İdeal Bir Sevgili Neden Olamaz: Ruby Sparks
Hayat gerçekten çok garip. Bu cümleyi yaklaşık 10 aydır devamlı kendime söylüyorum. Çünkü hayat devamlı, size aklınıza gelmeyecek şeyleri sunmaya devam ediyor. Siz ne kadar plan yaparsanız yapın, o sizi şaşırtmaya devam ediyor. Bu akşam, bunun hakkında bir arkadaşımla konuşuyorduk hatta ve dedim ki “Hayatta neyi düşlemediysem o oldu!” Mesela ben hiç makine mühendisi olmayı düşlememiştim ama şimdi oldukça tipik bir makine mühendisiyim. En basit yada, metafiziğe inansam da, en soyut şeyi bile realize etmeye çalışan ve arkasında bir mantık aramaya çalışan bir insanım.
Son birkaç aydır da ilişkiler hakkında çok düşünüyorum. “İdeal bir sevgili nasıl olmalı, ideal bir ilişki nasıldır?” falan filan. Biliyorum saçma ama herkes düşünmüştür mutlaka. Saçmalığı şurada: Hem böyle soyut ve hayatın içinde bir şeyi idalize edemezsin, hatta idealize etmeye çalışamazsın bile; hem de ilişki tanımı gayet subjektiftir, yani kişiden kişiye değişir. Bu gece arkadaşım gidince bir film izlemeye başladım, adı Ruby Sparks ve film, bir erkeğin idealindeki kadını ve bu kadının neden gerçek olamayacağını anlatıyor.
Calvin, çok başarılı ve ünlü bir yazardır. Daha lisedeyken ünlü olmuştur ve 30’una daha gelmediği günümüzde oldukça rahat bir hayatı olmasına rağmen yazma sıkıntısı yaşamaktadır. Bir gece rüyasında bir kız görür ve o kız hakkında yeni bir roman yazmaya başlar. Kıza o kadar bağlanır ki yazmadan duramaz ve bir gün evde, kız karşısına çıkar. Yazdığı kız, hayatını kaleme aldığı kız gerçeğe dönüşmüştür ve üstelik onun sevgilisidir ve hatta beraber yaşamaktadırlar. İlk önce şizofren olduğunu sansa da başkalarının da onu gördüğünü anlayınca kendini kıza ve aşkına kaptırıverir. Romanı da yazmayı bırakıp sadece hayalindeki bu ideal aşka odaklanır.
İdeal bir kız arkadaş sanırım tüm erkeklerin hayalidir. Tamamen sizin istediklerinizi yapan ve istemediklerinizi yapmayan bir kadın ne güzel olurdu değil mi? 😀 Eminim, kadınlar da tam böyle bir erkek isterdi. 😀 Ama herkes, her iki cinsin mensupları da, farkında ki böyle bir sevgili yok. Çünkü hayatta ideal diye bir şey yok! Herkes kendi kaderine razı olmak zorunda. Tanrı sizi seviyorsa belki ideale yakın birini karşınıza çıkarır. 😀
Her neyse, Ruby Sparks bu gerçeği gayet başarılı bir şekilde anlatan bir film. Ortasını geçince biraz temposunu kaybedip yavanlaşsa da son tahlilde bu başarılı fikri iyi ele alıp kullanmış bir film. Konu olarak fantastiğe girmesi, bazılarını rahatsız edebilecek olsa da bu detayı hızlıca geçen biri, oldukça keyif alacaktır kanımca. Benzer fikirlere sahip ama farklı yollara sapan Harvey, Adaptation ve Stranger than Fiction‘a bazı öğelerini borçlu olsa da son derece özgün olması da başka bir meziyeti.
Senarist Zoe Kazan, aslında ilgiyle takip ettiğimiz bir karakter oyuncusu, bağımsızları takip edenler onu bilecektir ve hatta Türkiye doğumlu ünlü yönetmen (On the Waterfronts ve A Streetcar Named Desire gibi klasiklere sahip) Elia Kazan’ın torunu olduğunu da bilecektir. İlk senaryosunu kaleme alan Kazan, gerçek hayattaki sevgilisi Paul Dano ile başrolde oynuyor. Bu özellik, ikilinin rollerine uyum sağlamasını kolaylaştırmış anlaşılan ki gayet iyi performans veriyorlar. Yönetmen olarak da Little Miss Sunshine‘ın yönetmenleri Jonathan Dayton ile Valerie Davis’in (başka bir karı-koca) seçilmesi başarılı olmuş. Çünkü ortaya izlemesi çok keyifli ve sevimli bir romantik-dram-komedi çıkmış.
Son Yorumlar