gavur/vatan haini damgası yiyip susturulmuştur.

rte

Şu an bile halkın çoğunluğu; sorunun bu ‘biat kültürü’ olduğunu, demokrasilerde böyle bir yapının olamayacağını, önemli olanın bireyin hakları, fikirleri ve özgürlüğü olduğunu anlamamıştır. Çünkü bunu görebilecek bir şekilde yetişmemişlerdir ve kişisel olarak da kendini geliştirmeyince de (ki sosyal yapımız kişisel gelişime karşıdır) tüm olayları basit bir takım tutmaya indirgeyenler çoğunluktadır. Tabii bir de bunu görebilecek kadar zeki olup da çıkarları uğruna bu statükonun değişmemesini savunanlar vardır ki bunların tek derdi, halkın sadece çok küçük bir kısmını oluşturan ‘mutlak lider’ler ligine katılıp diğerlerini sömürmektir.

Tüm bu anlattıklarım, yavaş da olsa değişiyor. Çünkü değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir. Gezi Olayları’nı sadece birkaç gencin AKP’ye isyanı olarak okuyanlar fena halde yanılıyorlar. Orada esas tepki gören Tayyip Erdoğan ve çevresi olarak gözükse de aslında bu statükocu sistemdir. AKP, sadece bu sistemin meyvelerinden biridir. Ne ilki, ne sonuncusudur. Bu sistem yıkılmazsa Türkiye, her zaman için yerinde saymaya devam edecektir ve başka ülkelerin direkt olmasa da dolayı olarak egemenliğinde kalmaya mecbur kalacaktır.

  1. Nehir Gencay Divitçioğlu
    26/09/2015, 13:17

    İlk gençliğimde, ateşli devrim nidalarını abilerimden, ablalarımdan duymuş “Bir şeyler değişmeli!” cümlesini öyle kazımıştım ki beynime; umudumu hiç yitirmemiştim bugünlere kadar. Lakin memleketimin gözündeki bu kara gözbağı öyle sıkı bağlanmış ki gözlere, 40 ilmekli düğümden daha kör bir bağ bu, sevgili Artun. O eski ateşi bu milletin neresinden vermeli de yeniden tutuşturmalı gelgitleri içindeyim hanidir. Çok görmüş geçirmiş bir gönül adamının da dediği gibi “Siyasiyat patlamış lağım iğrençliğiyle memleketin her yanını sarmış!” Hani şöyle bşr tufan kopuverse de alıp götürse şu pisliği memleketimden.. Geçenlerde ziraat fakültesinden yeni mezun olmuş bir delikanlıyla hasbihal ediyorduk, dedi ki “Abi ben 4 yıl okudum ama bir kez bile bir tarlada eğitim görmüş değilim!” Uzun söze hacette lüzum yok sevgili dostum, en makul çözüm birkaç seneye mezun olacak 300 binden fazla imam-ı hatipliyi toplu duaya çıkartıp topyekün dua ettirip, topyekün belamızı talep etmek. Tarla tapan, öküz saban, Bilim milim bizim neyimize! Yaşasın uhrevi alem halklarının kardeşliği!!

  2. Murat Aygen
    02/07/2017, 12:46

    Doğru tarafta onursal yerini almak isteyen birinin illâ Sn.ERDOĞAN’a biât etmesi gerekmemektedir. Şu Marx-bilimsel gerçekliğin tam idrâki içinde İSMET İNÖNÜ’e biât etmesi da yeterlidir: Neo-Tanzimatçılık yolunu 1946 yılında İnönü açmıştır. Yola bilahare Menderes ve Ecevit’in döktükleri molozlar da KEMAL DERViŞ buldozeri ile kaldırılmıştır. Sn.Derviş Pembeköşk Sitesi’nde ikamet ederdi. Sn.ERDOĞAN’ın yürümekte olduğu nurlu-füruğlu yol İNÖNÜ yoludur.

  1. No trackbacks yet.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: